Sınırları Aşmak
Fikret KIZILTAN
23 Mayıs 2011
Kürt halkı bir kez daha egemenleri acze düşüren büyük bir eyleme imza attı. Daha ‘sivil Cuma’ların şaşkınlığını üzerinden atamayan muktedirler, Türkiye Irak sınırının öte yanında bırakılan üç gerillanın cenazelerinin binlerce kişi tarafından alınarak Türkiye’ye getirilmesini kanları donarak izlediler. Haklılar, böylesi hiç görülmemişti!
Bu eylem, AKP’nin PKK’yi Kürt halkından tecrit etme politikasının bumerang gibi dönüp kendisini vurduğunun ispatıdır. Tecrit olan PKK değil, AKP oldu. Öyle ki, utanmadan sıkılmadan Hakkâri’ye, Kürtlere nutuk atmaya giden Erdoğan’ı karşılamaya, bir avuç devlet memuru ve subay eşinden başka kimse bulunamadı. Kürtler Erdoğan’ın yüzüne kapılarını sımsıkı kapadılar. “Tecrit öyle olmaz, böyle olur” dediler.
Binlerce Kürdün Irak sınırını aşıp katledilmiş çocuklarının bedenlerine sahip çıkması, 2005 yılında gerçekleşen Şemdinli ayaklanması gibi, Kürt özgürlük mücadelesinde yeni bir dönemi işaret ediyor. Şemdinli ayaklanması, alçakça tertiplenmiş bir saldırı karşısında refleks olarak gelişen bir kitlesel direnişti. Sınır ötesinden cenazelerin alınması ise, simgesel değeri çok büyük bir “yarma harekâtı”dır. Devletin PKK’yi tecrit politikasının iflasının ilanıdır.
Kürtler bugüne dek kendilerine dayatılan pek çok sınırı aştılar. 15-16 Mayıs gecesini Türk devletinin sıfır noktasında, dağ başında ve asker barikatı önünde geçiren halk, günün ilk ışıklarıyla birlikte çocuklarının ölüsünü almak için devlet sınırını aştı. Bu aynı zamanda korku sınırının da aşılmasıydı. Böylece insanlık tarihin en “çılgın proje”lerinden birisi olan ulus devletin sınırlarının nasıl aşılabileceğini gösterdiler hepimize.
Denebilir ki gerillalar, kaçakçılar ve eşkıyalar yıllardır bu sınırları zaten delik deşik etmemiş miydi? Kuşkusuz öyle, ama tüm bu sınır ihlalleri doğallığında devletten gizlenerek yapılırdı. Şimdi öyle mi, binlerde sivil askerin silahlı tehdidine aldırmadan, devletin gözünün içine baka baka sınırı aşıp cenazelerini aldı. İlerde Kürt özgürlük mücadelesinin tarihinde bir dönüm noktası olarak anlatılacak olan bu eylem “sivil itaatsizliğin” zirvesidir.
Kadim Kürt coğrafyasını bir hançer gibi bölen ulus devlet sınırını aşan Kürtler, örgütlü, kararlı bir halkın karşısında topun tüfeğin nasıl aciz kalacağını dosta düşmana gösterdiler.
***
“Sınır” kelimesi bildiğiniz gibi “had” kelimesi ile eş anlamlıdır. İçersinde had kelimesinin geçtiği epey bir deyim vardır Türkçemizde. Örneğin, varlıklı ya da mevki sahibi kimseler, kendilerinden aşağı gördükleri insanlara sık sık “hadlerini bildirme”yi severler. Hayatımızı kuşatan bu hadler, yani sınırlar, en az ulus devletin mayınlı sınırları kadar gerçektir, somuttur, fark etmeden geçmeye kalkarsanız “hop” derler.
Hemen güncel bir örnek vereyim buna. Binlerce Kürdün Türkiye Irak sınırında asker barikatı önünde beklediği gün Sağlık Bakanı Recep Akdağ Batman’da bir hastaneyi teftiş ediyordu. Hastanede taşerona bağlı çalışan görme engelli Nurullah Mehmetoğlu bir fırsatını bulup bakana derdini anlatmak istedi. “Biz burada asgari ücretle çalışıyoruz. Koşullarının iyileştirilmesini istiyoruz. Müteahhit şirketlerin elinden ne zaman kurtulacağız?” diye sordu. Bakan Akdağ mahcubiyetle ifade edilen bu talep karşısında, celallenerek hemen oracıkta Nurullah kardeşimize haddini bildirdi: “Gözlerin görmediği halde sana iş vermişiz, daha ne yapalım? Müteahhit şirketlerin yanında çalışacaksınız”. Bakanın ağzından çıkan bu sözler AKP iktidarının milyonlarca yoksul ve emekçiye çizdiği sınırları ayen beyan gösteriyordu. Karın tokluğuna köle gibi çalışacaksınız ve buna şükredeceksiniz diyor sayın sağlık Bakanı.
Olay kamuoyuna yansıyıp tepki toplayınca Bakan olaydan iki gün sonra bir özür mektubunu basına servis etti. Herkes çok iyi biliyor ki, bakanın ilk ağzından çıkanlar gerçeği ifade ediyordu, özür mektubu ise sadece bir halka ilişkiler faaliyetidir. Bakan gerçek zihniyetini yanlışlıkla ağzından kaçırmıştı.
Sağlık bakanını ağzından kaçan sözler, AKP iktidarının hepimize çizdiği sınırları gösteriyor aslında. Düşük ücretle kölece çalıştırılan işçiye “daha iyisini isteme, buna da şükret”; Kürde “senin için TRT Şeş’i açtık, otur izle, daha ne istiyorsun” deniyor.
Ama kazın ayağı öyle değil. Halklarımız barış içinde, özgür ve adil bir yaşam istiyor. Bu taleplerini yerine getirmeyen siyasetçileri ise, zamanı geldiğinde, alaşağı etmesini iyi biliyor.
***
Düzenin bekçileri yoksula, işçiye, Kürde, Aleviye, kadına sürekli haddini bildirmekle meşguller. Onların işi bu. Sahip oldukları gücü ve serveti korumaları, bizleri kendilerinin çizdiği sınırlar içinde tutabilmelerine bağlı. Bizlerse ancak bu sınırları aşabildiğimizde özlediğimiz adil, özgür ve kardeşçe bir yaşama kavuşacağız. Öyleyse okulda, işyerinde, mahallede, yaşamın her alanında bize çizilen sınırları, yani haddimizi aşmak, birinci vazifemiz olmalı.
Kürtler ulus devletin deli gömleğinin dikişlerini patlatırken, yoksullarla zenginleri, yönetilenlerle yönetenleri, kadınlarla erkekleri, gecekondularla lüks siteleri ayıran sınırları da zorlayacağız hep birlikte.
Bu yolda önümüzdeki ilk büyük iş, siyasette önümüze konulan yüzde 10 sınırını bağımsız adaylarımızla delik deşik etmektir. Emek Barış ve Demokrasi Bloğu olarak meclise ne kadar çok milletvekili gönderebilirsek, yüzde 10 barajını o ölçüde anlamsızlaştırmış oluruz.
Sınırlarla hesabımız bitmeyecek, ta ki “sınırsız sömürüsüz bir dünya” kurulana dek.