İsyanlar ve Emperyalizm: Klasik Sömürgecilik Özlemleri
Mehmet YILMAZER
12 Nisan 2011
Tunus ve Mısır’la başlayan isyanlar renk ve nitelik değiştirerek devam ediyor. Üstelik Fildişi Sahilleri’ndeki yaşananlar, olayların Afrika’ya yayılma işaretlerini veriyor. Hatta neden pek çok “üçüncü dünya ülkeleri”ne yayılmasın? Sosyalizmin yıkılışı ve neoliberalizmle kapitalizmin Kraliçe Viktorya döneminin vahşiliğine yeniden dönüşü, içine girdiği yeni büyük bunalım süreci ve bütün bunların yanında Latin Amerika’da “21. yüzyıl sosyalizmi”ne doğru atılan adımlar; bu önemli işaretler, dünyanın, insanlık tarihinde sık yaşanmayan özel bir döneme doğru yol aldığını gösteriyor.
Tunus’taki olayların yoksul bir üniversite öğrencisinin kendini yakmasıyla başladığı neredeyse unutuldu. Batı hemen Saddam gibi yeni bir canavar yaratarak, Kosova ve Irak’tan sonra Libya’da yeni bir “kurtuluş” hikâyesi yazmak için uçakları kadar medyasıyla da büyük gürültüler kopartarak ortalığı toz duman etti. NATO, gerçekleri bombalarla yok etmeye çalışıyor. Gerçekler dokuz canlıdır, her ölüşten sonra daha güçlü olarak dirilirler. Libya’da ve becerebilirse İran ve Suriye’de “özgürlük ve demokrasi” için harekete geçen Batı, Suudi Arabistan, Bahreyn ve Yemen için üç maymunu oynuyor.
“Bingazi muhalefeti” yalvar yakar NATO’dan ve “mösyö Sarkozy”den yardım istiyor. Tarihe NATO’nun ilk kurtardığı halk olarak Kosova geçmişti. UÇK çapulcularını “ulusal kurtuluşçu” olarak birden parlatan NATO, sonra da onlara bir kurtuluş hikâyesi yazdırdı. Fakat bugün Kosova, çetelerin kol gezdiği, hala siyasal bir istikrar ve nitelik kazanamamış, ancak topraklarında Avrupa’nın en büyük Amerikan üssünü barındıran sözde bir cumhuriyettir. Amerika’nın “kurtardığı” Afganistan ve Irak’tan söz etmeye hiç gerek yok! Bingazi eğer NATO tarafından kurtarılırsa alın yazısı şimdiden bellidir.
Ortadoğu’daki gelişmelerin ortaya çıkardığı birkaç önemli gerçeklik var. İlki, Tunus ve Mısır isyanları ile Libya ve Suriye’deki olayların niteliğinin farklı olmasıdır. Tunus ve Mısır’da isyanlar kendi doğallığı içinde başladı; ancak bu gelişmeleri fırsat bilen emperyalizm bölgeye hemen kendi çıkarları yönünde müdahaleye soyundu. İkinci önemli gerçeklik, isyanlardaki hedefsizlik ve örgütsüzlüktür. Bu zamanımızın bir hastalığıdır ve son yirmi yılın mirasıdır. Böyle isyanlar kaçınılmaz bir şekilde sonunda neoliberal dünyanın anaforuna kapılıyorlar. Üçüncü olarak, emperyalizmin sömürge valiliği dönemine dönüş özlemleri, onun aynı zamanda büyük bir tıkanma içinde olduğunu kanıtlıyor.
Afganistan ve Irak’ta denenen ancak tutmayan bu sömürge valiliğine dönüş gayretleri, bir kez de Libya ve Fildişi Sahilleri’nde deneniyor. Daha şimdiden bu yeni gayretlerin de tutmayacağı görünüyor. Emperyalizm, “komünizm tehdidi” altında dünyayı daha iyi yönetiyordu, herhalde o günleri özlüyordur. Dünyayı yönetmek için güçlü ve ikna edici bir “tehdit” bulamayan emperyalizm, bu nedenle her gün daha fazla rezilliğini açığa vuruyor. Klasik sömürgecilik günlerine dönme gayretinin altında, bu dünyayı yönetememe sorunu yatıyor. Yönetmek için yaptığı her saldırı dünyadaki “kaos” alanlarını daha da büyütüyor.
