Pek severiz akıl vermeyi, değişik amaç ve nedenlerle.Mesela; bugünlerde liberaller Erdoğan’a bol bol akıl veriyorlar. Şöyle bir Cumhurbaşkanı olmalıymış, herkesi kucaklamalıymış, anayasaya uymalıymış, yargının bağımsızlığını korumalıymış… Bir de aklıma seçim öncesi CHP’ye akıl veren ulusalcılarımız geldi. Hatırlarsınız, Halkevleri bir açıklama yapıp CHP’yi Ekmeleddin’i desteklemekten vazgeçmeye çağırmıştı.Bu iki örnekte beklentileri olan bir yerlere seslenme var. İdeolojik, politik ve pratik olarak aslında çok da ayrı düşülemeyen öznelere çağrı var. Bu çeşit akıl vermeler akıl verilenden kopulamamanın göstergesi. Eşinden bir türlü ayrılamayanların onu ‘adam etmek’ için çabalamasına benziyor. “Ama şöyle yapmalısın, şunu da görmelisin” diye diye uzayıp giden, kopuşu bir türlü sağlayamayan problemli ilişkiler gibi.
Asıl üzerinde durmak istediğim akıl verme durumu ezilenlerin farklı kesimleri arasında yaşanan. Ezilen ve mücadele eden kesimler çok iyi bilirler akıl verilip durmasının yarattığı rahatsızlığı. Mesela kadınlar. Efendim, aslında kadınlar şöyle yapmalıymış, işçi sınıfı mücadelesine katılarak zaten özgürleşeceklermiş, ne gerek varmış ayrı örgütlenmeye. Hatta kadın mücadelesinin ayrı gündemler yaratması sınıf mücadelesini perdeliyormuş. Bu tartışmalar çok eski değil ve hala böyle düşünenlerin sayısı da az değil. Burada yapmak istediğim düşüncenin kendisini değil yaklaşımı tartışmak. Ezilenlerin kendilerini ezen kesimlerden –bu kesim mücadelenin içinde olsa da- akıl almaya ihtiyacı yok. Kadınların erkeklerin ya da daha kibar olalım erkek egemen zihniyeti taşıyanların aklına değil, kendi örgütlenmelerine, güçlerini birleştirmelerine geri kalanların, önlerinde tıkaç rolü üslenenlerin ise biraz geri durmasına ihtiyaçları var. Yoksa biz de akıl çok.
Mesela, Kürtler. En çok birilerinin kendilerine akıl vermesinden rahatsız oluyorlar doğal olarak. Bunu da sık sık dile getiriyorlar.Mücadele eden, kendini ortaya koyan her kesim çok iyi biliyor ki dostça eleştiriyi aşan akıl vermeler ezenlerin ideolojisinden besleniyor. “Şöyle yapmalıdırlar, şöyle yapmamalıdırlar” ifadeleri kendini hemen ele veriyor. Bir kere ezen tarafta olan bir kesim kim olursa olsun ezilen kesimle ilgili konuşurken sözlerini on kere tartmalıdır. “Bu söylediğim neye hizmet eder” diye. Farklı toplumsal kesimler birbirlerinin ezilmişlik durumlarını, bunun yaşamlarımızdaki, bilincimizdeki tezahürünü ve ideolojik etkilerini sürekli sorgulamalı ve ilişkilerini, yaklaşımlarını tekrar tekrar inşa etmelidirler. Bu zorlu bir süreç ve sürekli uyanık olmayı ve olayların üstünden atlamamayı gerektiriyor.
Son günlerde Cemil Bayık’ın Ruşen Çakır’la yaptığı röportaj çok tartışıldı. En çok da HDP’deki marjinallerden kimleri kastettiği ile ilgili. Bu konunun çokça tartışılması farklı çevrelerce eleştirildi. Özellikle yaşadığımız süreçte Ortadoğu’daki gelişmeler ele alındığında röportajdaki çok daha önemli yaklaşımları gölgeler kaygısıyla. Bu kaygıya katılmakla birlikte söz konusu olan kesim toplumun belki de en çok ezilen ve hor görülen kesimi LGBTİ bireyler olduğu için bu yaklaşımı ele almak gerekir diye düşündüm.
Önceleri kastedilen kesimin kimler olduğu tartışıldı. Ama çok açık ki kastedilen kesim birilerinin bu tartışmalarda adlarını telaffuz etmekten dahi imtina ettiği LGBTİ bireylerdir. LGBTİ bireylerin marjinal görülmesinin nedenleri açıklanırken kimileri Kürt Özgürlük Hareketinin toplumsal tabanının muhafazakarlığından söz ediyor. Bu kesinlikle bir gerekçe olamaz. Aynı toplumsal kesim kadının özgürlük mücadelesini kabullenmek zorunda kalmıştır ve bence aynı özgür kadınlar şimdi LGBTİ bireylerin kabulü ve hakları meselesini hareketin içinde ciddi bir tartışma konusu haline getiriyorlardır.
