Bomba Elde mi Patladı?
Ayşe TANSEVER
19 Mayıs 2008
Bush’un Orta Doğu ziyareti öncesi Lübnan’da ilginç olaylar yaşandı. Hizbullah bu kez politik cephede bir kez daha zafer kazandı.
Olayların su yüzüne çıkan görüntüsü Hizbullah silahlarının konuşması oldu. 82 kişi hayatını kaybetti, 200’den fazla insan yaralandı.
Olayların, Lübnan hükümetinin Mayıs ayının ikinci haftasında iki önemli kararı ile başladığı basında yazıldı. Bunların birincisi Hizbullah yanlısı olan Beyrut hava limanı güvenlik sorumlusunun görevden derhal alınmasıydı. İkincisi ise Hizbullah haberleşme ağının yasa dışı ilan edilmesiydi. Hizbullah lideri Nasrullah bu kararların Hizbullah’a savaş ilanı olduğunu açıkladı. Hükümetin bu karar ile Beyrut hava limanını CIA ve Mossad’ın üssü yaptığını iddia etti. Hizbullah güçleri alarma geçti.
Bu gelişmenin perde arkasında yaşanan başka olaylar ve ülke gerçekliği vardır. Suudi Arabistan destekli ünlü Lübnan zengini Hariri’nin öldürülmesinden sonra hükümetten Hizbullah’ın 6 bakanı çekildi. Sonrasında da Lübnan devlet başkanının görev süresinin dolmasına rağmen yeni bir devlet başkanında anlaşamadılar. Ülke devlet başkansız, bakanları eksik topal bir hükümet ile yönetilmeye çalışılıyordu. Radikal kararlar alınmaz duruma gelinmiş, hükümet iyice işlevsizleşmişti.
Hükümetin önünde özelleştirme gündemi vardı. Telefon, hava limanı, su, sağlık vs gibi alanlar özelleştirmeyi bekliyordu. Öte yandan işçiler maaşlarına zam için ikinci kez genel greve çıkacaklardı. Genaral Emek Konfederasyonu 7 Mayıs günü genel grev çağrısı yapmıştı. Ocak ayındaki grevleri karşısında hükümet taleplerinin ancak yarısını karşılamıştı. Şimdi giderek pahalılaşan hayat karşısında ücretlerine yeni zam istiyorlardı.
Yani ekonominin tam bir dar boğaza girdiği, bir yandan zam isteğiyle sokaklara dökülen halklar diğer yandan halkın karşı çıkacağı bilinen özelleştirmeler güçlü bir hükümeti zorunlu hale getirmişti. Artık bu iktidarsızlık süreci bir şekilde bitmeliydi. Yani tam bir İskender düğümü içindeydiler. Bunu çözmek için bir şeyler yapılması gerekiyordu. İşte bu ortamda Hizbullah’ın haberleşme sisteminin yasa dışı ilan edilmesi ve de havalimanı sorumlusunun görevden alınmasının -yani yangına körükle gitmenin- bir nedeni olması gerekir. Hizbullah güçlerinin yoksullar olduğu ve ücretlere zammı desteklediği biliniyordu. Genel grev gösterisinde de Hizbullah güçlerinin boy göstereceği belliydi. İşte tam bu sırada bu iki anti-Hizbullah yasası sanki bir şeylerin patlaması ya da patlatılmasıdır.
Hükümet bu kararların arkasından neler olabileceğini biliyordu. Hükümet yanlısı, Hariri ve Dürzi lider Canbolat’ın destekçisi 14 Mart İttifak güçleri, greve gidilmemesi doğrultusunda halka çağrı yaptılar. Protesto günü ellerine verilen silahlarla siper aldılar. Engellemeye çalıştılar. Hizbullah güçleri ve kendilerine destek veren Amal Hareketi kararları savaş ilanı olarak değerlendirip beklendiği gibi sokaklara döküldüler. Çatışmalar yaşandı. Hava limanına giden yollar tutuldu. Tüm hava seferleri yapılamaz hale gelir. Hizbullah güçleri tarafından TV, radyo ve gazete binalarını kuşatılır. Hatta bazıları yakılır. Hükümet önde gelenlerinin evleri kuşatılır. Ev hapsine alınırlar. Hükümet yanlısı 14 Mart Hareketi güçleri ise yok oldular. Hizbullah güçleri sokakların denetimin kısa sürede ellerine geçirdiler.
