Türkiye’de insanlar ilk defa televizyonlarının başında bir darbe sürecini izlediler. Önceleri yapılmış bir darbenin içine uyanırlardı. O nedenle yaşanan tarihin bir tekerrürü değil, pek çok bakımdan bir ilktir.
Darbenin yapılışı akıllara pek çok soruyu getiriyor. Yüzlerce kurmay subay nasıl böyle bir darbe girişiminde bulunur? Ekranlara ilk yansıyan Boğaz köprülerinin az sayıda askerle tutulmasıydı. Haberler geldikçe darbenin oluş biçimiyle ilgili iki gerçeğin onun kaderini belirlediği ortaya çıktı. Darbenin erken deşifre olması onun başlangıcını erkene almıştır. Öte yandan darbenin deşifre olması ve henüz bilemediğimiz başka nedenlerle darbe güçleri arasında bazı çökmeler yaşanması, onun ilk adımlarını çok sorunlu hale getirmiştir.
Öte yandan darbe hiyerarşi dışında yapıldığı için ilk büyük enerjisini komuta kademelerinin tasfiye edilmesine harcamıştır. Önceki darbelerin her birinin lideri olmuş ve kendini radyo veya televizyondan duyurmuştur. Bu darbe lidersiz görünmüş, hatta dakik yönetildiği bir merkeze sahip olmadığı izlenimini vermiştir.
Ordu içindeki gücü de sorunludur. Darbede kara kuvvetleri hemen hemen yoktur. Bu durum darbeyi hızlı ve güçlü kuşatma yeteneğinden yoksun bırakmıştır.
Esas önemli soru darbenin failleridir. Faillerin Gülen cemaatine mensup olduğuna bütün ülke inandırıldı. Ancak bu tespit çok sorunludur. Bugün Türkiye adeta bir şeytanla boğuşuyor. Bilindiği gibi oy olarak bir güce sahip olmayan ancak her yerde hazır ve nazır olan, devletin bütün kurumlarını ele geçirmiş gizemli ve mistik bir güçtür. Darbeye baktığımızda ordu kurmay kademesinin üçte biri meğer “Gülenci”ymiş! Üstelik bu Gülen daha bir kaç yıl önce orduya büyük bir kumpas kurduğu halde.
TSK adına yayınlanan darbe bildirisine baktığımızda tablo hiç de böyle görünmüyor. O bildiri iyi hazırlanmış, ordunun tipik Kemalist niteliklerine uygun, cumhuriyetin felakete gittiğini iddia eden ve kurtarıcı misyonuna sarılan bir hareket olduğunu ortaya koyuyor. Ancak Saray, devlet ve medya hep bir ağızdan bu gerçekliği örtme yolunu seçmiştir. Her şeyin ardında şeytanlaştırılmış Gülencileri görmek özellikle Saray’ın çok işine geliyor. Böylece büyük bir gerçeklik örtülebiliyor.
Bu devletin epeydir “çivisinin çıktığı”, cumhuriyetin bir bunalım içinde olduğu biliniyor. Bu süreci yaratan gerçeklik siyasal İslam’la Kemalizm’in hesaplaşmasıdır. Özellikle “ustalık döneminde” AKP’nin cumhuriyete İslami bir nitelik verme yoluna çıktığı biliniyor. Bu gidişin bu düzenin tüm kurumlarında ve özellikle ordu içinde büyük gerilimler yaratmasının kaçınılmaz olduğu görmek için bu ülkeyi biraz tanımak yeter. “Yüz yıllık sabırla” büyük bir fırsat yakalayan siyasal İslam Kemalizm’le hesaplaşırken, kendi içinde güç paylaşımı kavgasına da girince işler iyice çığırından çıktı. Pek çok kurumuyla epeydir devletin çivisi çıkmıştır.
Bu toz duman arasından olaylara bakınca aslında darbenin dinamiği oldukça klasiktir. Kurucu değerlerinden uzaklaştırılarak siyasal İslami bir nitelik kazandırılmak istenen cumhuriyeti, ordunun kurtarma girişimidir. Ancak tarih bu noktadan sonra tekerrür etme şansına sahip değildi. 12 Eylül’den bugüne kadar gelen süreç ve yaşananlar farklı güç dengeleri, siyasal yapılanmalar ve bilinç yaratmıştır.