İlk Körfez savaşının üzerinden yirmi yıl geçti. ABD’nin dünyaya her çeki düzen verme çabası, tersine sonuçlar doğurdu. Libya’ya saldırı sırasında güç merkezleri arasında yaşanan, artık gülünçlük seviyesine varan yarış, dünyanın çivisinin iyice yerinden çıktığını gösteriyor. Emperyalizmin her yeni işgali veya ülkeleri neoliberal yollardan denetleme çabası dünyayı daha fazla karmaşık ve denetlenemez hale getirecektir. Ortadoğu’da yaşananlardan hareketle doğal olarak, hedefsiz ve örgütsüz isyanların sonunda emperyalizmin çizdiği yola gireceği düşünülüyor. Bu büyük ölçüde doğrudur. Ancak günümüz dünyası neoliberalizmin ilk parıltılı yıllarını çoktan geride bıraktı. Üstelik uzatmalı bir ekonomik krizin içinde. Bu nedenlerle, merkezler arası paylaşım savaşı gittikçe şiddetleniyor. Bu artan şiddet paylaşım alanlarının tümden teslim alınması sonucunu yaratmak bir yana dünyayı daha da yönetilemez hale getiriyor. O nedenle basit bir mantık yürütmeyle, her isyanı sonunda emperyalizmin içinden ele geçireceğini söylemek günümüz gerçeklerinin derinliğini kavramamak anlamına gelir.
Mısır bunun ilk işaretlerini verdi. Kitleler “ordu devrimimizi çaldı” diyerek yeniden Tahrir Meydanı’na gittiler. Fakat bu kez ordunun sert tavrıyla karşılaştılar. “Devrimi çalan ordu” kırmızıçizgilerini kan dökerek gösterdi. İsyan yeni bir zeminde devam eder mi? Bilmiyoruz. Ancak bölge ve dünyanın durumuna baktığımızda üçüncü dünyada yeni bir dalganın birikiminin yaşandığını söyleyebiliriz.
Bir yanda neoliberalizmin yağması sonucu iyice yoksullaşan üçüncü dünya; öte yanda emperyalizmin artan paylaşım iştahı, sömürge valiliğine dönüş özlemleri, bu büyük çelişki, uyduruk yönetim ve anayasa değişiklikleri ile uzun süre daha uyutulamaz.
Üçüncü dünya ile emperyalizmin ilişkisi başlıca iki büyük aşamadan geçti. İlki, uzun yağma ve doğrudan sömürgecilik yıllarıdır. Sovyet Devrimi ile bu halka kırıldı ve ulusal kurutuluş savaşları dönemi başladı. Bu noktadan itibaren emperyalizmin valileri devrildikçe yerine meta ve sermaye akışıyla yeni sömürgecilik dönemi başladı. Bu dönemde üçüncü dünya ülkelerine “kalkınma” vaat edildi. Ancak bu yılların en belirgin özelliği üçüncü dünya ülkelerinde sık sık gerçekleşen askeri darbeler, faşist yönetimlerdir. Sonunda “kalkınma” vaatleri tankların paletleri altında kaldı. 1980’li yılların başlarında patlak veren “üçüncü dünya borç krizi” ile yeni sömürgecilik dönemi krize girdi ve kapandı.
Emperyalizmin üçüncü dünya ülkeleri ile ilişki tarzı neoliberalist yağmayla 1980’li yılların başlarında yeni bir şekle girdi. Ancak ömrü bu kez fazla sürmedi. Bu yeni ilişki tarzı da 1980’li yılların sonlarında Latin Amerika’daki hızlanan isyanlarla ilk güçlü tıkanma işaretlerini verdi. 2008 yılında patlayan büyük bunalım, neoliberalizmin tüm dünya ekonomisi için felaketin yolunu döşediğini ortaya koydu. Günümüzde Ortadoğu’da yaşanan isyanlar, emperyalizmin üçüncü dünya ülkeleri ile kurduğu yeni ilişki tarzının artık derin bir tıkanmaya girdiğinin en güçlü işaretleridir.
Bu anlamda dünya yeni bir döneme giriyor. Emperyalist merkezler kendi gelecekleri için gittikçe daha fazla vahşileşiyor. Aynı zamanda artık üçüncü dünya ülkeleri için ikna edici bir gelecek vaatleri yok. “İnsan hakları”, “demokrasi”, “özgürlük” gibi kavramlar emperyalizmin dilinde fazlasıyla yıprandı. Eğer bu kavramları gerçek anlamlarıyla üçüncü dünya halkları ele geçirirse, ki süreç bu yönde akmaktadır, Mısır’da Tahrir Meydanı’na bir kez daha giden kitleler, geri püskürtülseler de, bu dalga durmayacaktır.