Birleşik Devrimci İrade Taksim’i Kazandı! Yeni Direnişlere, Yeni Mevzilere!
Binlerce polis, asker, panzerler, gaz bombaları, plastik mermiler ve yalan kusan boyalı basın… Ne yapsalar, ne etseler boş; 2009 1 Mayısı birleşik devrimci irade tarafından direne direne kazanılmıştır. Ezilen halklara kutlu olsun!
Devletin bu telaşı, bu Taksim korkusu neden?
“Teğet geçti”, “sürtünüp geçti” derken ekonomik kriz derinleşmeye devam ediyor. İşsizlik rakamları, bizzat devletin kendi kurumları tarafından “rekor” nitelemesiyle açıklandı. Kürt sorununda klasik inkârcı anlayış artık dikiş tutmuyor. 29 Mart yerel seçimlerinde alınan sonuç, gelinen bu aşamanın tescili oldu. Ekonomik, politik, her alanda düzenin çözümsüzlüğü gerilimi arttırıyor, patlayıcı madde biriktikçe birikiyor. Klişe tabirle “bıçağın kemiğe dayanacağı” günlere doğru hızla yol alıyoruz. Telaş bundandır.
2009 1 Mayısına böylesi bir atmosferde girildi. Burada devletin iki temel derdi vardı. Birincisi, 12 Eylül darbesinden bu yana büyük ölçüde başarıyla sürdürdüğü “devrimci hareketin kitlelerden izolasyonu”nda en ufak bir gedik açtırmamak. Yani, biriken patlayıcı maddeyi ateşten uzak tutmak. İkincisi, atacağı her adımı boşa çıkartarak, devrimci hareketi başarısızlığa mahkûm etmek. AKP’siyle, TSK’sıyla, tüm düzen güçleri açısından hayati nitelikte iki dert. Genel olarak 1 Mayıslar bu zeminde yaşanan hesaplaşmanın zirve noktalarından biri oluyor. Hele ki, “2009 1 Mayısı tam anlamıyla böyledir” diyebiliriz.
“Makul sayı” ya da “ateşle barutu buluşturmamak”
Onca “orantısız” önleme karşı, onbinlerce polisin üzerine direne direne, çatışa çatışa kararlıca yürüyen emekçiler ve Taksim işgalinin kırılması. Kameralara yansıyacak bu görüntü, böylesi bir “kritik” siyasi atmosferde düzen güçleri açısından tahammül ötesidir. Ne yapıp edilecek, bu görüntünün kameralara yansıması engellenecektir. Devletin taktiği bu anlayış üzerinde şekillenmiştir.
1 Mayıs tatil ilan edilecek, Taksim yalnızca uslu sendikalara “makul sayı” şartıyla açılacak. Geçtiğimiz yılın aksine “inatlaşma” tablosu çizilmeyecek, “emekten yana, anlayışlı hükümet” oyunu sahneye koyulacak.
Bir taraftan da ruhu satılmış boyalı basın aracılığıyla gerilim pompalanacak, manyakça senaryolarla zihinler bulandırılacak, ortam terörize edilecek.
Kitlesel kutlama için işçilerin gideceği adres olarak Türk-İş eliyle Kadıköy işaret edilecek. “Taksim’de ısrar” meselesi de boşlukta bırakılmayacak; bu rol de Hak-İş’e düşecek.
Bir takım “marjinal gruplar” da zaten alınan önlemlerle sorunsuz bir şekilde etkisiz hale getirilecek. Sendikalarla marjinal grupların, yani işçilerle devrimcilerin yan yana gelmesi engellenecek.
Sonuç olarak, “sen sağ ben selamet” 2009 1 Mayısı kazasız belasız, direnişsiz çatışmasız atlatılacak. Akşam anahaber bültenleri Kadıköy’de “kuzu kuzu” kutlanan 1 Mayısı ekranlarına taşıyacak. Kameralar Taksim’e çevrildiğinde de Taksim’de ısrar eden makul sayıda Hak-İş’li boy gösterecek. Ya gerisi? Marjinal gruplardan yalıtılmış cılız bir KESK, DİSK korteji ve Taksim’in çok uzaklarında kayda değer olmayan ufak tefek gerilim görüntüleri.
Plan buydu, oyun bunun üzerine kuruldu ve oyuncular sahne aldı. Haber sunucuları adeta sunacakları haber metnini peşin peşin hazırlamıştı bile.
Kararlı direniş, oyunu bozdu, senaryoları ellerinde patladı!
Olmadı, işler istedikleri gibi gitmedi. Onbinlerce polis ve asker takviyesi kâr etmedi. Şişli’de bir araya gelen kitleye ilk müdahaleyle birlikte başlayan direniş, sokak sokak yayıldı. Ne dört bir yandan topladıkları polisleri yetti, ne günlerce öncesinden stokladıkları mühimmatları.
Taksim’i çevreleyen tüm sokaklar, gözünü kararlıca 1 Mayıs Alanı’na dikmiş devrimci işçilerin, işsizlerin, gençlerin ortak direnişlerine sahne oldu. Saatlerce süren devrimci direniş kırılamadı.
Taksim’e doğru ilerleyen ve cılız olması murat edilen ana kortej, polis barikatlarını aşan emekçilerle büyüdükçe büyüdü, sayı on bini buldu. Saatler süren yürüyüşün sonuna doğru Taksim’e yaklaşıldıkça heyecan, coşku doruğa tırmandı, nefesler tutuldu. Ve saatler 13.30’u gösterdiğinde “İşte Taksim, İşte 1 Mayıs” sloganıyla 1 Mayıs Alanı’na çıkıldı, bir kez daha direniş kazandı!
