HDP büyük bir iş başardı. Burası kesin. Bunda emeği olanlar ne kadar mutluluk ve gurur duysa o da sonuna kadar hakları. Fakat elde edilen bu büyük başarı ancak bir “başlangıç”. Ve dahası bu başarıyı daha da ileri taşıyabilmek için özellikle Batı’da yapılması gereken, özellikle sosyalistlerin başarması gereken çok önemli atılımlar var.
HDP’nin başarısında Kürt Halkı’nın muazzam örgütlülüğünün aslan payı katkıyı sağladığı muhakkak. Seçimlere parti olarak girilmesinde, HDP’nin Batı’da da önemli bir karşılık bulacak bir taktik çizgiye çekilmesinde, seçim sürecinin genel parametrelerinin örgütlenmesinde, örneğin tüm örgüte sandık bazlı çalışmanın dayatılmasında Kürt Özgürlük Hareketi’nin deneyim ve birikiminin çok önemli etkisi olduğu açık. Biz SODAP olarak HDK/P içinde en başından bu yana AKP’ye karşı çok net bir tutum alınması gerektiğini savunuyorduk. Bu konudaki ısrarcılığımızdan dolayı fazlaca yalnız kaldığımız, anlaşılamadığımız zamanlar olmuştu. Dolayısıyla “Seni Başkan Yaptırmayacağız” çizgisinin sağladığı karşılığı çok önemsiyoruz. Fakat bu sloganın parti içinde çok daha kabul görür olabilmesi için Rojava’daki savaşta AKP’nin kirli yüzünün çok daha görünür olabilmesi gerekti. Bu tabloda eşyanın doğasına aykırı bir durum yok, sonuçta herkes kendi deneyiminden öğreniyor. HDP gibi çoklu bir partide de her yapılan önerinin hemen karşılık bulması mümkün olmayabiliyor.
Biz aslında bu yazıda başka bir konu üzerinde durmaya çalışacağız. Kürt Özgürlük Hareketi ile diğer bileşenler arasındaki güç dengesinin giderek artmasının HDP’nin geleceğini nasıl etkileyeceği sorusuna verilebilecek cevaplar üzerinde düşünmek istiyorum. Öncelikle seçim sonuçlarının güç dengesizliğini büyüttüğünü düşünüyorum. Batılı seçmenin de HDP’ye önemli bir destek ürettiği açık ama bu desteğin Kürt halkının daha önce diğer partilere destek veren öbeklerinin ürettiği desteğe kıyasla sınırlı kaldığı da açık. Kürt olmayan öncelikle Alevi, solcu, demokrat unsurların kesimlerin şövenizm hendeklerini aşarak partiye destek vermeleri çok anlamlı ve üzerinde çalışılması gereken bir olumluluk. Fakat burada sadece seçim çalışmasıyla ya da HDP olarak aşılamayacak bir sorun var.
HDP’ye verilen desteğin çok önemli bir kısmının Kürt Özgürlük Hareketi’ne verilen bir destek olduğu düşünülebilir. HDP çok önemli bir momentum kazandı, bu momentumun kazanılmasında Kürt Özgürlük Hareketi’nin yıllar süren, yoğun emek ve bedel ile bezeli mücadelesinin büyük payı var. Özellikle müzakere sürecinde Rojava’da yaşanan gelişmeler bu desteği daha da büyüttü.
Kürt Özgürlük Hareketi, özellikle Abdullah Öcalan’ın son yıllarda geliştirdiği tezlerle geleneksel bir ulusal kurtuluşçu hareket olma vasfının ötesine geçen bir hüviyet kazandı. Kapitalist modernite eleştirisi, ulus devletin reddi, demokratik ulus paradigması, demokratik özerklik ilkesi halkların ortak kurtuluş mücadelesi vermesinin önünü açan, ezilen ulus milliyetçiliğinden ziyade çok daha enternasyonalist bir kurtuluş projesine olanak yaratan açılımlar oldu. HDK/P’de aslında büyük oranda bu zeminde yükseldi. BDP’nin HDP’yi, bu yeni çizgiyi güçlendirecek biçimde konumlandırılması da sürecin önünü açan, tüm zorluklarına rağmen, sonuçlar yarattı.