14 Mart örgütü militanları Beyrut’ta hiçbir varlık gösteremeyince bu kez güçlü olduklarını düşündükleri Tripoli’de sokaklara dökülürler. Ama orada da bir başarı elde edemezler. Öte yandan ordu olaylara karışmadan seyirci kalmayı tercih etti. Bölünmekten korktuklarını açıkladılar. İç savaş çıktı çıkacaktı.
Hizbullah güçleri, öldürülen Batı yanlısı Hariri’nin oğlunu, ABD ve Suudi Arabistan ile işbirliği içinde olduğu bilinen Dürzi lider Canbolat’ı, hükümet başkanı Siniora’yı ve Hıristiyan lider Auro’yu evlerinde göz hapsine aldılar. Başbakan canhıraş bir şekilde Hizbullah’ın hükümet darbesi yaptığını tüm dünyaya duyurmaya çalıştı. Tüm Batı basını da bunu manşet yaptı. “Hizbullah hükümet darbesi yaptı galiba” dediler.
Suudi Arabistan büyük elçisi can derdine düştü ve uçakla ülkesine kaçtı. Suudi Arabistan bilindiği gibi Hizbullah Şii güçlerine karşı Lübnan Sünnilerinin arkasındadır. Söylendiğine göre son zamanlarda Suudi üst düzey yöneticilerinin biri gelip biri gitmektedir. Suudi Arabistan olayların sorumluluğunu Hizbullaha’a yükleyip protesto etti. Arkasında İran ve Suriye desteği olduğunu söyledi. Böylece işler tüm Orta Doğu’ya yayılma eğilimi gösterdi.
Ahmedi Nejat sakin davranıp, öfkeli laflardan kaçınılması gerektiğini söyleyerek ortalığı yumuşatmaya çalıştı. Hükümetin bu kararnameleri almasına öncülük eden Canbolat, Hizbullah’ın meclisteki sözcüsü Nabih Berri’yi telefonla arayarak “Şimdi Beyrut’taki evimde esir alındım. Sayid Hasan Nasrullah’a söyle savaşı kaybettim ve o kazandı. Şimdi uzlaşmak için oturalım. Tek istediğim beni korumanız” dedi. (A deadly miscaldulation in Lebanon, Sami Moubayed, 13 Mayıs 2008 atimes.com )
Bu konuşma sonrası Hizbullah masaya oturmaya hazır olduğunu ancak son çıkartılan kararnamenin geri alınmasını istedi. Bu kabul edildi. Meclis aldığı kararları iptal etme kararını aldı. Hizbullah güçleri hava limanı yolunu açtılar, uçuşlar normalleşti. Tuttukları ana yolları ordu güçlerine devrettiler. Çatışmalar durulur ve artık masada pazarlık safhası başladı. Katar tarafları ülkesine topladı. Bu arada Arap Birliği toplanıp, tarafların bir an evvel anlaşması gerektiğini vurguladı.
Akla Gelen Sorular
Akla birçok soru gelmektedir? Hizbullah’a karşıt güçler karşılarına aldıkları gücü tanımıyorlar mı? Suudi, ABD ve Batı gericiliği destekli Hariri’nin oğlunun kurduğu ve diğer gerici güçlerin de desteklediği 14 Mart İttifakı kendini nasıl Hizbullah’a karşı çıkabilecek güçte hissedebiliyor? Yani onu ülke içinde susturabilecekleri düşüncesini, umudunu taşıyabiliyor ve silahlara sarılıp Hizbullah karşısında durmaya nasıl cesaret edebiliyorlar? Hizbullah’ın geçtiğimiz yıllarda o müthiş silahlı İsrail’e bile kafa tuttuğunu, ona karşı direndiğini ve zafer kazandığını unutuyorlar mı? Tüm Orta Doğu halklarının hafızasına kazınmış olan bu zafer nasıl unutulur? Acaba son zamanlarda bu kadar büyük bir hazırlık yapıp bu kadar güçlendiler mi? Ya da birden Hizbullah eski gücünü mü yitirdi? Yoksa başka hesaplar mı vardır? Birinci soru budur?
İkinci soru şudur? Olaylar yaşanırken başbakan, Hizbullah’ın bir darbe yaptığını söylüyor. Suudi Arabistan bunu doğruluyor. Yaşananlara bakınca da bunun olabilirliği görülüyor. Yani bir darbe yapsa ancak böyle olurdu. “ Eğer darbe (Hizbullah) isteseydi ne denetimi Lübnan Ordusuna devrederdi ne de Beyrut’ta silahlarını indirirdi. Siniora ile birlikte Canbolat ve Hariri’nin evlerine girer, işgal eder, onları tutuklar, kendi ve İran’ın istediği türden yeni bir hükümet kurardı.”(ay) Hizbullah Lübnan’da iktidar koltuğuna otururdu. Bunu da engelleyecek bir güç olmazdı. Peki, neden Hizbullah darbe yapıp, iktidara geçmemiştir? Yani sanki bulunmaz bir fırsatı kaçırmıştır. Hizbullah neden böyle bir adımı atmıyor?
