Yoksulun Gevezeliği, Zenginin Borcu
Mehmet AKYOL
15 Eylül 2008
Sadece son günlerde ABD Maliye Bakanlığı ve Merkez Bankası’nın, tüm zamanını batmakta olan banka ve mali kurumları kurtarmaya ayırdığının göz önüne alınması bile, krizin, kaçınılmaz olarak dolar egemenliğinin sonunu ilan edebileceğini gösteriyor.
Bundan bir yıl önce ABD’nin beş büyük mali kurumundan geriye sadece ikisinin kalacağı söyleyene gülünürdü. Oysa şimdi bu bir gerçek. Mart ayında ikinci büyük JPMorgan, batık Bear Stearns kurumunu (beşinci sıradaki), devlet desteği ile satın almak zorunda bırakıldı. 15 Eylül’de ise birinci sıradaki Bank of America, üçüncü sıradaki batmakla yüz yüze olan Merrill Lynch’i yine devlet desteği ile satın alarak kurtardı. Deyim yerindeyse en garipleri dördüncü büyük olan Lehman Brothers oldu; merkez bankasının kasasında hiç bir şey kalmadığından iflasını ilan etmek zorunda kaldı. Aslında iflas eden bir anlamda ABD’nin Dünya egemenliği.
Ağustos 2008 sonundan bu yana Çin ve Rusya, ABD’nin devlet eliyle iflastan kurtarılan iki emlak kurumunun ( Freddie Mac ve Fannie Mea) çıkardığı devlet tahvillerini almamaya başlaması, finans piyasalarında başlayan mali krizin sonuçlarının nerelere kadar tırmanacağını gösteriyor. ABD hükümeti ise ‘piyasa ekonomisine’ ters düşen bir davranış içine girerek, her iki kurumun tüm borçlarına devlet garantisi getirildiğini açıkladı. Amaç bu kurumların çıkardığı tahvillerin tekrardan Çin ve Rusya gibi ülkelerin Merkez Bankaları tarafından alınmasını sağlamak.
Aralarından Çin ve Rusya’nın bulunduğu Asya ülkelerinin elindeki sadece bu iki kurumun çıkardığı tahvillerin miktarı 1000 Milyar ABD doları aşıyor. (wsj, 08.09.08) Sadece Çin’in merkez bankası kasasında bu tahvillerden 340 Milyar Dolar bulunuyor.
İkiz Borçlar
ABD bir yandan yılda 700 Milyar dolara dayanan dış ticaret açığı, bir yandan da 400 Milyarlık bütçe açığını kapatmak için, yıllardır sürekli olarak ülke dışından gelecek sermayeye muhtaç durumda. Devletin borçla yaşadığını gören vatandaş da borçla yaşamaya başlamış, son üç yıldaki aile bütçelerinin toplam borcu neredeyse bir yıllık gayrisafi milli hasılayı geçmiş durumda. Bunun doğal sonucu paranın, yani ABD dolarının değer kaybetmesi; şu anki doların değeri, otuz yıl öncesinin dörtte birine denk düşmekte.
Bu durum ABD ekonomisinin ihracat yapması önünde önemli bir engel. Bu yüzden reel ekonomi doların yükselmesini isterken, devasa dış borçlar doların değer kaybetmesini gerektiriyor. Bu ise tekrardan ABD’ye sermaye akışını yavaşlatmakta. Borsalardaki krizin ulaştığı bu noktada Rusya ve Çin öncülüğünde başlayan ‘borç vermeme’ grevi, bu anlamda bir dönüm noktasını işaret ediyor.
Bu grevin başlangıcı aslından ABD hükümetinin yukarda sözü edilen iki emlak kuruluşunu ‘devletleştirmesi’ oldu. Sistemin sistem prensiplerine aykırı olarak attığı bu adım, esasta ABD hükümetinin, mevcut krize karşı net tavır koyma ihtiyacından kaynaklanmaktaydı, krizi uzaktan seyretme yerine aktif müdahale kararı alındı. Bu karar aslından bu iki emlak kurumunun borçlarının devletin üzerine yıkılması, dolayısıyla bizzat devleti ‘iflasın eşiğine’ getirecek bir karar olarak değerlendirildi.
Görüldüğü gibi, devasa boyutlara ulaşan ABD borçları artık ‘pazar ekonomisinin’ kuralları ile yönetilecek boyutu çoktan aşmış durumda. Artık sistemi kurtarmak için sistem dışı müdahalelere ihtiyaç duyulmakta.
Tarihin Cilvesi
Bunlar bize, 20. yüzyıla ‘güneşin batmadığı imparatorluk olarak’ giren İngiltere’nin, dünya iktidarını esasta borç zincirinden kopamadığı için ABD’ye teslim etmesini hatırlatıyor. Her iki evrensel paylaşım savaşından galip olarak çıkan İngiltere, bu galibiyetlerin maliyeti ile ‘boğazına kadar’ borçlanmıştı. Borçlarını düzenlemek için 1925 yılında ilk defa İngiliz Sterlini, altınla değiştirilebilir ilan edilerek bir güven sağlamak istemişti. Bunu takip eden süreçte zorunlu tasarrufla halk ve ‘devlet’ yoksullaşma sürecine girdi.
İkinci evrensel paylaşım savaşı sürecinde İngiltere’nin en büyük alacaklısı haline gelen ABD, savaş sonrası düzeni, tıpkı yenilgiye uğramış gibi İngiltere’ye dikte ettirdi. İngiltere en değerli sömürgesi Hindistan’dan çıkmak zorunda kaldı.
1956’da ise Süveyş krizi sürerken ABD, Sterlin’i serbest bırakmakla tehdit ederek, İngiltere’yi Süveyş’i terk etme zorunda bıraktı. Bununla ABD, emperyalist bloğun tartışmasız lideri konumunda olduğunu da ilan etmiş oldu.
Elbette tarih tekerrür eder, ABD dünya egemenliğini borç çemberi sonucu Rusya ve Çin önderliğinde yeni bir Bloğa devreder demek durumunda değiliz. Ama aradaki paralellikler artık iyice görülmeye başladı; Sterlin’le dünya egemeni olan İngiltere, Sterlin’in yıldızının kayması ile egemenliği devir etmek zorunda kaldı. Dolar egemenliğini de aynı kader bekliyor.
Borç çemberindeki ABD bir zamanlar İngiltere’yi zorladığı gibi bir zorlanma ile karşı karşıya. Şu anki en büyük avantajı ise kuşkusuz karşısında dünya egemenliğini üstlenecek bir ülke veya ülkeler grubunun olmaması. Gerçi Rusya durumu iyi değerlendirip Gürcistan hamlesini yaptı. Ne gariptir ki Saddam ile Şakaşvili aynı talihsiz role soyundular, Saddam kaybolmuş bir dünya dengesine güvenerek Kuveyt’i işgal ederek ABD’ye iyi bir hamle yapma olanağı sağladı. Şakaşvili de artık pratik değeri olmayan bir desteğe güvendi, Güney Osetya’ya saldırdı. Ama sonları aynı olacak gibi gözükmüyor.
Son sallantılar…