Türkiye sosyalist hareketinin temel direklerinden Hikmet Kıvılcımlı’yı 43. ölüm yıldönümünde saygıyla anıyoruz.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı ve Kurtuluş Savaşı yılları içinde yetişen Kıvılcımlı, Askeri Tıbbiye’de öğrenciyken Ekim devrimin etkisiyle yeni coğrafyalara yayılan uluslararası komünist hareketle tanıştı. Şefik Hüsnü liderliğinde kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı. 1920’lerin başından, hayata gözlerini yumduğu 1971 yılına kadar sürdürdüğü ve yarısı cezaevlerinde geçen mücadele yaşamına çok şey sığdırdı. Türkiye sosyalist hareketinin en üretken, azimli, cüretkâr kadrolarından birisi olarak haklı bir ün kazandı. Ardında bıraktığı engin külliyat ve mücadele pratiği, bugünün sosyalistleri ve devrimcileri için güncelliğini koruyan bir miras olmaya devam ediyor.
Bu yüzden Hikmet Kıvılcımlı’yı hatırlamak, 50 yıl mücadele etmiş ve bunun bedellerini ödemiş bir devrimciye gösterilmesi gereken vefa duygusunun ötesinde bir anlama sahip.
Örgütlü bir militan ve bir kuramcı olarak Kıvılcımlı’nın mücadele yaşamı boyunca, düşünce ve eylemlerine yön veren iki büyük çabası olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, içinde bulunduğu cılız Türkiye komünist hareketini dar kabuğundan çıkararak toplumsallaştırmak, geniş halk kesimleriyle buluşturmaktır. İkincisi ise, Türkiye ve Ortadoğu tarihinin detaylı incelenmesi yoluyla, Marksist teoriyi Avrupa merkezci ön yargılarından arındırmak, onun evrensel boyutunu güçlendirmektir. Elbette bu iki büyük uğraş, birbirleri ile diyalektik bir ilişki içindedir. Komünist hareketi halklaştırma çabası Kıvılcımlı’yı Türkiye toplumunun özgünlüklerini incelemeye sevk etmiş, tarihsel araştırmaları da onun politik yönelimlerini şekillendirmiştir.
Kıvılcımlı’nın Türkiye komünist hareketini dar kabuğundan çıkarma çabası, daha 1930’ların başında yazdığı Yol adlı eserinde kendisini gösterir. Yol çalışmasının son bölümünü “legaliteyi istismar” taktiği oluşturur. Kıvılcımlı bu başlıkta asıl olarak komünist hareketi kitlelerle buluşturmanın yollarını arar. Bu amaçla cezaevi dışında kalabildiği 1934-38 yılları arasında Marksist legal yayıncılık faaliyetini başlatır. Uzun hapislik döneminin ardından 1954’de Vatan Partisi’ni kurarak bu çabasına devam eder.
Halkın yaşayış ve kültürüne, zihniyet dünyasına büyük önem veren Kıvılcımlı, sosyalist aydınların uzak durduğu İslam ve Osmanlı tarihi, din sosyolojisi gibi konular üzerine özellikle eğilir. Türkiye toplumunun anlam dünyasının şekillenmesinde büyük etkisi olan Osmanlı ve İslam mirasını çözümlemeye ve bu çözümlemelerden hareketle bir siyaset dili geliştirmeye çalışır. 1957 seçimlerinde Eyüp Sultan mitinginde yaptığı konuşma, bu arayışın en ilginç örneklerinden birisidir.
Kıvılcımlı’nın bu çabası, sol hareketin öğrenci ve aydınlar arasında etkisinin görece artmaya başladığı 1960’lı yıllarda da devam eder. Kıvılcımlı öğrenci gençliğin anti-emperyalist eylemlerinin damgasını vurduğu 1960’ların sonlarında, devrimcilerin geniş halk kesimleri içeresinde örgütlenebilmesi için soyut sloganları bir kenara bırakıp halkın gündelik somut sorunlarına eğilmesi gerektiğini sürekli vurgular. Geniş halk kesimlerini kucaklayacak bir propaganda ve örgütlenme faaliyetini hayata geçirmek amacıyla İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği’nin kuruluşuna öncülük eder. Aynı yıllarda İsmet Demir’in başında olduğu Yapı İşçileri Sendikası aracılığıyla da devrimci gençliği işçi sınıfı ile buluşturmayı hedefler. Devrimci gençliğin dinamizmini, kalıcı halk örgütlerinin yaratılması hedefine kanalize etmeye çalışır.
Kıvılcımlı’nın kuramsal alandaki büyük çabası ise, Marks ve Engels tarafından Batı Avrupa tarihi esas alınarak geliştirilen tarihsel materyalizm kuramını, başta Ortadoğu olmak üzere başka coğrafyaların ve modern öncesi çağların bilgisi ile zenginleştirmektir. Onun Türkiye toplumunun özgünlüğünü anlama çabası, tarihsel materyalizmin açıklama gücünün coğrafi ve zamansal olarak genişlemesi sonucunu doğurmuştur. Kıvılcımlı’nın Tarih Tezi, Marksizm’in kıtasal sınırlılıklarını aşarak dünyasallaşması için yapılmış bir katkı niteliğindedir. Tezde tarihsel incelemeler yoluyla Marksist teorinin üretici güçler kavramı, alt yapı-üst yapı dikotomisinin dışına çıkılarak yeniden yorumlanmıştır. Bu yeni yorumda, daha önceki Marksistlerin yeterince üzerinde durmadığı başta din olmak üzere kültürel geleneklerin ve kollektif eylem ruhunun, coğrafya ve teknolojinin yanı sıra, toplumsal tarihin şekillenmesindeki rolüne vurgu yapılmıştır.
Kıvılcımlı’nın bu iki çabası bugün de önemini ve güncelliğini koruyor: Siyaseti toplumsallaştırmak ve teoriyi yetkinleştirmek. Öte yandan günümüzde Ortadoğu’da yaşanan kaosu anlamada, Kıvılcımlı’nın tarih ve din üzerine araştırmaları kılavuz olacak niteliktedir. 43. ölüm yıldönümü vesilesiyle Kıvılcımlı’nın Ortadoğu ve İslam tarihi üzerine analizlerini yeniden okumak hepimiz için öğretici olacaktır.
Sosyalist Dayanışma 29. Sayı, Ekim 2014