HDP, iki seçimdir olumlu konjonktürden yararlanarak çok önemli atılımlar gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmeleddin vakası, genel seçimlerde de Erdoğan’ın başkanlık hayallerinin önünün kesilmesinin olanağı partiye ciddi bir sıçrama gerçekleştirme zemini yarattı. HDP tabii ki sadece bunlarla ileriye atılmadı, yukarıda zikredilen uzun mücadele birikimi ve ülkenin sorunlarının çözümü için ortaya konan çerçeve/program/bildirge ve tabii ki Selahattin Demirtaş’ın oynadığı özel rol hepsi bir arada bu sonucu yarattı. Zaten ancak belli bir birikim ve imkanı olan hareketler önlerine çıkan böylesi tarihi olanakları pozitif sonuçlara yönlendirebilirler. Eğer siyasi hareketin belli bir hazırlık, donanım ve mücadele gücü yoksa kendiliğinden gerçekleşen bir devrimi, ayaklanmayı bile ıskalama durumu ortaya çıkabilir.
Kritik soru şu: HDP, elde ettiği büyük başarıya rağmen emek/sermaye çelişkisini harekete geçirmeyi başarabildi mi? Muhakkak ki Kürt sorunu ile emek/sermaye çelişkisi arasında dağlar yoktur, aksini iddia etmek KP kalpazanların tuzu kuru solculuklarının seviyesine düşmek olur. Ancak ortada açık bir gerçek var: Kürt olmayan işçiler, emek sermaye dolayımından yola çıkarak HDP’ye oy vermediler, büyük oranda AKP’ye kısmen de CHP ve MHP’ye oy vermeye devam ettiler.
Kürt Özgürlük Hareketi önderliğinde Kürt Halkı diktatörlüğün engellenmesi, AKP’nin siyasi zaferler silsilesinin durdurulması noktasında üzerine düşen her şeyi yaptılar, yapmaya da devam edecekler. Müzakere sürecinin ilk dönemindeki geçici kafa karışıklığı günleri dışında Kürt Özgürlük Hareketi zaten bu ülkenin en önemli demokratikleşme dinamiğini oluşturuyor yıllardır. Fakat sunulabilecek katkının da sınırları var.
HDP emek/sermaye çelişkisini yansıtmaya uygun bir siyasi avadanlıktır, fakat bu gerilimi kendisi büyütemez, bu gerilim kendi içine taşınırsa onu yansıtır. Yani HDP bu haliyle Kürt olmayan işçileri işçi oldukları için örgütleyemez, ama Kürt olmayan işçiler sosyalist bir hareketin katkısıyla örgütlenip HDP’de siyaset yapmak isterlerse bunun önünde hiçbir engel yoktur. Bunun neden böyle olduğunun tartışılmasını başka bir yazıya bırakalım.
Yani şöyle bir durum ile karşı karşıyayız: Bölgemiz ve dünya fokur fokur kaynarken, büyük siyasi altüst oluşluklara ülke/bölge/dünya gebeyken “biz”ler çok etkili bir siyasi araç yarattık. Bu aracın siyasi ağırlığı ve belirleyiciliği giderek artıyor fakat bu ağırlık artarken hareketin bileşenleri, ezilen öbekleri arasındaki dengesizlik de daha fazla artıyor. HDP’nin gerçekten bir tüm ezilenlerin partisi olmasının bütünüyle, ezilenlerin farklı öbeklerinin HDP içine gerçekten taşınması ile ilgili bir durum olduğunu anlamak durumundayız. HDP’nin sosyalizm/sınıf hareketi ile mesafesi Altan Tan’dan kaynaklanmıyor, daha ziyade emek/ sermaye çelişkisinin örgütlenmesini varlık nedeni olarak gören bizlerin, HDP’nin sosyalist bileşenlerinin bu fay hattını yeterince çalıştıramamızdan, sınıf örgütlenmesinde yeterince derinleşememizden kaynaklanıyor. Hakkını yemeyelim, merkezi propagandada sınıfsal meseleler çok daha fazla işlendi bu seçimlerde, topluma bu yönlü mesajlar verilmeye çalışıldı, fakat bu söylemlerin toplumda yarattığı dalgalanma Erdoğan karşıtı ya da Kürt halkının hakları ile ilgili olan söylemler kadar etki yaratamadı. Bu tablo HDP için , en azından bizlerin bakış açısına göre, bir risk yaratıyor.
