“Tahrir’de ve Wall Street’tekiler Sahipsiz Çığlıklardır!”
İ.ELİAÇIK
Röportaj/Sosyalist Dayanışma Aralık 2011
S.Dayanışma: Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bir yandan çeşitli ayaklanmalar, halk hareketleri görüyoruz. Biryandan da ABD ve emperyalist güçlerin buraya yeniden dizayn vermeye dönük müdahalelerini. Bu müdahalelerin bir kısmı özellikle ABD tarafından bölgede bir Sünni bir model mi uygulanmaya çalışılıyor sorusunu gündeme getiriyor. Buralarda Müslüman kardeşler ve versiyonu örgütlenmeler öne çıkıyor. Bunların ABD çıkarları ile tam olarak uyumlaşma durumları var mıdır? Nasıl değerlendiriyorsunuz? Eğer Müslüman kardeşler böyle bir kıvama geldiyse, bu aynı zamanda bölgedeki İran ve diğer karşı direniş odaklarını alt etme sindirme girişiminin bir parçası olabilir mi? Bu riskleri nasıl görüyorsunuz?
İ.ELİAÇIK: Graham Fuller’in “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” diye bir kitabı var. O kitaba bakıldığında Amerikan aklının bölgeye yönelik planının ne olduğu anlaşılabilir. Gerçi o kitap Türkiye’yi anlatıyor ama bu planın, önce Türkiye modeli yaratıp onun diğer Ortadoğu ülkelerine yansıtılması şeklinde olduğunu anlıyoruz. Kafalarında şöyle bir şey var, bu coğrafya İslam dünyası ve burası modernizme istenilen şekilde katılmıyor. Kapitalizm tam olarak yerleşmiyor, kapitalist girişimciler tam olarak ortaya çıkmıyor ki onlar buralara ürettikleri ürünleri satabilsinler. Buraların pazar olarak onlara açılması lazım. Gerici diktatörlükler var, bir gelen kırk sene gitmiyor. Kolay çalışabilecekleri ekiplerin yine kolay yollarla iktidara gelmesi lazım. Din anlayışı itibari ile de Kuran-ı Kerim’in Allah’ın kitabı olmasından kaynaklanan bir ısrar var. Bu değiştirilemiyor, buna dokunulamıyor. Çünkü Allahın kitabı değiştirilemez inancı var. Orada geçen birçok hüküm de bunların işine gelmiyor. Dolayısıyla sorunlu bir coğrafya. Bu coğrafyaya bir plan hazırlıyorlar.
O kitaptan okuduğum ve diğer Amerikan kaynaklarından takip ettiğim kadarıyla şöyle düşünüyorlar; “Ortadoğu’da çalışacağımız partnerlerimiz bundan sonra şu özelliklere sahip olacaklar: Bir; yerli bir güç olacak ve dindarlığı ön planda olacak. İki; seçimle iş başına gelmiş olacak. Üç; Amerikan menfaatleriyle çatışmayacak. Dört; reformcu özelliklere sahip olacak.” Dört özellik arıyorlar. Türkiye’ ye baktığımızda AKP buna tam oturuyor. Dindar, yerli, %50 oy alabiliyor, dindarlığın ve Sünniliğin gücünü kullanabiliyor, aynı zamanda reformcu ve de Amerika menfaatlerine karşı bir politikası da yok. O zaman biçilmiş kaftan. Aynısını Mısır’da da planlıyorlar. Tunus, Suriye, Filistin… Bütün İslam dünyasında uygulamak istiyorlar. Buradan baktığımızda, Türkiye’ de Milli görüş hareketinden çıkan AKP, Pakistan’ da Cemaati İslami, Filistin’ de Hamas, Mısır’da, Suriye’de ve Arap dünyasının çoğunda İhvan-ı Müslimin’de, tam anlatılan özelliklere uygun eğilimler var. Bunlar üzerinde çalışma yapıyorlar.
Amerika’nın bölgeye yönelik aklı böyle işliyor. Ben gelişmeleri böyle okuyorum. Türkiye’ deki Ergenekon operasyonlarının da böyle okunması gerekir. Birinci dünya savaşından sonra Türkiye’ de kurulan statüko buna göre ayarlanmıştı. Türkiye’ deki Kemalist kadrolar o dönemin Amerikan çıkarları için biçilmiş kaftandı. Doksanlardan sonra Sovyetler Birliği çökünce konsept değiştirdiler. Kemalist kadrolar da boşa çıktı. Bunların tasfiye edilmesi gerekiyordu. Bugün yaşadığımız budur. Yani Ergenekon operasyonlarını yerli güçler yapmıyor; dış güçler ekibi değiştiriyor. Kapitalizm sopa değiştiriyor. Sopayı
Kemalistlerden alıp muhafazakârlara veriyorlar. Sopa aynı sopa, bizim tepemize iniyor. Şimdi bunun aynısı Mısır’da da oluyor.