İşte tam bu saatte tüm televizyonlar canlı yayında son dakika haberi olarak Taksim’e kilitlendi. Görüntü adeta büyüleyiciydi; direnerek, bedel ödeyerek sağlanan kazanımın coşkusu tüm görüntülere yansıyordu. Televizyonlardan gün boyu verilen haberler hep aynı şeyi gösterdi durdu: “Sokak sokak saatlerce süren ve Taksim’in yolunu açan direniş. Taksim’in 31 yıl aradan sonra yeniden kazanılması.”
Peki ya Kadıköy? Ya Taksim’de ısrar eden Hak-İş’in meydana çıkışı? “Haberlere neredeyse hiç yansımadı” desek abartmış sayılmayız. Direniş görüntüleri geçiştirilecekken ve zihinlerde iz bırakması engellenecekken, asıl bunlar direnişin gölgesinde kaldı.
Direniş kazandı! Yeni direnişlere, yeni mevzilere!..
Başta söyledik tekrar edelim. 2009 1 Mayısı tartışmasız bir şekilde kazanılmıştır. Bu başarı, birleşik devrimci irade ve kararlılığındır. 2009 1 Mayısı “direniş” ve “zafer”le anılacaktır. Bu sonuç, emek cephesinde büyük moral yaratmış, özgüven tazelenmiştir. Geleceği kazanma adına atılacak yeni adımlarda, hız almak için uygun bir zemin ortaya çıkmıştır.
Şimdi düzenin kâbusu olmanın zamanıdır. Krizin derinleşmesiyle birlikte açığa çıkan sonuçlar, devrimci hareketin izolasyonu kırması ve işçilerle, yoksullarla temas etmesi, bağ kurması, halklaşması için olanaklar sunmaktadır.
Ulusalcısıyla, dincisiyle düzen güçleri arasında seçim yapmaya mahkûm bırakılan halkın kendi sözünü söyleyebileceği seçenek artık yaratılmalıdır. “3. Cephe”nin, “Ezilenler Cephesi”nin inşası görevi önümüzde duruyor. Yakalanan moral üstünlükle bu göreve soyunulmalı, bu hedefe dönük yeni mevziler kazanılmalıdır.
Son söz:
Bir gelenek haline geldiği üzere biz de şimdiden 2010 1 Mayısı için bir çağrı yapalım.
“1 Mayıs 2010’da yine Taksim’deyiz; makul sayı yüz bin!”
Birkaç Not:
DİSK ve Süleyman Çelebi, düzen açısından “kritik bir dönem”den geçilirken politik ortamın sertleşmesiyle birlikte iki yıldır sürdürdüğü görece kararlılığın gerisine düşmüş, uzlaşma sinyalleri vermiştir. Kısacası böyle bir süreçte, bu düzeyde yaşanan hesaplaşmalara ön ayak olma rolü, DİSK’in de, Çelebi’nin de boyunu epeyce aşmıştır. Biz, kimlerle nereye kadar yürünebileceğini biliyoruz. Olay, eşyanın tabiatı gereğidir ve anlaşılmayacak, öngörülemeyecek bir tarafı yoktur.
Konfederasyonlar içerisinde KESK, bu yıl Taksim ısrarını sergileme anlamında son ana kadar olumlu bir rol oynamış ve bu kararlılığıyla öne çıkmıştır. Önümüzdeki süreçte “ezilenler cephesi”nin yaratılması yolunda KESK’e önemli görevler düşecektir. KESK, 1 Mayıs’taki duruşuyla üzerine düşen rolü oynayabileceğinin ipuçlarını vermiştir.
TKP, Çağlayan’da kutlama yapmak için valiliğe başvuruda bulunmuş, Taksim kararlılığının yarattığı siyasi basınç altında son anda kararından vazgeçerek Taksim’deki kutlamalara katılmıştır. Kürt halkına destek eylemleri, cezaevlerinde yaşanan ölüm orucu süreci ve İstanbul’da gerçekleşen NATO toplantısı süreci ilk aklımıza gelenler; gerilimin yükseldiği, sokakların ısındığı momentlerde TKP yalpalamaktadır. Onlar adına “korkarız” ki, önümüzdeki günler daha da gerilimli geçecektir.
Kadıköy’deki Türk-İş mitinginde yer alan EMEP’in pozisyonu son derece sorunludur. Ortaya çıkan tablo o kadar nettir ki, bu siyasi hata üzerine söylenecek fazla bir şey yoktur. Yalnız şu nokta ilginçtir. EMEP, 1 Mayıs’la ilgili değerlendirmelerinde pozisyonunu haklı çıkarma adına gerçekleri çarpıtarak akıllara zarar ifadeler kullanmıştır. Parti yöneticilerinin Taksim direnişi üzerine yaptıkları kimi değerlendirmeler/çarpıtmalar, neredeyse devletin resmi ağızlarının açıklamalarını aratmayacak niteliktedir. İş öyle bir noktaya vardırılmıştır ki, “İstanbul’da ise; sanki iki ayrı 1 Mayıs yapılmış gibi görünüyorsa da, gerçekte İstanbul’da tek bir 1 Mayıs gösterisi yapıldı. O da Kadıköy’de (2 Mayıs, Evrensel)” denilebilmiştir. El insaf! Bu konuda da fazla söze gerek yok. “Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış” diyelim ve geçelim.
Ekonomik krizin sonuçları İstanbul dışındaki 1 Mayıs kutlamalarına da yansımış, kitlesellik ve coşku geçtiğimiz yıllara göre artmıştır.