Dolayısıyla sosyalistlerin önümüzdeki dönemde HDP’ye sadece kadrosal değil kitlesel destek üretecek bir noktaya varmaları gerekiyor. Bunun için de HDP’nin örgütlenmesine olduğundan çok daha fazla kendi toplumsal tabanları olan işçileri, yoksulları örgütlemeyi başarmaları, emek/sermaye çelişkisini hissedilir derecede şiddetli bir seviyeye taşımaları gerekiyor. Bu başarılamadı diye HDP projesi kadük olmaz ya da bizler işçiler HDP’ye yeterince destek vermiyor diye HDP’den uzaklaşmayız. Ancak HDP tüm ezilenlerin ortak kurtuluşunun öncüsü olarak tarihi rolünü oynayamaz. Tüm arzu ve niyete rağmen ezilme ilişkilerinin bir kısmı öne çıkar. Sosyalistler kendi gündemlerine kilitlenmektense sadece Kürt Özgürlük Hareketi’nin politik gündemlerine kilitlenir, ruh hali onunla iner çıkar hale gelirse, “Kürt Sorunu’nun çözümü olmadan sınıf da örgütlenemez” noktasında kalırsa Kürt Sorunu’nun çözümüne de HDK/P’nin büyütülmesine de yeterince katkı sunamamış olur. Bu katkıyı sunabilecek mahareti gösteren, HDP’yi yeni bir ezilen dinamiğin katılımına açan politik özne de bu yarattığı katkı oranında politik etkinliğini arttırır.
Kürt Halkını, HDP örgütlemedi, tam tersine Kürt Özgürlük Hareketi’nin yarattığı büyük halk örgütlenmesi HDP’yi yarattı, aynı şekilde HDP’nin gerçekten tüm toplumun önünü açacak bir iktidar seçeneği gelebilmesi sosyalistlerin kendi kabuklarını kırabilmesine, emek/sermaye çelişkisini derinleştirerek HDP’ye taşıyabilmesine bağlı. Bu HDP’yi gerçek bir iktidar seçeneği haline dönüştürecek tarihi bir atılım anlamına gelir.
Peki yıllardır bu konuda yeterli atılımı sağlayamamış olan sosyalist hareket bugün nasıl olacak da bu büyük görevin altından başarıyla kalkabilecek?
Kürt Özgürlük Hareketi’nden etkilenme onun politik gündemine eklemlenme, dünyaya o pencereden bakma şeklinde değil ama onun meseleleri ele alma tarzından öğrenme şeklinde olmalı. Kürt Özgürlük Hareketi, esas olarak en büyük gücünü dönemin kilidini açacak taktik çizgiyi belirleme ve ona ne pahasına olursa olsun yapışabilme yeteneğinden alıyor. Sosyalist hareket, dogmatizmden kopabildiği özel anlarda dahi imkan ve olanakları tespit etmekle sınırlı kalıyor, bu imkan ve olanakların sonucunu alma noktasında son noktaya kadar gidebilme konsantrasyonunu gösteremiyor. Bu yılların kazandırdığı en kötü alışkanlık. “Biz söyledik ama dinlemediler”, söyleyen, tespit eden ve hayata geçiren bir özneye dönüşmek gerekiyor. Politik gündemleri birer tartışma meselesi haline getirmeden önce o gündemin gerektirdiği tüm gerilimleri taşıyabilecek hale bürünebilme noktasında genelde noksanlıklar ortaya çıkıyor. Oysa Kürt Özgürlük Hareketi IŞİD ile mücadelenin yaratabileceği çok yönlü olanakları fark etti ve bu olanakları somuta dönüştürebilmek adına Kobane’de her ne pahasına olursa olsun direndi, 6-8 Ekim serhildanını örgütledi. HDP’nin başarıya ulaşmasına negatif etki yaratmamak adına seçim süreci boyunca muazzam bir sabırla provokasyonları boşa çıkaran bir irade sergiledi. Taktiğe kilitlenme seviyesi, onu her ne pahasına olursa olsun başarma kararlılığı ve inancı çok hayati politik sonuçlar ortaya çıkarabiliyor. Sosyalist hareketin de kendi gücü oranında iddialı hedefleri ortaya çıkarabilmesi ve bunlara kilitlenebilmesi gerekiyor. Aksi durum rutin faaliyetin öldürücü dehlizlerinde kaybolma anlamına geliyor. Rutin faaliyet içerisinde de “onlar bu seviyeyi bile tutamıyor, biz yine iyiyiz” diyecek birileri her durumda bulunacağı için vaziyet sürdürülebilir halde kalabiliyor. Esas patinajın yaşandığı yer burasıdır.
