“Başkanlık sistemi”nin faşizme gidiş olduğu her geçen gün daha net hale geliyor. Erdoğan her gün pervasızlığını arttırıyor. Kaymakamlar toplantısında verdiği “mevzuata fazla takılmayın” talimatı keyfiliğin yeni bir aşaması oldu.
Bu gidişe karşı toplumda görünüşte genel bir felç hali yaşanıyor. Kürt coğrafyasındaki kent savaşları dışında tepkiler o kadar sınırlı kalıyor ki, gidiş mi kavranmıyor? Kavranıyor da felç halinden dolayı davranış mı ortaya konamıyor? Bu sorunun cevabını pratik politik gidiş verecek. Fakat tarihten günümüze kalan dersleri hatırlamakta yarar var.
Klasik faşizmin, yani Almanya ve İtalya örneğinin dayandığı unutulmaması gereken bir temel neden vardır. Faşizmin finans kapitalin açık diktatörlüğü olduğu çok yazıldı. Ancak bu diktatörlüğe gidişin koşulları çok önemliydi. Bu açıdan bakıldığında faşizm, başarısız devrimlerin ödenen korkunç bedelidir. Avrupa o yıllarda devrim sancıları içindeydi. Özellikle Almanya devrimin eşiğinden döndü. Alman burjuvazisi uçurumun derinliğini gördükten sonra bu derinliği kapatmak için büyük toplumsal yıkımı, soykırımı göze aldı. Böylece faşizm, henüz yeterince olgunlaşmamış burjuva demokrasilerinin içinden, inanılmaz bir toplumsal çılgınlık hali olarak çıkıp gelerek tarihteki yerini aldı. Avrupa’daki faşizmler gelip geçerken, güneybatı ucunda, Portekiz ve İspanya’da ise kırk yıldan fazla adeta kazık çaktı.
İnsanlığın sonraki yaşamında faşizm, genellikle Üçüncü Dünya Ülkelerinde askeri darbeler olarak çıkıp geldi. Hastalık gibi Latin Amerika ülkelerine, Ortadoğu ve Afrika’ya yayıldı. Hemen hepsinde ortak iki yön vardı. Yükselen halk hareketlerine karşıydı ve hemen hepsi Amerika destekli askeri darbeler olarak yaşandı. 70’li yıllarda başlayan bu süreç 90’lı yıllara kadar sürdü.
Özellikle Latin Amerika’da 80’li yılların sonlarında çözülmeye başlayan askeri darbelere, hemen tüm kıtada yükselen devrimci, demokrat halk hareketleri tarihsel bir cevap oldu. Bu cevap 90’lı yıllar sonrasında “21. yüzyıl sosyalizmi” seviyesine yükseldi. Dalga dalga kabaran anti küresel hareketler Irak işgali öncesinde ilk zirvesini yaptı. İkinci zirve Occupy Wall Street, Arap isyanları ve Gezi isyanı ile yaşandı.
Şimdi dünya, Berlin Duvarı’nın yıkılışından beri biriktirdiği sorunların en derin noktalarına doğru yol alıyor. 2008 bunalımı aşılmak şöyle dursun, Çin ve Üçüncü Dünya Ülkelerine sinsi sinsi yayılıyor. Öte yandan, dünya egemenleri son yıllarda sıkıntılı bir şekilde artan “eşitsizlikten” söz eder oldular. İyiliksever hale geldikleri için değil, dünyadaki yanıcı maddenin ürkütücü bir şekilde birikmesinden dolayı korkuları artıyor. Dünya, halk hareketleri ve egemen sınıflar dengesi açısından 90’lardan farklı bir sürece giriyor.
Latin Amerika’da “sağ dalga” yükselme işaretleri veriyor. Bölgemizde Arap isyanları sonrası cehennemin kapıları ardına kadar açıldı. Mısır’da askeri darbe, Libya, Suriye, Yemen ve hatta Irak’ta iç savaş ve vekalet savaşları iç içe yaşanıyor. Amerika’da Cumhuriyetçiler Obama’nın tersine dünyada daha aktif müdahale için başkanlığa hazırlanıyorlar.
Bu koşullarda dünyanın kritik bölgelerinde rejimlerin ve siyasal iktidarların geleceği pamuk ipliğine bağlı hale gelmektedir. Özellikle bölgemizde olayların gidiş yönü her an değişebilir. Tunus yeniden kaynamaya başladı, bölgede yeni bir isyan dalgası başlayabilir.
Türkiye böyle bir sürece önce sivil bir darbe ile giriş yaptı. Şimdi başkanlık sistemiyle faşizmi inşa etmeye hazırlanıyor. Sivil faşizm günlerine mi gidiliyor? Özellikle Latin Amerika ve bölgemizde her şey bıçak sırtında gidiyor.
Ülkemizde de her şey bıçak sırtında! Düzenin sivil darbe ve faşizmi inşa hedefi karşısında en büyük direnç noktası Kürt Özgürlük Hareketi’dir. 7 Haziran seçim sürecinde halkların önemli ittifaklar kurabileceklerinin görülmesiyle, düzen kırmızı alarma geçti.
1980 sonrası Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı savaşta başlıca iki dönemden söz edilebilir. İlk dönem, iki binli yılların başına kadar geldi. Savaşın kurmayı ve yürütücüsü ordu oldu; sivil siyaset bu dönemde hiçbir zaman belirleyici aktör olamadı. Bu tablo, “devletin bekası” açısından sorunlu bir durumdu. AKP iktidarı ile ikinci döneme girildi. Sancılı yollardan da olsa sivil politika öne çıktı, Kürt Özgürlük Hareketi ile belli ölçülerde siyasal görüşmeler dönemine girildi. Tüm eksikleriyle birlikte, genelkurmayın dışında tutulduğu bir “çözüm süreci” yaşandı. 2015 Temmuz’unda bu dönem de kapandı.
Şimdi üçüncü bir döneme giriliyor. Yeniden savaş günlerindeyiz. Daha da öteye düzen faşizme evrimleşiyor. Ancak bu günlerin diğer iki dönemden önemli bir farkı var. Düzenin iki önemli kurumu; sivil siyaset ve ordu, Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı savaş konusunda tam bir ittifak içindeler. Bu noktadan bakıldığında sivil faşizme gidiş konusunda da sorun görünmüyor.
Bu gidişin önünün nasıl kesilebileceği, cevabı olmayan bir soru değildir. Halkların özellikle 2015 içinde kurduğu ittifak bu soruya güzel bir cevaptır. Haziran’da kurulan ittifakı büyütmek tek yoldur. Düzenin kurmayları sarmaş dolaş görünseler de, demokrasi güçlerini “temizleyecek” güçte değiller.
Tarihten çıkartılması gereken ders açıktır: Kürt Özgürlük Hareketi’yle demokrasi güçlerinin ittifakındaki bir başarısızlığın bedeli ağır olur. İttifakı zedeleyen tüm sorunlara rağmen, onun büyütülmesinin tarihi önemi çok açıktır. Bölge, hatta dünya olarak, yeni bir dönemin, sağa, sivil faşizme savrulmanın eşiğindeyiz. Ancak öfke ve yanıcı madde birikimi o kadar fazla ki ustalık gösterildiğinde bu enerji dalganın önünü keserek tersine çevrilebilir.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]