15 Temmuz darbe girişimi ülkenin 7 Haziran seçimleri sonrasında içine sokulduğu güzergahın bir ürünüdür. Saray’ın 7 Haziran yenilgisi sonrasında umutsuzluk içinde orduya ve savaşa sarılması, bununla birlikte Suriye politikasının tamamen çökmesiyle uluslar arası ilişkiler anlamında dibe vurması darbenin bir olanak haline gelmesine yol açtı. Erdoğan’ın giderek güç kaybetmesine rağmen Davutoğlu’nun tasfiyesi sonrasında bürokrasi üzerindeki denetimini arttırmak için karşı hamle geliştirme çabaları da bu karşıt reaksiyonu doğurmuştur.
Hareketin merkezinde Cemaatçi kadroların olduğu açık olmasına rağmen bununla sınırlı olmadığı da belirgindir. Zaten Cumartesi sabahından bu yana yapılan gözaltılar bu genişliği ortaya koymaktadır. Darbenin başarısız olmasında cuntalar koalisyonunun son aşamada hükümetin müdahaleleri ve rüşvetleri ile parçalanması önemli bir etken olmuş görünmektedir. Erdoğan’ın ablukadan kurtulmayı başarıp tabanını sokağa çağırması sürecin kaderini belirlemiştir. Erdoğan’ın hegemonyası hem sokağa çıkan kitle üzerinde hem de er seviyesindeki askerler üzerinde önemli bir tesirde bulunmuştur. Asker hegemonya kurabilecek araçlara sahi olmayınca şiddet kullanarak momentum kazanmaya çalışmış bu durum da kaybetmesini hızlandırmıştır. Bir gecede ölen insan sayısı siyasi tarihimizdeki askeri müdahalelerle karşılaştırılınca oldukça fazladır.
Erdoğan Gezi ve Kobane direnişinden öğrendiklerini darbeyi kırmak için kullanmıştır. Gezi’de kitlesel gücünü sokaklara taşımanın kendisi için yaşamsal önemde olduğunu fark etmiş, Kobane’de ise hızlı ve kitlesel sokağa çıkışın devlet güçlerini paralize etme yeteneğini görmüştür. Tabii sokakta direnen kitle polisin lojistik desteği gibi davranmıştır. Fakat cemaatçilerin bu hamleyi çok da beklemedikleri anlaşılmaktadır. Muhtemelen Erdoğan’ı çok hızlı biçimde ele geçirmeyi ve süreci yukarıdan tamamlamayı düşünüyorlardı. Cemaatin bürokratik kafası bu açıdan siyasal İslam’ın popülist hareket tarzı karşısında yenilmiştir.
Darbenin arkasında ABD’nin önemli oranda bulunduğu açıktır. Erdoğan ortaya çıkana ve ivme askerin aleyhine dönene kadar izleme pozisyonunda kalmışlar, sonrasında ise seçilmiş hükümeti destekliyoruz açıklaması yapmışlardır. Darbe girişiminin tam da Batı dünyasında büyük dehşet yaratan Nice saldırısı ile aynı güne gelmesi hiç kuşku yok ki IŞİD destekçisi namlı bir iktidar karşısında cuntacıların elini güçlendiriyordu. Başarılı olsalardı Batı’dan büyük bir hızla destek bulacaklardı.
İlk fırtına atlatıldı ancak hükümetin hala diken üstünde olduğu anlaşılıyor. Tasfiyeler derinleştikçe daha farklı reaksiyonların gelişme ihtimali bulunmaktadır. Erdoğan tasfiyelerde sonuna kadar gitmeye çalışacaktır. İşin kapsamının kullanılan söyleme rağmen sadece Cemaatçiler ile sınırlı kalmayacağı, Saray’a biat etmeyen ulusalcıların da hedef alınacağı anlaşılmaktadır.
15 Temmuz gecesi sokağa çıkanların ağırlıklı kesimi siyasal İslam’ın militanlarıydı. Erdoğan’ın Cemaatle arasının bozulması sonrasında diğer tarikatlarla ve radikal İslamcı gruplarla kurduğu ilişkiler sokak hareketinin iskeletini oluşturmuştur. Suriye savaşında desteklenen cihatçı grupların da destek verdiği anlaşılmaktadır. IŞİD yöntemiyle öldürülen erler ve tankın önüne yatan Faslı örnekleri bu iddiayı desteklemektedir.
Darbe başarısızlığa uğrayınca AKP karşıtı kimi çevrelerde darbenin mizansen gibi algılanması açıkçası siyasal aklın ne kadar naif varsayımlara dayandığının bir emaresi olarak görünmelidir. Meclisin bombalandığı, gece boyunca kıran kırana süren mücadelede 300’e yakın insanın öldüğü bir olayı mizansen gibi değerlendirmek bu kesimlerin aslında neden bir politik aktör haline gelemediklerini de gösteriyor. Siyaset sonuç olarak farklı çıkar gruplarının kendi örgütlü güçlerine dayanarak sürdürdükleri mücadelenin ortaya çıkardığı bir üründür. İşlerin 1980 darbesindeki gibi gelişmemesi çok doğaldır çünkü o darbe aslında devlet içi fraksiyonların iç çatışmasından ziyade toplumsal hareketin ezilmesine dönük bir eylemdi ve bu anlamda burjuvazinin ortak kararı olarak emir komuta zinciri içerisinde gerçekleşmişti. Burada ise darbenin temel çatışma ekseni devletin içindedir. Bu koşullardan emir komuta zincirinde bir darbe doğamayacağı açıktır. 1980 darbesi şablonunu göremeyenler hızlıca mizansen tezine ikna olmuşlardır.
Devlet içinde doğan gerilimler ve Erdoğan’ın 7 Haziran sonrası tercihleri, genel uluslar arası ilişki çöküşü ile de birleşince darbeyi öngörmek belki mümkündü ama sonucu sahadaki mücadelenin belirleyecek olduğu da açıktı. Darbe mekaniğinin çalışmaya başlamasını “ordu Erdoğan’ı istediği zaman indirecek” şeklinde yorumlayanlar da bir tür ekonomist mantığı sürece uygulamaktaydılar. KP’nin “Erdoğan zaten bitti biz sonrasında liberal alternatife karşı yığınak yapalım.” saçmalığı da aynı yaklaşımın ürünüdür. Siyasetin yarattıkları güç mücadelelerinin olumsal sonuçlarına bağlı olarak ortaya çıkar.
Erdoğan’ın sokakları tasfiye sürecinde ve başkanlığı inşa sürecinde çok aktif kullanmak istediği görülüyor. Bu ısrar Erdoğan’ın mecliste ortaya çıkan 4 partili konsensusu sistemi rahatlatmak ve yeni bir uluslar arası meşruiyet inşa etmek için kullanamayacağını gösteriyor. Bu çizgi toplumsal gerilimleri giderek yükseltme eğilimi taşıyacaktır. Pazar gecesi Malatya’da yaşananlar bunun bir örneğidir. İslamcılar sokakta kalmaya devam ettikçe kendi yanlarına çekemedikleri güçleri de darbeci ilan ederek kriminalize etmeye çalışacaklardır. Siyasal İslamcılar 15 Temmuz gecesi yaşananları hızla bir mitolojiye çevirecekler ve muhtemelen yeni Türkiye’nin gerçek miladı olarak formüle edeceklerdir. Tabii ki bundan sonraki süreç kendi kontrolleri altında geçmeye devam ederse.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]