Saray sonunda keskin manevralarına başladı. İsrail, Rusya tamam! Mısır sırada bekliyor, hatta Suriye ile ilgili söylentiler bile var. Aslında bu dönüşler şaşırtmadı. Ankara bölgede sıkışmış, hiçbir manevra alanı kalmamıştı. Son dönüşlerle birlikte nasıl bir manevra imkânına kavuşabilir? Şimdi konuşulan konu bu. Elbette muhalefetten yükselen “fırıldak gibi döndü” eleştirileri çok da anlamlı değil. Ayrıca bu keskin dönüşlerin iç politikada AKP’ye bedellerinin ne olacağı, bu dönüşlere değil bundan sonraki gelişmelere bağlıdır.
İsrail’le barışmanın görünen üç önemli sonucu olabilir. Washington’la Ankara’nın ilişkilerinin düzelmesine bir etkisi olabilir. Öte yandan, yüksek teknikli silah bilgilisi, bunların bakım ve onarımı İsrail üzerinden yürütülüyordu. Bu ilişkilerin yeniden başlaması mümkündür. Fakat bu konuda ilişkilerin hemen eski seviyesine gelmesi mümkün değildir. Çünkü bütün yaşananlardan sonra Ankara artık alnında “güvenilmez bir ilişki” damgasını taşımaktadır. Bir diğer konu Doğu Akdeniz petrol ve doğalgaz kaynaklarının Türkiye üzerinden taşınmasıdır. Bu konuda sadece İsrail ile ilişkilerin düzelmesi yetmez “Kıbrıs sorunu”nun da yoluna girmesi gerekiyor.
Rusya ile ilişkilerin düzelmesi elbette sadece turizm ve sebze meyve ihracatından ibaret değil. Ekonomik alanda Ankara için Rusya büyük bir öneme sahiptir. Bunu bu ülkedeki hemen herkes yaşanan kısa sürede gördü. Ancak ilişkilerin düzelmesinden Ankara’nın başka önemli beklentileri de olmalıdır. Suriye sınırından Ankara’nın burnunu bile uzatamaması, Moskova ile ilişkiler yoluna girdikten sonra değişir mi? Rojava’da yaşananlara müdahale etme şansına kavuşacak mı? Bu soruların cevapları henüz yok.
Ankara Moskova ilişkilerindeki düzelme işaretlerinden hemen sonra PYD sorumlusu Salih Müslim’in “Rojava’da federasyondan vazgeçmeyeceğiz.” açıklaması Türkiye’nin niyetlerini ortaya koyması açısından önemlidir. Elbette Ankara için de sorun bu noktada başlıyor. İlişkilerin düzelmesiyle beklentilerin gerçekleşmesi farklı konulardır. Ankara’yı bu konuda çok sıkıntılı günlerin beklediği açıktır.
Dış politikada ve dolayısıyla iç politikada yeni bir dönem başlıyor. AKP iktidarı yıllarında dış politika gelişmelerini başlıca üç döneme ayırmak mümkündür. İlki, itibarlı yıllardır. Irak işgalinde Amerika’ya geçiş izni vermemek, sonra Davos’taki “one minute” kabadayılığı günleridir. Bu dönem Arap isyanlarının patlak verdiği yıllara kadar devam etti. AKP ve Erdoğan hem bölgede itibar kazandı, hem de bunu iç politikaya çok iyi taşıyabildi. Ardından bölgede Kahire’den Bağdat’a kadar bir Sünni ekseni kurma hayallerine kapıldığı dönem geldi. İş, Şam’da Emevi Camii’nde namaz kılma niyetlerine kadar varmıştı. Ankara Suriye’nin içine girdikçe ve özellikle Rojava’daki gelişmelere karşı düşmanlığını arttırdıkça batağa saplandı. Erdoğan’ın “Eyy” diye başlayan nutuklarını dinlemekten bıktık. Son beş yıldır dış politikada tam anlamıyla bir iflas yaşandı. Davutoğlu’nun görevden alınmasıyla bu dönem kapandı. Artık yeni bir dönemdeyiz.
Yeni dönemin başında akıllara iki önemli sorunun gelmesi kaçınılmazdır. Dış politikadaki bu dönüşler Ankara’nın beklentilerine ne ölçüde cevap olabilecektir? Bunun kadar önemli diğer soru: Bu dönüşlerin iç politikaya etkileri neler olacaktır?
Birincisinden başlarsak, bu dönüşlerle Ankara tıkanmışlığını aşmayı ve kendine bölgede yeni manevra alanları yaratmayı umuyor. Ancak mümkün olmadığını çok kısa zamanda görecektir. Ankara’nın keskin dönüşü ile ne ABD ne Rusya bölgedeki tavırlarını değiştireceklerdir. Dolayısıyla Ankara’yı gelecek günlerde mevcut konumundan farklı bir durum beklemiyor. Aslında bu dönüşle, Türkiye’nin dış politika batağının derinliği daha iyi gözler önüne serilecektir. Bu arada IŞİD’den gelecek tehditlerin nelere yol açacağı da önemli bir soru olarak durmaktadır. Suruç’tan Ankara katliamına kadar yeni derin devletin denetiminde iş tutan IŞİD, bundan sonra bu sadakatini gösterecek midir? Pakistan ve Afganistan örneklerine bakıldığında Ankara’nın bu konuda başının büyük belada olduğunu öngörmek hatalı olmaz. Saray’ın keskin manevralarından sonra ortaya güllük gülistanlık bir tablo çıkması bir yana, Ankara’nın bölgede ne ölçüde batağa saplandığı, örtülerinden kurtulmuş olarak, ortalığa dökülecektir.
Bu gelişmelerin iç politikaya yansımalarına gelirsek. Bu konu biraz da 17 Aralık yolsuzluklarının ortalığa saçıldığı günlere benzeyebilir. Dönüşün doğrudan bir etkisini beklemek hatalı olur. Etkinin derinliği ve yaygınlığı önümüzdeki günlerde Ankara’nın beklentilerinin gerçekleşip gerçekleşmemesine bağlı olarak yaşanacaktır. Ancak bugün 17 Aralık günlerinden çok farklı bir ortam vardır. Bir yıla yakındır bütün şiddetiyle Kürt savaşı sürüyor. Bölgedeki dönüşlerin etkisi iç politikaya Kürt savaşının filtresinden geçerek yansıyacaktır. Gerçekleşmeyecek beklentilerin yaratacağı politik kırılmalar, özellikle Kürt sorunu üzerinde yaşanacaktır.
Ülkeyi her yönden yıkımın eşiğine getiren AKP iktidarının, kasaba politikacılığının damgasını taşıyan kurnazlık ve keskin dönüşlerle bu bataktan bir çıkış bulması hemen hemen imkânsızdır. Elbette ödeyeceği bedelin büyüklüğü demokrasi güçlerinin hesap sorma güç ve yeteneğine bağlıdır.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]