Yani Batı destekli gerici iktidar tarafı sanki aptalca cesaretli, yoksul halkları temsil eden ikinci taraf ise güçlü olduğu halde iktidarı almakta cesaretsiz… Burada bir terslik görünmüyor mu? Cesaretli olması gereken cesaretsiz, cesaretsiz olması gereken pek cesaretli. İşin içinde başka hesapların olduğu açıktır.
Bize göre sorun elbette cesaret ve cesaretsizlik değil başka bir olay patlamasıdır. Yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi ülke dengesiz bir iktidar gerçeğini yansıtmaktadır. Altında halk tabanı olmayan hükümet sadece Batı ve Suudi Arabistan desteği ile iktidardadır. Hizbullah ve yoksul halkların alttan baskıları her gün artmaktadır. Kapitalist ülke ekonomisi yoksul halk karşıtı kararların alınmasını, özelleştirmelerin yapılmasını talep ediyor ama hükümet bu kararları alsa görüldüğü gibi alaşağı edilecek. Bunu görüyor. Batı’ya, kendine destek veren güçlere anlatıyor. Diller döküyor. Yardım istiyor. Ama Batı’dan sadece“dayan geliyoruz bu işleri düzelteceğiz” diyen sözler dinliyor.
Lübnan sorunu ancak genel Orta Doğu sorunu içinde çözebilir. Bush ve İsrail Orta Doğu güçler dengesini kendilerinden yana çevirebilmenin planını yapmakla meşguller. İşleri başlarından aşkın. Irak ve Afganistan yenilgisi, ekonomik zorluklar, doların düşmesi ve buna bağlı olarak petrol fiyatlarının yükselmesi, bunun tüm dünya kapitalist ekonomilerini ateşe vermesi gibi sorunlar iç içe girmiş durumda iken Lübnan şimdilik köşede durmalıdır. Lübnan’a yetişemiyorlar. Onlara ayıracak güç yoktur. ABD ve İsrail’in bölgede giderek aşınan gücü şimdilik Lübnan iktidarına bu kadar destek verebiliyor. Lübnan güçler dengesi merkezde durmuyor, sadece merkez dengesinin bir uzantısı, yansıması olarak var. Eğer becerilebilseydi İsrail saldırısı ile Lübnan asıl gerici cephe içine alınacaktı. Zaten Batı açısından o kaybedilmiştir. İşte sembolik olarak iktidarda Batı yanlısı birileri vardır.
Adeta bir roman gibi. Lübnan gerici hükümeti Bush’un bölgeye gelmesinden yararlanıp yararlanamayacaklarını düşünüp, Orta Doğu gerçekliği içinde kendi sorunlarını gündem yaptırtabilmek umudu ile böyle bir girişimde bulunmuş ve alelacele böyle iki yasayı çıkartıvermiş olmalıdırlar. Böylece Bush’a ve Batı’ya kendilerini dayatmaya çalıştılar. “Artık ne yapacaksanız yapın biz bu şekilde daha fazla duramıyoruz” demeye getirdiler. Sanki biraz Arap kurnazlığı yapmaya çalıştılar. Hizbullah’a karşı “cesaret” gösterisinin altında yatan olsa olsa bu dönemde Hizbullah’ın da iktidarı almayı göze alamayacağına, alsa bile başarılı olamayacağına inançları olsa gerektir. Belki de Hizbullah böyle bir cesaret gösterseydi, Batı bu kez sahiden öfkeden çıldırmış vaziyette “yardıma” koşabilirdi. O zaman ülke üstüne yağacak bombalar, ölecekler, halkların göreceği zararlar gerici Lübnan hükümetinin umurunda olmasa gerektir. Onlar kendi çıkarlarından başka bir şeyle ilgilenmiyorlar. Ama bu planları tutmadı.
