BENİ HOR GÖRME GARDAŞIM
Seçkin Tan
08.01.2014
Evvela Sırrı abiden başlasak daha kolay olacak. Sırrı abi (Ağabey’in ne ağasına ne beyine ısınamıyoruz bir türlü, edebiyata sokaktan dalış yapıyoruz) bizim mahallenin köşe başındaki kahvenin önünde yıllanmış tahta masanın duayenlerinden biridir adeta. Biz kahvenin önünden geçerken, döşü açık, kolunda tesbih, kösele ayakkabısı, limonlu saçlarıyla Sırrı abi, “gelin gençler çay için öyle gidin” diyecek kadar bizim iki kelamına hayran olduğumuz abimizdir. “Seni sevmeyen ölsün Sırrı Abi” arabeskimiz de cabası. Velhasıl aileden birinden bahsediyoruz, dikkat etmek lazım.
“Ölüm” demişken bugünlerde yüzümü(zü) anlamsız hale sokan bir haber okudum. Yolsuzluk operasyonunun İçişleri Bakanlığına tayin edilmesine vesile olduğu Efkan Ala’yı yeni görevinde tebrik için ziyaretinizi konu ediyor haber. Bu ziyaretin biraz öncesine adım adım gitmek yüzümüzde oluşan anlamsızlığın nedenini anlamakta faydalı olacak…
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için AKP’ye karşı tek aday çıkarmak en yoğun gündemler arasında yer alıyordu. CHP, kent suçlusu Sarıgül üzerinden kendini dayatıyor, bizler de “gezi dayanışması eşittir Sırrı’dır, herkesi kucaklayabilir” diyorduk. Ömrü hayatımızda neredeyse şu birkaç hafta içinde dillendirdiğimiz kadar ağzımıza almamışızdır İLKE meselesini. Kurduğumuz cümlenin başı da sonu da ilke olmuştu. Kara tarihe sahip bir partiyi desteklemenin, biz gezi dünyalılarının yaklaşımı olamayacağını en güzel senden dinliyorduk. “İlkelerimiz var bizim, suçlulara uzatacak elimiz yok” anlıyorduk seni dinlerken. Soğuk kış gecelerinde üstümüzdeki yorgan olmuştu ilke! Benim için ilkenin iki tarihsel önemi var. Biri şu seçim tartışmalarında zora girmişken… Diğeri de siyasal yaşamımda en kritik zamanı yaşarken bir arkadaşın yeni doğan (ve şimdi 7 yaşına basan) bebeğine İlke ismini vermesi benim politikleşmemde önemli katkı sağlamıştı. İlke benim için dört harfli bir kelime olmaktan sadece bu iki örnekte bile çoktan çıkmıştı. İlke meselesine şimdilik mim koyalım.
Şu çiçeği evrak üzerinde İçişleri Bakanı Efkan Ala’yı biraz tanıyalım. Batman ve Diyarbakır valisi olduğu dönemde onlarca insanın ölümüne ve gözaltına alınanların işkence görmesine neden olan emri veren, devletin önemli isimlerinden biri. Bölgede ajanlaştırma faaliyetinde farklı taktikler geliştiren ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın övgülerine mazhar olan “örnek” bir validir Ala. Gezi direnişi zamanında eylemcilerin dümdüz ezilmesi talimatları ise katil ruhunun insanda vuku bulmuş halidir. Başbakanın gözünün önündeki su bardağını bile göremeyecek kadar bitap düştüğü dönemde ismini Bakan olarak açıkladığı “örnek” valiyi ANF (www.firatnews), “Efkan Ala’yı Kürtler; 8 yaşındaki Enes Ata’nın, 9 yaşındaki Abdullah Duran’ın öldürüldüğü Diyarbakır olaylarıyla hatırlıyor” satırlarıyla haber yapmıştı. Bu katilin Bakanlığa getirilmesi, Kürtlerin yaşadığı katliamların devlet nezdinde nasıl sahiplenildiğinin resmi kanıtıdır adeta.
