AKP’ye Kapatma Davası: Balans Ayarı mı, Darbe Adımı mı?
21.03.2008
Türkiye siyasetinin özellikle 2007 başından bu yana içine girdiği çalkantılı süreç, AKP’ye açılan kapatma davasıyla yeni bir boyut kazandı. AKP cephesinde, kapatma davasını Ergenekon operasyonuna bağlama eğiliminin güçlendiği görülürken, MHP’nin başörtüsü sorununda takındığı tutum nedeniyle kendisine de dava açılabileceğini bilmesinden ve tüm stratejisini AKP’nin muhafazakâr tabanını kazanmak üzerine kurmasından ötürü fazla ses çıkartmamayı tercih ettiği anlaşılıyor. CHP’nin ise davadan dolayı duyduğu memnuniyet gözle görülür biçimde hissediliyor.
Parti kapatmaya tutarlı bir biçimde karşı çıkan siyasi öznelerin ise; yine AKP’nin Meclis çatısını dar etmek için elinden geleni yaptığı DTP ve 1 Mayıs 2007’de polis terörüyle meydanları kendisine dar etmeye çalıştığı sosyalist partiler olduğu görülüyor.
Yapılan değerlendirmelerin genelinde ise kapatma davasının bir “balans ayarı” olduğu savı öne çıkıyor.
Aynı savı izleyen AKP’li Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras’a referansta bulunarak yaptığı “kapatma davası Ergenekon’u perdeliyor” minvalindeki açıklamanın da bir spekülasyon olmadığını düşündürecek çok sayıda veri bulunuyor. Zira militarokratik oligarşik devlet bünyesinde devam eden iki çizgi kavgasının, dünyada Atlantik paktıyla Avrasya paktı arasında vuku bulan emperyalist paylaşım mücadelesinin yükselişine bağlı olarak şiddetlendiği her geçen gün daha da belirginleşiyor.
Kuşkusuz Ertuğrul Günay’ın Ergenekon’a işaret eden açıklaması, AKP’nin militarokratik oligarşik devletin bünyesindeki siyasal çizgilerden birinin bileşeni olduğu göz önünde bulundurularak değerlendirilmeli. Zira en başından beri Atlantik paktının desteğini arkasına alarak politika yapan AKP’nin meşhur Dolmabahçe mutabakatıyla birlikte Genelkurmay’la da uzlaştığı biliniyor.
Kapatma davasını Ergenekon çizgisi tarafından gerçekleştirilen bir hamle olarak algılayan AKP, bu hamleye karşı kendi cephesini tahkim etmeye çalışıyor. Bunun için, bir yandan Ergenekon’a işaret ederek AB’ci liberal kesimleri ve tekelci sermayeyi yanına çekmeyi denerken diğer yandan da kapatma davasının AKP oylarını artırcağını dile getirerek, AKP’ye karşı olmakla beraber demokratik mekanizmaların devamından yana olan bürokrasi içindeki kesimleri davadan cayılması için harekete geçirmeyi deniyor.
AKP’nin rasyonel çıkarları veri alarak izlediği tüm bu taktik adımlar kapatma davasının bir “balans ayarı” olduğu tezini esas alıyor. Zira AKP ne tekelci sermayenin ne de bir süredir aynı kampta yer aldığı Genelkurmay ile ABD’nin bir darbeye geçit vermeyeceğini düşünüyor.
Peki politikanın öznelerinin her zaman rasyonel çıkarları doğrultusunda hareket ettiklerini öne sürmek doğru bir varsayım mıdır?
Örneğin 1914 yılında dönemin Başkumandan vekili Enver Paşa’nın inisiyatifiyle girişilen Sarıkamış Harekatı’na yol açan saiklerin rasyonel çıkar prensibine dayandığı söylenebilir mi? Söz konusu harekat kararında Enver Paşa’nın tutkularının “devletin nesnel çıkarları”nın üzerinde bir saik olarak işlev gördüğü anımsanmalı.
Tarihte iz bırakan olayların içinde, tutku saikiyle meydana gelenler ile çıkar saikiyle meydana gelenlerin birbirine denk bir yekuna tekabül ettiği ortadadır. Ancak çıkara bağlı eylemlerle, tutkuya bağlı eylemler arasında niteliksel bir fark bulunur. Çıkar, hep önceden kestirilebilir bir eylem saikiyken; daha çok arzu ve ihtiras gibi duygulara bağlı olarak oluşan tutkunun yol açacağı eylemin önceden tahmin edilmesi pek mümkün olmaz.
Bu çerçevede, kapatma davasının öznesi olarak işaret edilen Ergenekon çizgisinin önüne koyduğu hedeflerin ve bugüne kadar gerçekleştirdiği öne sürülen eylemlerin tamamen çıkar saikine bağlı olarak açıklanabileceğini söylemek pek mümkün görünmüyor. Aynı nedenle Ergenekon, tıpkı modern ordunun oluşumuna karşı direnen Samuraylar gibi, bir çıkar hareketinden çok gücünü daha fazla oranda duygulardan alan bir tutku hareketi olma özelliğiyle öne çıkıyor.
La Bruyère, 1687 yılında Karakterler başlığıyla kaleme aldığı eserinde şöyle yazmıştı: “Tutkuların aklı yenmesinden daha basit bir şey yoktur. Tutkunun esas zaferi çıkar karşısında üstünlük sağlamaktır”.
Öyle görünüyor ki, AKP’yi kapatma davasının bir “balans ayarı” olmakla yetinip yetinmeyeceği tutkuların çıkarlar üzerinde üstünlük sağlayıp sağlamayacağına göre belli olacak.
Son olarak, 12 Eylül sonrasında geçmiş dönemde sahip oldukları inançlarını yitirerek bütün demokratik beklentilerini çıkarların tutkular karşısında mutlaka üstün geleceği öngörüsüne bağlayan liberal sol kesimlere devlet içindeki iki çizgi mücadelesinin nihai sonucunun ne olabileceği konusunda kestirimde bulunurken, Spinoza’nın Etika’da yapmış olduğu şu saptamayı dikkate almalarını öneriyorum: “Bir duygu daha güçlü bir karşı duygu dışında herhangi bir güçle dizginlenemez veya ortadan kaldırılamaz”.
Cem Özatalay