Lübnan sorununu güncelleştirmek ve Bush’tan destek vaadi almakta başarılı oldular mı? Bush Lübnan konusunda pek bir şey söylememiş görünüyor. Sadece İran “terörizminin” bölgede doğuracağı tehlikelere bir örnek olarak son Lübnan olaylarını örnek gösterdi. Basına yansıyan Orta Doğu Ekonomik Forum’unda yaptığı konuşmasında da tüm Orta Doğu ülkelerinin demokratik reform istediğini belirterek sanki Lübnan’a da değinmiş oldu. Elbette perde arkasında neler yaşandığı ve konuşulduğunu bilmek zordur. Ama şimdilik elinden bir şey gelmediğine göre Lübnan’da Hizbullah tehlikesini pek büyütmemeye asıl alarak İran’ı hedef göstermeye çalışmış olması doğaldır. Lübnan olayında İran ve Suriye’yi ülkeyi istikrarsızlaştırmakla suçlamakla yetindi.
Oysa çözmek için geldiği Filistin sorununda Hamas gerçeğini daha realist olarak görmesi için kendisine büyük baskı yapılıyor. Mısır aracılığı ile el altından Hamas ile görüşülüyor. Daha demokratik seçimlerle iktidara gelen Hamas’ı tanımayan Bush şimdi Hizbullah zaferi ile çıldırmak üzere olmalıdır. Olayın birini bastırmadan bir diğeri baş göstermektedir. Hizbullah’ın zaferi Bush’a Hamas’a daha çok taviz vermek olarak yansımaktadır. Bush’un Lübnan olayında deve kuşu gibi davranmaktan başka yapabileceği şey pek kalmamıştır. Tam da gelirken Lübnan’da yaşanan bu yenilgi Orta Doğu gezisinin tuzu biberi gibidir. Olmamış gibi davranmak en uygun yol olmuştur. Sadece Lübnan’da yeşertmeye destek verdiği 14 Mart İttifakı’nı 600 milyon dolarlık askeri yardımla mükâfatlandırmayı ihmal etmedi. Lübnan olaylarına Bush’un desteği bu kadar oldu ya da olabildi. Bu yoksul durumunda bu kadar askeri yardım yapmasını Lübnan gericileri öpüp başlarına koysunlar.
Güncelleştirme
Lübnan olayları öncesinden Suudi Arabistan yetkililerinin sık sık gelip gittiğinin söylendiğini yazmıştık. Bilindiği gibi Hizbullah yoksul Şiilerinin karşısında Suudi Arabistan zenginleri vardır. Suudi sermayesi güzel Orta Doğu kenti Beyrut’a epey yatırım yapmıştır. O nedenle Lübnan olayları Suudileri pek ilgilendirir. Lübnan’da bir anlamda İran ile Suudi Arabistan karşı karşıyadırlar. Bu gerçeklik ışığında düşünüldüğünde Bush gezi öncesi Lübnan’da geçirilen anti-Hizbullah yasalarının perde arkasında Suudi çıkarlarının yattığını var saymak yanlış olmayacaktır.
Ne tür çıkarlar vardır? Yukarıda da değindiğimiz gibi Filistin sorununda Suudi Arabistan’a Bush’un yaptığı baskıya karşı bir baskı unsuru yaratmak akılcı gelebilir. Bölgede yoksul halklar Hizbullah’ın İsrail zaferinden sonra bir şeylerin Orta Doğu’da değiştirilebileceğine olan inançlarını tazelediler. Suudi’nin 65 yıldır süren ittifakı artık yoksul halkların tepesini arttırıyor. Suudi Arabistan Filistin sorununda ABD’ye daha fazla çıkar sağlamakta zorlanıyor. Onu bu sorunu çözmediği sürece, yani Hamas gerçeğini tanıyıp masaya oturmadığı sürece Orta Doğu’da olayların daha da artacağına ikna etmeye çalışıyor. Bush’un bu gerçekliği görmediği düşünülebilir mi? Bush Orta Doğu gerçekliğinde ölümünü görüyor. Görüyor görmesine ama Filistin’de taviz vermenin artık arkası gelmez tavizler yumağını açacağını da çok iyi biliyor. Suudi Arabistan artan bu tehdide dikkat çekmek ve Filistin pazarlığında elini güçlendirmek için Hizbullah tehdidini güncelleştirici bir olaya destek vermiş olabilir.
