“Topyekün” Çürüme
Mehmet YILMAZER
01 Mart 2014
90’lı yıllarda sık sık “toplumsal çürüme” tespitleri yapardık. Devlet, Kürt Özgürlük Hareketine ve varoşlardan yükselen öfkeye karşı “topyekün savaş” başlattığında, bu savaşın başlıca iki yönü vardı. Bir yanda, devletin doğrudan silahlı zorunu sadece gerilla hareketine değil, tüm toplum katmanlarına yöneltmek, bunun için sayısız provakasyon ve sokak infazı gerçekleştirmek; öte yandan uyuşturucuyu yaygınlaştırarak ve çarpıtılmış İslami değerlerle kulluk felsefesini derinleştirmek, aciz bir sadaka toplumu yaratmak, egemenlerin topyekün savaş yöntemleriydi. O günlerin üzerinden neredeyse bir çeyrek yüzyıl geçti. Bugün: Topyekün savaştan topyekün çürüme günlerine geldik.
Son yaşanan olaylar sözü çaresiz bırakıyor. Bu yaşananların üzerine daha ne söylenebilir? Fakat topyekün çürümeye bağlı olarak toplumsal bir çıldırma yaşandığı için, başta Erdoğan olmak üzere herkes konuşuyor, konuşmaktan öteye bağırıp çağırıyor.AKP -Cemaat savaşlarında çok önemli bir aşamaya gelindi. Önce iktidar “yedi bin kişinin dinlendiğini” açığa vurarak büyük bir adım atmıştı ki, Cemaat “alo babacığım” kasetini yayınlayarak “altın vuruş”unu yaptı. Cumhuriyet tarihinde görülmedik ölçüde soygunun bizzat başbakan tarafından nasıl örgütlendiğini tüm dünya öğrenmiş oldu. Fakat bundan sonra doğal olarak “istifa” beklenirken, olaylar alışılmadık yollara saptı.Erdoğan meydanlarda büyük kitlelere “intikam” yeminleri ettiriyor. İktidar son çıkarılan üç kanunla Cemaate karşı operasyona hazırlanıyor. Cemaat “gizli örgüt” olarak operasyona uğrarsa bu tarikatlar savaşı iyice çığırından çıkacaktır. Olaylar bu yönde akıyor.
Bugün gelinen noktada artık topyekün çürüme tespiti yanlış olmaz. Başta hükümet ve AKP, aynı ölçüde devlet kurumları, özellikle polis, adliye, eğitim, tam bir çürüme içindedir.
Son otuz yılı dikkate alırsak devletin iki büyük çürüme yaşadığını tespit etmek gerekir. İlki, özellikle Kürt Özgürlük Hareketini ezmek ve tasfiye etmek için 90’lı yıllarda zirve noktasına çıkan derin devlet örgütlenmesi, sonunda keyfi çeteleşmelere dönüşmüş, uyuşturucu işinden binlerce faili meçhul cinayetin aktörü haline gelmiştir. Siyasete müdahalesi gündelik hale gelmiş ve aşırı pervasızlaşmıştır. Tüm bunların bedelini 2001 seçimleri sonrası süreçte arka plana itilerek ödemiştir.
Bugün görmek isteyen her gözün görebileceği gibi, bu yıllardan itibaren çeteleşen ve çürüyen devletin yerini en azında burjuva normlara uygun bir devlet değil, tarikat örgütlenmeleriyle yine keyfiliğin egemen olduğu başka bir devlet almıştır. Bunun çürümesi, pisliklerinin ortalığa saçılması önceki kadar uzun sürmedi. Önceki çeteleşen derin devlet ve onun anlayışı ile hiçbir ciddi hesaplaşma yapılmadığı için, AKP iktidarının daha ilk günlerinden itibaren devlette çürüme kanser tümörü gibi her tarafa yayılıyordu.
Şimdi kanser tüm vücudu sarmıştır, Erdoğan elinde operasyon aletleri bu tümörü kazımaya hazırlanıyor. Ancak boşuna! Kendisi de aynı hastalıktan inmeli olduğu için bu operasyonlardan sonra ortaya sağlıklı bir yapı çıkmaz.
Sistem tümüyle yöneten ve yönetilenleri ile önemli bir sınavdan geçiyor. İktidar, devlet ve siyaset çürümenin bütün işaretlerini ortaya koyuyor. AKP ve Erdoğan büyük bir hırçınlıkla günahlarını örtmeye çalışıyor. İktidar gücü elinde olduğu için bu yolda bazı “başarılar” elde edebilir. Ancak devletin çizisi çıktığı için, bu kurumlarla iktidarını sürdüremez.