Tekrar aynı soruya dönersek: Yıllardır başaramadığımız sınıf örgütlenmesinde nasıl olacak da bu momente atılım yapabileceğiz?
HDP’nin genel başarısı sosyalistleri her açıdan güçlendirecek etkiler yarattı. Yeni ve sıçrama yaratacak hedeflere kilitlenirken bu başarının çok yönlü desteğini arkamızda hissedeceğiz.
Ayrıca Türkiye’ye sürekli yabancı sermaye akışına olanak sunan uluslar arası ekonomik konjonktürün terse dönüşü, büyüme rakamlarını giderek gerilemesi, sanayide temponun giderek düşüşü ekonominin genel görünümünü bozdukça sınıfsal hassasiyetlerin artması kaçınılmazdır. Bu hassasiyetler kendiliğinden örgütlenmeye dönüşmeyebilir fakat kararlı ve disiplinli bir politik öznenin işini de yeterince kolaylaştıracak bir ortam oluşmaktadır.
Metal işçilerinin kabarışı da ve direnişlerin yayılma eğilimi de dikkate değerdir. Sınıfın devrevi hegemonyadan kısmen çıkış ve ekonomik kayıplarını telafi mücadelesine giriş dönemlerinden birinin içerisinden geçiyoruz. Bu durumun siyasi gelişmelerle sanıldığından daha fazla bağı olduğu kesindir. AKP hegemonyası çözüldükçe sanayi işçilerinin mücadelesi güçlenecektir. Ekonominin daralma günlerinde bu taleplerin sermaye tarafından kolaylıkla içerilmesi pek de mümkün görünmemektedir. Soma’nın, Ermenek’in hemen ertesinde işçilerin taleplerini ezmeye dönük bir güçlü siyasi iradenin oluşması da kolayca gerçekleşemez. Sınıfın üzerinde genel denetim kurma aracı olarak Türk-İş’in giderek daha fazla deşifre olması da örneğin sendikal barajın %1’e çekildiği günlerde yeni olanaklara işaret ediyor.
Sınıf üzerinde denetim kurma araçları olarak şövenizmin, AKP’nin, sendikal bürokrasinin hepsinin giderek aynı anda etkisinin zayıfladığı bir dönemde sosyalist hareket HDP’nin de iktidar seçeneği haline gelmesine yol açacak bir kendini aşmayla bu dinamiği örgütleyebilir mi? Mümkün, zor ama imkansız değil.
En önemlisi de işçilerle sosyalistler arasındaki bu gelenekselleşmiş kopukluğu gidermeye kafayı takmış, bunu her ne pahasına olursa olsun başarmaya kilitlenmiş politik öznenin kazanmaya ahdetmiş taktik çizgisi..
Devrimcilik zaten tam da zoru öncelikle kendisini en üst seviyede örgütleyerek kolaya çevirme etkinliği değilse nedir?