Suudi Arabistan, bölgede yoksul halkların yükselen sesini bölgede temsil etmeye çalışan Hizbullah, Mukteda Al Sadr ve arkalarındaki İran Şii’lerine karşı bir cephe örgütlemeye çalışıyor. Bunu mezhep yani Şii ve Sünni çatışması haline dönüştürmekten de korkmuyor. Bu konuda ilk adımı ABD attı. Dağıttığı Saddam Sünni Ordusu’na silah vererek onları el Kaide güçlerine karşı savaşa sürdü. Asıl hedefi iktidardan indirdiği Sünnileri Şii Maliki ve Mukteda güçlerine karşı tekrar iktidara getirmektir. Suudi Arabistan’a da bu politikanın bölgesel örgütlenmesini yapacaktır. Diğer Arap Sünni ülkelerini yanına toplayıp İran’a karşı bir Sünni ülkeler cephesi örecektir. Lübnan’da son yaşananlar Hizbullah ve arkasındaki Şii tehlikesini göstererek genelde bir bölge Sünni ülkelerinden cephe örmeye davetiye çıkartmak işlevini görebilir. Bu nedenle Suudi Arabistan desteğini arkada aramak yanlış olmasa gerektir.
Fakat bölge ülkelerini böyle bir cephede örgütlemek pek kolay olmayacaktır. Sünni ülkeler de bu konuda aralarında bölünmüşlerdir. Örneğin Cezayir ve Katar böyle bir girişime karşı dururlar. O nedenle de Suudi Arabistan’ın çağrılarına karşılık Hizbullah protesto edilmedi.. Lübnan ve Suudi Arabistan gericiliğinin ülkeyi gündemleştirme çabaları ancak bu seviyede kaldı. Gündemleştirme seviyesi yüksek olmayabilir ama Arap Ligi, tarafları bir araya toplama kararı aldı ve Katar Emir’i de bu görevi üstlendi. Son yaşananlar belki böylece Lübnan’ın 18 aydır süren iktidarsızlık sorununa bir çözüm getirebilir. Taraflar Katar’ın başkenti Doha’da bir araya geldiler. Görüşmeye başlamak için en başta geçirilen iki anti-Hizbullah yasası yukarıda da değindiğimiz gibi geri alındı, uçuşlar yapılmaya başlandı ve masaya oturma ön koşulu gerçekleşti.
Görüşmeler iki ana tema altında yapılıyor. Birincisi 18 aydır seçilemeyen devlet başkanı sorunu. Taraflar bir isimde anlaşamıyorlardı. Şimdi General Mishel Süleyman’da anlaştıkları söyleniyor. 10 Haziranda seçimler yapılacak deniliyor. Diğer bir konu birlik hükümeti kurmak. Yazıyı kaleme aldığımız sıralar bu konuda tarafların anlaşmaya vardığı haberleri geliyor.
Ancak asıl en önemli iki sorundan biri seçim yasası değişikliği diğeri ise Hizbullah’ın silahları. Seçim yasası sömürgecilik döneminden kalma ve dolayısıyla o gerçekliği yansıtarak Hıristiyanları koruyor. Bugünün ülke koşullarına uydurulması gerekiyor. Gericilik elbette bundan taviz vermek istemiyor ve ikinci asıl soruna Hizbullah silahlarına işaret ediyor. “Zaten Lübnan iç politikası silahlar gölgesinde yapılıyor” diyor. Seçim tavizini silahsızlanmaya bağlamaya çalışıyor. İsrail durduğu ya da Filistin sorunu çözülmediği sürece Hizbullah’ı silahlarını bırakmaya hiçbir gücün razı edemeyeceği açıktır. Bu iki konu üstündeki pazarlıklar devam edecek gibi gözüküyor.
Şimdi konuşulduğu gibi bir birlik hükümeti kurulur, devlet başkanı seçilebilirse ülke sanırız yeni bir döneme girecektir. Son yaşananların başarısı belki bu sorunu çözmek olacaktır. Artık sırf Batı çıkarları ile işleyen bir hükümet yerine iki ayrı tarafın yani yoksul Şiiler ile zengin Sünniler ve diğer dinden olanların çıkarlarının ortak temsil edildiği bir hükümet kurulabilir. Bu durumda da olaylardan gene karlı çıkan Hizbullah ve destek veren Amal güçleri olacak hükümet içinde temsilleri sağlanacaktır. Yakında yapılabilecek seçimlerle iktidar daha halk tercihini yansıtıcı hale gelebilecektir. Sanırız bu da Orta Doğu yoksul halkları açısından önemli bir gelişme olur. Batı aslında Lübnan’da iğreti tutmaya çalıştığı gücünü kaybetmiş olacaktır. İran Şii güçleri ise bölgede giderek güçlenmektedirler. Eğer Lübnan görüşmeleri böyle sonuçlanırsa olayların başlatıcısı olan gerici iktidar ve destekçisi Suudi Arabistan acaba kendilerini bombayı ellerinde patlatmış gibi hissedecekler midir?