Cemaat, kasetlerle “altın vuruşlar” yaparken aynı zamanda kendi üzerindeki bütün sözde kutsallığı da param parça ediyor. En sinsi komploların mimarı olarak, büyük bir itibar kaybına uğruyor. Bizans ve Osmanlı saray entrikalarını aratmayacak olaylar her gün yaşanır hale geldikçe, bu güç kavgasından ortaya açık bir galibin çıkması imkânsız hale geliyor.
Öte yandan, kasetleri kendi yolunu açmak için kullanan CHP’nin ne kadar siyasal itibar ve güç kazandığını yakında göreceğiz. Etiğin zerresinin kalmadığı siyaset meydan savaşlarından ne kazanılabilir? Siyaset sonuçta çıkarlar savaşıdır, ahlak çok mu önemlidir denebilir? Her dönemin bir ahlak anlayışı vardır. Sınıfların olduğu bir dünyada egemenlik için sadece devletin zoru yetmez. Onu çevreleyen, her yönden örten bir ideolojik zemin gerekir. Bu örtü egemenlik sistemine aynı zamanda bir inanç-itaat zemini kazandırır. Devletin 90’lı yıllardaki çürümesinde ideolojik çimento olan Kemalizm büyük bir darbe almıştı. Şimdi İslami değerler benzer bir örselenmeyle karşı karşıyadır. Daha öteye her burjuva devletinin egemenlik dokusu hukuk, tarikatlar savaşında yerlerde sürünür hale geldi. Artık herkese göre, daha doğrusu her tarikata göre bir hukuk var. 90’lı yıllarda “düzenin ve devletin bekası için” bilinçli olarak hızlandırılan toplumsal çürüme operasyonu bugün inanılmaz ürünlerini veriyor. Tepeden tırnağa çürüme yaşanıyor. Her şey, politika, ahlak, kültür bu ortam içinde bata çıka gidiyor. “Alo babacığım” kaseti ne ölçüde sefillikse, kaset imalatı ve onun üzerinden politika yapmak da en az o kadar rezilliktir. İnsanların bu sefil kavgayı büyük bir iştahla ekranlarının başında izleyip “taraf” tutması ya da bu gidişe kayıtsızlaşması toplumsal çürümenin derinleşmesinden başka bir sonuç doğurmayacaktır.
Siyasal dengeler, uluslar arası komplolar hepsi bir yana, yaşadığımız günlerde bütün sınıflarıyla toplum önemli bir sınavdan geçmektedir. Böyle çürüme ve dibe vurma zamanlarından sonra yeni değerlerin şekillendiği sancılı süreçler başlar. Fakat tarikatlar savaşı ve çürüme daha dibe vurmadı. Önümüzdeki günlerdeki yaşanacaklar dibe gidişi hızlandıracaktır.Aslında Türkiye 80’li yılların ortalarında dünyada ana akım haline gelen neoliberalizmi bütün etkileriyle yeni yaşamaya başlamıştır. Postmodern, kuralsız, “kamunun” tasfiye olduğu her şeyin özelleştirildiği, çılgın rakamları bulan CEO maaşları, borsanın kutsandığı, paranın tanrılaştığı bu dönem topraklarımızda bütün gücüyle esmeye başlamıştır. “Allahtan korktuğu” sanılanların nasıl dünyalık istiflediği, bunun için nasıl her yolu mubah gördüğü günlerden geçiyoruz. Kutsallık arkasına saklanan servetlerin ortaya dökülmesi, insanlarda şok etkisi yaratsa da, öte yandan yeni bir toplumsal bilincin birikimini de başlatmaktadır.
Tüm cumhuriyet tarihi boyunca “bekası” için nice canlara kıyılan devletin nasıl bir şey olduğu, egemen sınıfların üstümüze saldığı bu canavarın, onların yağmasının, servet biriktirmesinin bir aracından başka bir şey olmadığı hiç bu kadar açığa çıkmamıştı. İnsanı öne çıkartan değerlerin yeniden filizleneceği çok sancılı bir dönemin eşiğindeyiz. Kemalizm ve siyasal İslam ne kadar dibe vurursa yeni değerlerin filizlenmesi o kadar hız kazanır. Bu yolda en güçlü işaret Gezi isyanıdır. Gezinin ruhu baştan aşağıya çürüyen toplumun kılcal damarlarında güç biriktiriyor.