Bütün günahların şeytanlaştırılan Gülen cemaatine yüklenmesi düzenin bu noktaya gelmesinde, devletin çivisinin çıkmasında AKP ve siyasal İslam’ın oynadığı büyük rolü örttüğü için bu en başta Saray’ın tercihidir. Bugün artık bu ülkede hemen hiç kimsenin cumhuriyetin bu bunalımından çıkışta açıkça bir darbeyi savunamayacağı için “Yurtta Sulh Konseyi”nin dinamikleri ve siyasal niteliği üzerine kocaman bir Gülen örtüsü kapatılarak yok sayılmaya çalışılıyor.
Erdoğan darbe sonrası bir konuşmasında olanları “Allah’ın bir lütfu” olarak gördüğünü söyledi. Gerçekten Erdoğan için bu olanlar “Allah’ın bir lütfudur”. Daha iki hafta önce ülkeyi diktatörlüğe sürükleyen bir lider olarak fazlasıyla kirlenen, yürüttüğü politikaların iflasıyla büyük siyasal dönüşler yapmak zorunda kalan Erdoğan şimdi bir demokrasi havarisine dönüşmüştür. Bundan daha büyük lütuf mu olur?
Bu gerçeklikten dolayı 15 Temmuz’un bir demokrasi bayramı olabileceği üzerine beklenti ve tartışmalar başladı. Ancak bunun kesin bir hayal olduğu daha bir hafta geçmeden ortaya çıkıyor. Meydanlarda IŞİD kılıklı kalabalıkların, “İdam isteriz” çığlıkları ve Ortadoğu’da son on beş yıldır çok sık görülen hezeyanların kent meydanlarına inmesi 15 Temmuz’un demokrasi bayramı olması şöyle dursun, faşizme gidişin hızını arttırma olasılığı çok daha fazladır.
AKP ve Saray, yaşananlardan sonra panik içinde büyük bir tasfiye hareketine başladılar. Etraflarında hemen hiç bir şeye güvenemeyeceklerini görünce “kitleler” dalına tutunmaya çalışıyorlar. Demokrasi kültürüyle hiçbir bağı olmayan siyasal İslam kitlesiyle ne güvence altına alınabilir? Saray’ın günahları!
Fakat içinden geçilen moment başka bir yönden demokrasi mücadelesi için yeni fırsatlar yaratabilir. Cumhuriyetin geleneğine göre böyle krizli günlerde geçerli olan çıkış yolu darbelerdir. Bu beklenti toplumun adeta genlerine yerleşmiştir. Son darbe ile artık bu yolun işlemediği pratik olarak yaşandı. Geriye kitlelerin örgütlü ve bilinçli olarak sorunlara gösterecekleri tepkiler kalıyor. Cumhuriyet elitçi tavrıyla bu yolu hep kapalı tuttu. Ancak artık halk kitlelerinin kendi sorunlarına sahip çıkmasından başka bir yol olmadığı görmek isteyen gözlere çok açık görünüyor ve bunu günümüzde en örgütlü kesim olan siyasal İslam uygulamaya koydu. Onun hedefi belli.
Sıra gerçek demokrasi mücadelesini yükseltme göreviyle yükümlü halkların örgütlü ve bilinçli olarak sokağa çıkmasında. Olanlar diktatörlüğe ve faşizme karşı “direniş hakkı”nın ne ölçüde meşru olduğunu ortaya koydu.
Ülke gerçekten tarihsel bir dönemden geçiyor. İktidarın panik içinde yaptığı on binleri bulacak tasfiye hareketinden anlaşıldığı gibi devlet tam bir kriz içindedir. Bu tasfiye operasyonlarının pek çok geri dönüşü olacaktır. Önümüzdeki günler karmaşık ve kaotik günler olacaktır.
Bu olağanüstü günlerde mücadele her alanda yükseltilerek bu tarihsel gidişe demokratik bir yön verilebilir. Kaotik ortama rağmen bu yolda yürümek için imkân ve fırsatlar artmıştır.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]