Peki, Mısır’da ve diğer ülkelerde yaşanan hareketleri nasıl yorumlayacağız? Bana göre bunlar “sahipsiz çığlıklar”dır. Bunun en simge ve zirve örneği Tahrir meydanıdır. Şu anda da gençler orada yatıyorlar, bağırıyorlar, çağırıyorlar fakat bunların uluslararası arenada temsilcileri yok. Bir diktatörü deviriyorlar, sonra ordu yönetime el koyuyor. Ordu, zaten Amerika ile işbirliği içerisinde.
Ölümüne giden bir sokak hareketinde -Suriye de buna örnektir Mısır da- bir dış gücün kışkırtmasıyla insanların silahlara göğsünü siper etmeyeceği, silahların üzerine yürümeyeceği kanaatindeyim. Buralarda bir yerel dinamik var, fakat o yerel dinamik sahipsiz. Temsilcisi yok, örgütü yok. Kırk iki yıldır baskı var, yoksulluk var, adam kendini yakmaktan başka çare bulamıyor. Bunları kim örgütleyecek, kim bunların hedeflerini siyasal merkeze taşıyacak belli değil.
SIRADA “ABDESTLİ KAPİTALİZMLER” VAR
Mısır’da seçimlerin sonucunda büyük ihtimalle (Tunus’taki En-Nahda hareketinde olduğu gibi) İhvan-ı Müslimin hareketi ve onun kurduğu Hürriyet ve Adalet Partisi(HAP) iktidara gelecek. Tunus’daki En-Nahda AKP’yi örnek alıyor. Hamas AKP’yi örnek alıyor. Bu hareketleri çok iyi tanırım. Milli Görüşü de, AKP’yi de çok iyi tanırım. Bunların içinden geliyorum. Ben bir şey fark ettim fakat bunlar hala fark etmedi. Fark ettiğimiz şey şu; adını saydığım hareketler yeşil kuşak projesi gereği soğuk savaş döneminde zihinleri antikomünist bir operasyondan geçirilmiş dindar zihinleridir. Bunlar dindar olmadan önce antikomünistlerdir. Yani önce mülkünü koruması lazım, sonra bunu koruyacak bir manevi karizma lazım onun için de müslümandır. Hıristiyan da olabilirdi. Müslümanlık burada bir stepne oluyor. Asıl dava olmuyor. Bunların genel özellikleri, Allaha inanırlar fakat güvenmezler. Allaha inanırlar, fakat paraya servete güvenirler. Bu nedenle rahatlıkla mülke, paraya tamah eder hale gelirler, kapitalizmle bir sorunları yoktur. Rahatlıkla kapitalist cenaha geçebilirler. Amerikan aklı dediğimiz yerden baktığınızda bunlardan daha iyi bir partner olamaz. Biz bu sürece küresel kapitalizmin bölgemizde bu gruplar eliyle meşrulaştırılması diyoruz. Kapitalizme “abdest aldırılması” diyoruz. Şuan Türkiye de olan budur. Tunus’ta, Mısır’da olacak olan da budur. Buna kapitalistlerin de ihtiyacı var, bölge de şuanda buna aç. Yıllarca sistemden dışlanmışlar, dindar, muhafazakar antikomünist bir tezgahtan geçirilmiş ve yaşaması gereken dünyevileşme sürecini yaşayamamış kitleler gözleri hiç bir şey görmeden açlıklarını şuanda doyurma sürecindeler. Onun için mala, mülke, servete, iktidara alabildiğine koşuyorlar. Bu süreç henüz tamamlanmadı, en ileri noktası Türkiye’de yaşanıyor. Mısır ve Tunus, Türkiye’ den 10 yıl geriden geliyor. Tunus’da, Mısır’da muhtemelen ileride Suriye’de “ılımlı İslam veya abdestli kapitalizm” dediğimiz düzenler kurulacak. Fakat bunun içerisinden başka bir muhalefet çıkacak. Veya var olan muhalefet buna doğru evirilecek. Muhalefette de din dilini kullananlar olacak. Bunlar da onlara karşı çıkacak. İşte tam o zaman İslam dünyası hakiki çelişkisine oturtmuş olacak.