Her yeri pislikle dolmuş bir devleti ancak devrim temizler diye insanlar sokakları inim inim inletirken, bizim sokağın abisi dolmuşa atlayıp, Efkan Ala’yı yeni görevinde tebrik etmeye gitmiş. Sırrı abi hassas adamdır, ortada bi koku varsa alır. Acaba Bakan Ala’dan gelen Kürtlerin ölüm kokularını almış mıdır? Ya da “hoş geldiniz Sırrı Bey” diyerek uzattığı elini sıkarken o mini minnacık çocukların kanlarının elini yaktığını hissetmemiş midir? “Ama kardeş sen niye beni anlamıyon çözüm süreci bu, akan kanın son bulması, Kürt halkının haklarının alınması için bu zerzevatlarla görüşmezsek kimle görüşeceğiz” diyeceksin. Ben de sana “abi hani bizim ilkelerimiz varya, şu kent suçlusu Sarıgül’ü önümüze ısıtıp ısıtıp getirdiklerinde bas bas bağırdığımız, adeta kalkanımız olan” desem ne cevap vereceksin. Senin sözünün üstüne söz söyleyecek kadar ne bilgim ne de aklım var abi. Ama şu körpe aklım almıyor işte eli kanlı katillerin elini sıkmanı. Şu yazıyı yazmak için bütün direncimi ayakta tutmaya çalışıyorum. Malum memlekete bi hastalık gelse ilk fakiri bulurmuş. Biz de salgından payımıza düşeni aldık. Fakat senin oraya gitmen kadar kötü etkilemedi abi. Bu adamlar siz oraya gitmeden saatler önce katır sırtlarında cenazesi taşınan yoksul kardeş halkımızın katillerine takipsizlik kararı verdiler. Aslında kendilerine takipsizlik kararıydı. Biz onlardan adalet beklemedik ki. Bunca acının ve ortaya saçılan pisliğin içinde bunları tanımamak değil mi bizlere yakışan… Görüşmenin olumlu geçtiğini yazıyor ajanslar. Siz gittiğinizde takındıkları maskenin gülen yüzü mü olumlu olan? Anlayamıyorum abi!.. Bir yerde yazını okumuştum (ne yazsan okur ne söylesen kerelerce dinler ve izleriz), geceleri kitap okur yazı yazarım diye. Senden iyi bilemem ama insan geceleri daha duygusal oluyor. Bu görüşmelerin gece yazmaya başladığında sendeki duygusunu merak ediyorum. Beni anlayacağını düşünüyorum abi. Olmadı müsait olursan kahvenin önündeki o tahta masaların birinde dumanı tüten demli çay içer sen anlatırsın ben dinlerim ama fakir aklıma gelen soruları da ararım…
Pervin ablaya da selamlarımı ileteyim. Onun için fazla yazamadım. Pervin ablanın üzerindeki ağır yük bizim karşıdan bakıp kolay gelsin dediğimiz minvalde. Yük sırtında, biz de taşıması için su veriyor, terini siliyoruz gücümüz yettiğince. Pervin abla, Roboski kararının üzerinden kaç saat geçti farkında mısın?
Çok konuştum farkındayım, sadece kafamızın olsa bekleyelim, arkadaşların da fikrini alıp dost meclisinde mevzuyu kavramaya çalışırdık. Fakat kalbimizin orta yerine oturdu haber. Roboski ve gezinin dışında adını saya saya bitiremeyeceğimiz katliamlar için unutursak kalbimiz kurusun diyorduk ya işte tam oraya geldi bu haber. Medeni’nin annesinin başbakandan hesap sormak için kendini sokağa attığını izlediğimizde öfkeden deliye dönmüştük.
Velhasıl, sokaktakilerle yaşamı olumlamak gibi bir işimiz var daha. Günü geldiğinde biz de muhterem başbakanı ve emir eri bakanını ziyaret edeceğiz. Ve ajanslarda haber konusu olacağız; “Halk, Bakanla yaptığı görüşmenin son derece olumlu geçtiğini” açıkladı diyecekler.