“Vatan Hainleri” Çoğaliyor
Mehmet YILMAZER
Başbakanın ağzında her şey değersizleşiyor. En son vatan hainliği kavramı bu akıbete uğradı. Kim AKP iktidarının icraatlarını onaylamıyorsa, hemen vatan haini ilan ediliyor. Derinleşen krizi değerlendiren köşe yazarları sık sık çatışan taraflarla ilgili “hasar tespit raporları” yayınlıyorlar. AKP ve Cemaatin bu çatışmada büyük hasarlar aldıkları çok açıktır. Devrimci bakış açısından düzenin ne ölçüde hasar aldığı daha önemlidir.
AKP ve Cemaat arasındaki egemenlik kavgasında hasar gören en önemli kurum bizzat devletin kendisidir. Önceleri “derin devlet” nedeniyle siyaset kurumu ve siyasal iktidarlar bunalım günlerinde asker tarafından aşağılanırdı. İki hükümetli günlerde “askeri hükümet” bütün günahı sivil hükümetin üstüne yıkar, bunalım bir darbe ile aşılmaya çalışılırdı. Bu denklem bir yarım yüzyıl boyunca işledi. Ancak her şeyin olduğu gibi onun da bir ömrü vardı ve iki binli yılların başında vefat etti. Askeri vesayetin geriletildiği, her şeyin sivil iktidarın yönetiminde olduğu günler başladı. AKP, bu gidişi çok sevdiği bir deyimle açıklıyordu: “normalleşme”!
Ancak askeri vesayetin geriletilmesinin üzerinden beş yıl bile geçmeden “paralel devlet” diye bir anormallik ortaya çıktı. AKP ve Cemaat kılıçları çektiler, aslında herkesin bilip bilmezden geldiği bir gerçek ortalığa saçıldı. Meğer devlet içinde başka bir emir komuta sistemine bağlı paralel bir devlet varmış! Bu garabet bizzat Başbakan tarafından ilan edildi. Adliye sistemi, polis gücü ve daha pek çok mekanizmanın “kanunlara” göre değil, bu paralel devletlerin keyfine göre işlediği ortaya çıktı.
İşin garibi, eski günlerde “derin devlet” bir türlü kabul edilmez, gizli tutulurdu. Çünkü mevcut hukuk sistemi dışında kalıyordu. Fakat şimdi paralel devletler apaçık ortada, birinin başında Erdoğan var, diğerinin başında Gülen. Üstelik bunlar en az on yıldır bu devleti ve siyasal iktidarı paylaştılar, bu hukuk ve kanun dışı paylaşım kavga çıkınca alenileşti. Şimdi Erdoğan, seçilmiş başbakan olması nedeniyle, kendisine karşı olan herkesi vatan haini olarak ilan etmeye başladı. Bu gidişin mantık sonucu olarak yakında bütün Cemaatin “gizli örgüt” olmak ve vatan hainliği yapmakla suçlanması kaçınılmaz hale gelecektir.
Düzenin normalleşme yolunda olduğunu savunan AKP, devletin çivisini çıkardı. Bu paylaşım kavgası devam ettikçe halkın gözünde neredeyse kutsal bir yere sahip devletin itibarı ve meşruiyeti büyük yaralar almaktadır. Nasıl ki, görünmez, dokunulamaz sanılan önceki derin devlet, özellikle Kürt halkının özgürlük savaşı günlerinde provakasyon yaptıkça etkisini ve gücünü kaybetti, çürüyüp bir çeteye dönüştüyse; yaşanan paralel devletler savaşı, bu kez tümüyle devlet yapısının çürümesine doğru yolları döşüyor, onun güç ve itibarını insanların gözünde yerlere seriyor. AKP ve Cemaat arasında yaşanan iktidar savaşında düzen en tepe noktasından hasar almaya devam ediyor. Devlet yapısı meşruiyetini kaybediyor.
Düzenin aldığı ikinci hasar egemen ideoloji alanında yaşanmaktadır. Cumhuriyet döneminin ideolojik çimentosu kemalizm ömrünü doldurdu. Onu bir yanda Kürt Halkının özgürlük savaşı, öte yanda 80’li yıllarda yükselişe geçen siyasal islam büyük ölçüde yıprattı. Kemalizm bir kalıba, ruhsuz bir formüle dönüştüğü ölçüde kırılıp dökülmeye başladı. Onun yerini özellikle AKP iktidarı ile siyasal islam almaya başladı. Cumhuriyetin yeniden yapılanma sürecinde onun çimentosu içine islamı değerlerin de katılması kaçınılmaz hale geldi. Çok sancılı bir şekilde olsa da, bu süreç, son yirmi yıldır yaşanıyor. Epeydir sosyal yaşamı ve politik alanı kutsallık sarıp kuşattı. Kemalizmin amentülerinin yerini dini söylemler ve ritüeller almaya başladı. Türban savaşları, “mahalle baskısı”, “alkol yasağı”, “kızlı erkekli” tartışmaları hep bu dönemin ürettiği olgulardır. İktidar “dindar ve kindar” kuşaklar yetiştirmeye soyundu. Ahlakın, namusun yeryüzündeki temsilcileri pervasızca kendi dışlarında kalan “yüzde elliyi” aşağılamaya başladı.