Bayık’ın röportajıyla ilgili akıl veren iki yaklaşıma değinmeden edemeyeceğim. Bu yaklaşımların sahipleri ne hikmetse erkek yoldaşlar. Biri Veysi Sarısözen. Sarısözen, İmece TV’de katıldığı bir programda bu konuyu ele alırken LGBTİ bireylerin adını dahi anmadan, “belirtilen kesim kendini magazinel yollarla ifade ediyor, bu da rahatsızlık yaratıyor” diyor. Ezilen bir kesim kendisini nasıl ifade edeceğine ezen tarafta olanların aklıyla karar veremez. Her ezilen kesim kendi dinamikleriyle ifade ve mücadele yollarını açar. Ezenler de buna saygı duyduğu oranda özgürleşir. Ona bakarsanız sadece kadınların katılımıyla örgütlenen 8 Martlarda kadınların fazla “oynak” olduğu da eleştiriliyor. Biz artık bunlara gülüp geçiyoruz.
Diğer ele almak istediğim bir yaklaşım da Demir Küçükaydın’a ait. Küçükaydın “Programıyla kimsenin cinsel tercihinden dolayı bir baskıya uğramayacağı bir hedef; böyle bir hareket yaratabilmek için, pek ala taktik ve örgüt düzeyinde o baskıya uğrayanların sorunları pek öne çıkarılmayabilir; onlardan uzak kalmak gerekebilir.” diyerek aslında LGBTİ bireylerin mücadelesinin bu dönemde pek de öne çıkarılmaması gerektiğini ‘salık veriyor.’ Bu yaklaşım bana üyesi olduğum Eğitim-Sen 3 Nolu şubede LGBTİ komisyonunun çalışmalarından rahatsız olan erkek arkadaşların durumunu çağrıştırdı. Bu arkadaşlar LGBTİ komisyonunun çok gündem olduğunu, bu durumun üyeler arasında sıkıntı yaratabileceğini söylüyorlardı.
Aslında mesele sendikamızın başka gündemlerle ilgili yeterli çalışma yapmaması iken mesele böyle tartışılıyordu. Bu yaklaşımın erkek egemen, homofobik zihniyetten beslendiğini herhalde ifade etmeye bile gerek yok. Ayrıca ilkesel meselelerin güncel politikaya kurban edilemeyeceğini hatırlatmak isterim. Yıllardır Kürt meselesine bakışımız nedeniyle örgütlenmede yaşadığımız sıkıntılara rağmen bu meselenin önümüze koyduğu görevlerden bir an olsun geri durmadık, kimilerinin sınıfı ve Alevileri örgütlerken Kürt meselesinden daha az bahsetmemizin işlerimizi kolaylaştıracağına dair akıl vermelerine rağmen…
HDP’nin meselesi toplumun tüm ezilen kesimlerini kapsayan programını pratikte hayata geçirmek, bu kesimleri örgütlemektir. Yoksa LGBTİ bireylerin HDP’deki varlığı ve kendilerini ifade şekilleri değil.Ayrımcı, ırkçı, cinsiyetçi, egemen tüm zihniyetler, mücadele içinde ezilen kesimlerin birbiriyle teması, acısını ve öfkesini paylaşmasıyla mahkum edilebilir. “Şu kesim bu zaman sussun, kendini şöyle ifade etmesin” yaklaşımı egemen zihniyetin etkisi altındadır. Toplumsal mücadele ezilen farklı kesimlerin birbirleriyle de mücadelesidir aslında. Egemen zihniyetin etkilerine karşı ideolojik, politik mücadele ötelenemez.
Kadınlar erkek cinayetine kurban gittiğinde ne kadar canımız yanıyor ve öfkeleniyorsak LGBTİ bir birey katledildiğinde de aynı oranda acı ve öfke duyuyoruz. Şengal’de kadın, çocuk, yaşlı demeden bir halk katledildiğinde nasıl öfkeleniyorsak, işçiler iş cinayetine kurban gittiğinde de aynı öfke ve acıyı hissediyoruz. Yıllardır nasıl “Kürdistan’a Özgürlük” dediysek Erdoğan “affedersiniz Ermeni dediler” dediğinde de “hepimiz Ermeniyiz” dedik. İşte bu yüzden HDP’deyiz ve ezilen tüm kesimlerin umudunu büyütmek için çabalıyoruz.