Türkiye’ den örnek verirsek; Bir muhalefet olması gerekiyor. Ben bu muhalefetin dinsel dilini oluşturmaya çalışıyorum. Ama muhalefet tarafında Ergenekoncular, CHP ve ulusalcılar da olduğu için mevcut muhafazakârlar bizi oraya hapsederek hakiki çelişkiyi
sahte çelişki ile örtmeye çalışıyor. Oysa AKP ile Ergenekoncu veya ulusalcı arasındaki çelişki hakiki bir çelişki değildir. Bu bir sopa değiştirmedir. Burada bir muhalefet yok ki Ergenekoncular, ulusalcılar iktidara gelse ne olacak? Kapitalizme karşı bir itirazları yok. Muhalefetin antikapitalist ve antiemperyalist olması gerekiyor. Yani dış bağlantılara, dış müdahalelere karşı çıkacak ve kapitalist ekonomik sisteme itiraz edecek. Bu sisteme karşı alternatif bir şey söyleyecek. Diğer yandan mevcut iktidar dinsel kökenden geldiği için, buna karşı itirazın da dinsel kökeni olması lazım. Bu coğrafyada nasıl ki iktidarın yerel dinamiklerden oluşması gerekiyorsa muhalefetin de yerel dinamiklerle bağlantısı olması gerekiyor ki rayına oturmuş olsun. Diğer türlü dışa bağımlı gibi gözükür. Dolayısı ile bu Arap baharından sonra İslam dünyasının çeşitli yerlerinde ılımlı İslam rejiminin kurulacağını ve ona karşı yine dinsel kökenli muhalefet hareketlerinin baş göstereceğini öngörüyorum.
1) S.Dayanışma: İran’ın bölgedeki rolünü nasıl görüyorsunuz?
İ.ELİAÇIK: İran’ı biraz farklı değerlendirmek lazım. İran’da antiemperyalist damar çok kuvvetli. Ama yeterince antikapitalist değil. Bir de yeterince özgürlükçü değil. Dinsel baskı eğilimleri var. Bu da İran için sorun oluşturuyor. Dış güçler, İran’ın yeterince antikapitalist olmamasından memnunlar. Ama bu özgürlükler meselesini çok kullanıyorlar. İran’da başörtüsü vb. meselelerde baskılar var. Bu konudaki mücadeleyi İslami devrimin simgesi olarak görüyorlar. Hâlbuki bunlar yanlış. Bir ülkede ne olduğu zaman oraya bir düzen olarak İslam girmiştir diye merak ediyorsanız bana göre bunun ölçüsü sosyal adalettir. Zenginle yoksul arasındaki uçurum giderek artıyor mu azalıyor mu? Mülkiyet hakça paylaşılabiliyor mu? Yoksa paylaşılamıyor mu? Sömürü var mı yok mu? Esas ölçü bunlardır. Yoksa ne başörtüsüdür, ne ezan okumaktır, ne namaz kılanların sayısının artmasıdır ne de hacca gidenlerin çoğalmasıdır. Türkiye de bunların hepsi var da ne oluyor? Bunlar bir ülkede İslam’ın kuvvetli bir şekilde yaşandığı, oraya yerleştiği manasına gelmez. Ritüellerin ete kemiğe büründürülmeden, hayatta gereği yapılmadan manasız tekrarı anlamına gelir. Dolayısı ile İran bu sorunlarını hallederse hem emperyalizme hem de kapitalizme karşı kuvvetli bir kaleye, bölgede bir direniş odağına dönüşebilir.
Allah’ın Sesi İle Yoksulun Sesini Birleştirmek Lazım
2) S.Dayanışma: Peki halk hareketlerinin olduğu bu Arap ülkelerinde sizin gibi merkezine adalet ve mülkiyet meselesini almış olanlar var mı? Varsa güçleri ne kadar?
İ.ELİAÇIK: Varlar fakat çok zayıflar. Aşağı yukarı Türkiye’deki gibi. Türkiye’den biraz kuvvetli sayılabilir. Şöyle düşünün, Mısır’da “Allah, ekmek, onur, özgürlük” diye meydanlarda bağırıyorlar. Ordu ile çatışıyorlar. Son on günde kaç kişi yaşamını yitirdi. Bu dinecek gibi de görünmüyor. Çünkü henüz rayına oturmuş değil. Oysa biz bunu Türkiye’de yapamıyoruz. (Mesela Mısır başkonsolosluğunun önüne gittik “Allah, ekmek, özgürlük” diye bağrınca bir grup genç solcular Allah diye bağırmadır. İslamcılar da ekmek diye bağıramadı.) Ama Mısır’dakiler bunu çözmüşler. Türkiye’den daha ileri görüyorum. Böyle olması lazım. Yani bu coğrafya’da Allah’ın sesi ile yoksulun sesini birleştirmek lazım. Antikomünist yeşilkuşak projesi bunu ayırdı en büyük projeleri de buydu.