“Gezi isyanı” bu gidişe karşı güçlü bir cevap oldu. Siyasal islamın bütün cemaat ve tarikatları bu isyanda kendi ölümlerini gördüler. Bu isyan büyürse kazandıkları bütün mevzileri sonsuza kadar yitirebileceklerini sezdiler. Kendi aralarındaki güç savaşını kızıştıran etkenlerden en önemlisi Gezi isyanıdır.
Çok geçmeden “yolsuzluk operasyonları” ile yeni bir sürece girildi. Kutsal değerlerin örtüsü altında politika yapanların pislikleri ortaya dökülmeye başladı, “Allah’dan gücünü aldığını” iddia edenlerin hem kutsal değerleri hem de halkı dolandırdıkları ortaya çıktı. İslami değerlerle örtülü politikanın büyüsü bozuldu. Ortalığı bayağı çıkar kavgaları kapladı. Cumhuriyetin yeniden yapılanma sancılarının yaşandığı süreçte, onun ideolojik çimentosuna katılacak olan İslami değerler ve kutsallık, paralel devletler savaşında büyük yara aldı, kutsallığını kaybetti.
AKP ve Cemaat kavgasında düzenin egemenlik araçlarının en önemli ikisi: devlet ve ideolojisi önemli yaralar almıştır. AKP iktidarı askeri vesayetle çatıştığı her noktada bunun “normalleşme” olduğunu iddia etmişti; şimdi tam tersi yolda kontrolü kaybetmiş bir araba gibi ilerliyor. “Paralel devleti” kendi elleriyle inşa eden Erdoğan, onun kendini hedef alması karşısında adeta çılgına dönmüştür.
Türkiye, “derin devlet” günlerine bir başka yoldan geri dönüyor. Önceki süreç ordunun imtiyazlı ve keyfi günlerinin sonunu getirmişti; “paralel devlet” günleri yeşil sermaye ve değerlerinin keyfilik ve kutsallığının sonunu hazırlıyor.
Düzen açısından bu “hasar tespiti”nden sonra, bu kavganın görünenden öteye anlamına değinmek gerekiyor. Cumhuriyet, egemenlik ilişkilerinin yeniden yapılandırılması sorunuyla yüz yüzedir. Egemenlik ilişkileri cumhuriyet boyunca zaman zaman önemli bunalımlar yaşamış, her seferinde genellikle askeri darbelerle bu ilişkilere yeni bir şekil verilmiştir. İçinde bulunduğumuz dönemde egemenlik ilişkilerinde yeni bir bunalım yaşanmaktadır. Bu bunalımın başlangıcı 90’lı yılların sonuna kadar geri gider. Hem dünyada, hem de Türkiye’de güç ilişkilerinde önemli değişimler yaşandığı için bunların yeni bir egemenlik sistemine evrimleşmesi gerekiyordu. Bu sancılı süreç hala devam etmektedir.
AKP iktidarı ile egemenlik ilişkilerinde yeniden yapılanma yolunda bazı önemli değişimler yaşanmış olsa da, bu yolda bir sonuca henüz varılmamıştır. Eski egemenlik sistemi, kemalizm çimentosuyla birleştirilmiş, askeri vesayetin gölgesinde yürüyen bir siyasal yapı olarak şekillenmişti. Bu yapı iki binli yılların başında ömrünü doldurdu, ancak onun yerini alacak yeni yapı henüz ortaya çıkmadı. Yaşanan bunalımın altında bu gerçeklik durmaktadır.
Burada soruna “acaba hangi tarikat veya cemaat egemen olacaktır?” sorusuyla yaklaşmak, bunalımın derinliğini kavrayamamak olur. Ortada siyasal ve sınıfsal güçler var. Yeni egemenlik ilişkileri bu gerçekler üzerine kurulmak zorundadır.
Eski günlerden farklı olarak, palazlanmış bir yeşil sermaye var; askeri vesayet geriletilmiştir; en önemlisi Kürt Özgürlük Hareketi bütün tasfiye çabalarına karşı gücünü ortaya koymuştur. Ayrıca Erdoğan “vatan haini” ilan etse de, bu topraklarda hala egemen zümre, TÜSİAD’ ta temsil edilen finans kapitaldir. Mevcut burjuva düzeni içinde bu güçlerden birisinin tasfiye edilmesine dayalı yeni bir egemenlik sistemi yaratılamaz. Eski egemenlik sistemi yürümüyor, ancak yenisi de henüz inşa edilemedi. Bugün ortada çılgınca bir tablo varsa, egemenlik sisteminin yeniden inşasında her gücün kendini en etkin şekilde ortaya koymak zorunda olmasındandır.
Bu noktada düzenin aldığı hasarlara yeniden dönelim. Devlet ve ideolojisinin önemli ölçüde hasar almasına rağmen, bütün bu gelişmelerde işçi sınıfı ve halklar esas olarak seyirci konumundadır. Bu gerçeklikten dolayı yaşanan hasarların bir siyasal bilince ve politik bir güce dönüşmesi çok farklı, bambaşka bir süreç gerektirir. Bugün yaşananlardan hareketle “burjuvazi yönetemiyor” kanısına varmak ve daha ötelere girmek yanılgı olur. Devletin ve ideolojisinin hasar görmesinin, düzenin egemenlik sisteminde derin kırılmalara yol açması için, Gezi isyanı ile Kürt Özgürlük Hareketinin güçlü bir ittifakı ve kararlı eylemliliği gerekir. Yoksa bu paralel devletlerin kapışmasından kendi başına, devrimi bir kenara bırakalım, sıradan bir demokrasi sonucu bile çıkmaz.