OHAL çerçevesinde KHK ile OHAL’e gerekçe oluşturan darbe girişimi ile ilgili olmayan konularda alınan kararların hukuki bir tarafı var mı? Yok. Peki şu anki koşullarda bunun bir anlamı var mı? O da yok. Hayatın her alanında “mili irade”yi seçimleri kutsayan anlayış üniversite rektör seçimleri gündeme gelince ipe un seriyor. Boğaziçi’nin, ODTÜ’nün yönetimine el koyabilmek için KHK ile düzenleme yapılıyor. Proje okulları sonrasında Türkiye’nin bu gerçek üniversiteleri de artık Saray’ın kuşatmasını daha da yakından hissedecek. 2013-2016 sürecinde Türkiye’de gelişen demokratik dalganın aslında en büyük mimarları bu okullardan ve bu okulların şekillendirdiği ruh halinden çıkmıştı. Kemalizm’i aşan, İslamcılık ile karşıtlığını demokrasi ekseninde kuran, Kürtlerle birlikte yeni bir demokratik Cumhuriyet’in inşasına kafası yatan jenerasyon büyük oranda buralarda kendisine nefes alacak alan bulabilmişti. Boğaziçi’nin Paramaz’ın okulu olması rastlantı değil. Devletin Saray kılığında buralara saldırması da rastlantı değil. Çünkü Türkiye’yi içine sıkıştığı darboğazdan kurtarabilecek paradigma ki ipuçlarını Gezi’de ve HDP’nin doğuşu sonrasında bol bol görme şansımız oldu, en rahat buralarda kök salabiliyordu. Rektör seçimleri meselesini bu yüzden proje okulları saldırısının devamı olarak görmek lazım. “Yerli ve milli” parantezine sığmayan ve aslında toplumun tüm ezilen kesimlerini birleştirebilme kapasitesine sahip bir karşı hegemonya zemininin tasfiye edilmesi olarak da okumak gerekiyor bu saldırıları.
Saldıracaklar ama başaramayacaklar. Çünkü ellerinde zor dışında bir paket yok. Sonuna kadar hükmedebildikleri kasaba ruh halinin kurucu irade haline gelebilmesinin sınırları var. Şu anda gidip gelip takıldıkları aşamadıkları sınırları büyük oranda buradan kaynaklanıyor. Yetersizliklerini aşabilmek için yalan, üzerinden neredeyse hiç kimsenin geçmediği köprüler ve zor dışında bir araç yok.
IŞİD’in hallaç pamuğu gibi attığı dönemde yüzüne bakmadıkları Şengal ve Telafer şimdi rahat bir nefes alır hale gelebildiği için çok rahatsızlar. Telafer’deki Türkmenlerin çoğunun Şii olduğunu bilmeden bölgeyi Şii’lere karşı koruyacaklarına yemin billah ediyorlar. Suriye’de hava operasyonları engelleniyor ama bozuntuya vermemeye çalışıyorlar. Nasılsa içeride beylere soru sorabilecek gazeteci bırakmadılar. Bütün efelenmelere rağmen her geçen gün sahada neredeyse hiçbir ağırlıklarının olmadığı her gün yüzlerine vurulsa da içeride daha da fazla hamasete batarak buradan çıkmaya çalışıyorlar. Fırat Kalkanı operasyonunun içeride pazarlanacak bir boyutu bile kalmayacak duruma geldi neredeyse.
Ekonomide de çanların şiddetle çalması sonrasında hazır OHAL kelepçesi toplumun bileğindeyken Başkanlık koşusu hızlandırılmaya çalışılıyor. Bahçeli her zamanki gibi Erdoğan’ın hamlelerinin en önemli kozlarından bir tanesi. İdam, seçim barajının%7’ye indirilmesi, “üniter” başkanlık hep MHP tabanının Erdoğan’ı başkan yapmak karşısında elde edeceği pazarlık unsurları. Türkiye sağı Komünizmle Mücadele Dernekleri günlerinden kalma bir heyecanla sokakta ve parlamentoda faşizmi kurumsallaştırmak, yegane ufukları Osmanlı’nın bir manasız, anakronik bir replikasını yaratmak için el ele vermiş durumdalar.
CHP’nin de kafa karışıklığı durumunda kalması için üzerindeki basınç zaman arttırılıyor. CHP’nin bir kesimi faşizme karşı, başkanlığa karşı demokrasi güçleri ile aktif bir işbirliği arayışında. Bir kesimi ise hazır peşinden yürümeye hazır bir sürü solcu varken işbirliğinden ziyade Fareli Köyün Kavalcısı rolüne soyunmayı, majestelerinin tek muhalefeti olmayı istiyor. Sola ve Kürtlere doğru kayma eğilimi güçlendikçe Bülent Tezcan’a yapılan benzeri saldırılar artacaktır. Saldırgan aslında adresi belli etmiş: “HDP’ye karşı net tutum almıyorsunuz.”
Sorun zaten HDP’nin boğulması ve Kasaba’nın lügatından demokrasi kelimesinin temelli çıkarılması. Oysa HDP kendisine saldırıldıkça direnişe daha sıkı sarılıyor. “Faşizme karşı bir şey yapmalı” diyen herkese bakılacak noktayı gösteriyor. Diyarbakır Belediyesi’ne saldırı sonrasında bölgede internet kesiliyor, insanlar eczaneden ilaç alamıyor. Başbakan “Başkanlık gelmezse ülkenin bölünme tehlikesi var” diyor ama başkanlığı getirmek için yapılanlar bölünmenin tüm psikolojik koşullarını yaratmış durumda.
Sonuç olarak tüm saldırılara rağmen bir direnme kararlılığı tüketilemiyor.
Not: Solun bir kesimi İleri Haber’de Metin Çulhaoğlu’nun “Bir yıldönümü vesilesiyle: Biz artık yokuz” yazısına hakim bilincin örnek teşkil ettiği üzere AKP faşizmini gerekçe göstererek solun Kemalizm eleştirisini itibarsızlaştırma gayreti içerisinde. Bu tartışma bugünün esas meselesi değil muhakkak ama bazı sosyalist arkadaşların Kemalizm’le bu mecz olma arzusunu anlayabilmek gerçekten zor. “Yetmez ama Evet” sol için bir skandaldı ama onun eleştirisi kapsamında solun kendisini bir devlet ideolojisi olan Kemalizm’den ayrı bir organik ideoloji olarak yeniden kurması kolay başarılmamıştır, bugün de bu konudaki kazanımlar öyle bir kalemde harcanamaz. 12 Eylül referandumunda alınan boykot tutumu, Gezi’nin ve sonrasında HDP’nin yarattığı demokratik seçeneğin olanağını yaratan tutumlardan biriydi. Bu değerlendirmeler Saray faşizmine karşı direnme eğilimindeki güçlerin en geniş çerçevede bir araya gelmesine asla engel olarak görülemez ama tam da devletin bir kanadı CHP’yi tek meşru muhalefet odağı kılmak isterken –ki bu konuda da bir konsensus olmadığı Bülent Tezcan saldırısı ile ortaya çıktı- bu tutum farklı bir likidasyon hali yaratabilir. Salim kafayla bu konuları tartışmak solun geçmişi ve geleceği hakkında önemli sonuçlar çıkarmamızı sağlayabilir. Bu arada Çulhaoğlu Kıvılcımlı’yı da Kemalizm’i sorgulama gereği duymayan geleneğin parçası olarak tarif etmiş. Biraz ağır bir gaf olmuş.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]