3) S.Dayanışma: AKP’nin Truva atı rolü ne kadar süre halklar içerisinde geçerli sayılacak?
İ.ELİAÇIK: Bu coğrafyanın yani eski Osmanlı haritasının derlenip toparlamaya, birleşmeye, birliğe ihtiyacı var. Çünkü baktığımız zaman dünyanın orta yerinde İslam dünyası denilen koskoca bir boşluk var. Bu böyle gitmez, dünyanın geleceği açısında da bu gerekli. Burada bir yan yana gelme, birleşme gerekiyor. Bunu kim yapacak? Olması gereken, bunu yerli güçlerin, kendi çıkarları doğrultusunda yapması. Fakat Avrupalılar ve Amerikalılar, buna izin vermiyor “bunu biz yapacağız” diyorlar. Hatta Graham Fuller’in bir sözü vardı: “İslam dünyasının yenilenmesi sorunu oranın yerli güçlerine bırakılmayacak kadar önemlidir” diyordu. Bugün kapitalizmin dayandığı hammaddeler, petrol başta olmak üzere bu bölgeden çıkıyor. Afrika dâhil olmak üzere Avrasya dediğimiz coğrafya ile bağları koparıldığı zaman Amerikalıların ve batı dünyasının geleceği tehlikeye girer. Bölge güçlerinin istekleri ile Batılıların istekleri örtüşmüş gibi gözüküyor. Türkiye’de AKP’nin Yeni Osmanlı hayali, bölgenin ihtiyacını karşılayan bir yerli bir projeymiş gibi gösteriliyor. Ama bu proje aynı zamanda batı dünyasının istekleri ve arzuları ile de tamı tamına örtüşüyor. Tam da bu noktada ben kaybedenin AKP olacağını düşünüyorum. Çünkü böyle bir yeni Osmanlı projesi ile ortaya çıkmanın siyasi, sosyal, ekonomi-politik arka planı olmadığı için Batılılar tarafından bir süre kullanılacağını ve daha sonra tamamen onların güdümüne geçeceğini öngörüyorum. Bu böyledir, ayı ile yatağa girilmez. Bu tarih boyunca böyle olmuştur. Onların emellerine alet olmamanız için kuvvetli bir siyasal, sosyal planınızın olması gerekir. Yeterince antikapitalist olmanız gerekir.
Türkiye’deki mevcut hükümetin dış politikasına en kuvvetli eleştirim Amerikan politikasına göbekten bağlı olmasıdır. Tayyip Erdoğan, Ortadoğu coğrafyasında Amerika’dan habersiz tek bir iş yapamaz. Kesinlikle bağımsız bir politika izleyemez. Bir gözü sürekli Amerika’dadır. ‘One munite’ bile hesaplıdır. Bu coğrafyaya, Arap sokaklarına bir kahraman lazımdı. Bu kahramanlığın da kesinlikle İsrail’e kafa tutmaktan geçtiğini bilen göstermelik bir şeydi. Bizi onlarla kandıracağını mı zannediyor? Sistem olarak ne yapıyorsun ona bakarım ben. Sistem olarak, dahası zihniyet olarak emperyalizmle, kapitalizmle hiçbir sorunun yok. Senden Amerika’ya, Avrupa’ya karşı bir alternatif çıkmaz. Bunlar artık eski kuşak İslamcılar. Soğuk savaş döneminin antikomünist kafalarıyla şekillenmiş muhafazakâr sağcı bir takım gruplardır. Hem nalına hem mıhına vurarak, kurtlarla saldırıya katılıp koyunlarla ağlaşmak iş değildir. Ahmet Davutuğlu’nun ‘stratejik derinliği’ pratikte bundan başka bir şeye yaramıyor. Biz başka bir şey savunuyoruz. Türkiye’nin Ortadoğu’da bir direniş odağına dönüşmesi gerekir. Bu mümkündür, dünyanın bölgenin buna ihtiyacı vardır. Tahrir meydanındaki, Wall Street’teki sahipsiz çığlıkları temsil etmelidir. Bunları dünya sistemine zararsız hale getirmek isteyenleri, ılımlılaştırmak isteyenleri değil… Bunlar ileride kendi örgütlerini kuracaklar, kendi temsilcilerini çıkartacaklar, ama yakın zamanda böyle bir şey beklemiyorum. Şu anda Tahrir meydanını saran yıkıcı bir dalga, ama kurucu enerjisi yok. İş kuruculuğa geldiği zaman çakallar ve dünyanın işbirlikçileri devreye giriyor. Ve devrimi onların elinden alıyorlar. Onlar da geri vermemek için mücadele ediyorlar. Bu mücadele bir müddet daha devam edecek diye düşünüyorum…