ROJAVA’DAN GÖRÜLEN HALİMİZ
M. Sinan MERT
23 Temmuz 2013
Rojava’da yaşanan gelişmeler AKP’deki felçleşme halini daha da belirgin bir biçimde gözlere sokuyor. Serekaniye’deki sınır kapısının PYD’nin eline geçmesi bir anda bir malumun ifşaatına dönüştü, hükümet çevreleri bildik “oldu bittiye” izin vermeyiz açıklamalarını ardı ardına sıralamaya başladı. Halbuki ortada bir oldu bitti falan yok. Gayet adım adım gelişen, bilinen bir süreç var. Öcalan ile Devlet arasındaki müzakerenin en önemli boyutlarından birisinin Türkiye’nin Rojava ile ilgili alacağı tutum olduğu açıktı. Aslında son bir haftadır yaşananları müzakere sürecinin girdiği yeni aşama ile ilişkilendirmek gerekiyor. Müzakere sürecindeki balayı evresi tamamlandı. Artık kartların biraz daha açık oynanacağı bir sürece giriyoruz. AKP yine kendisi açısından çok önemli bir hata yaparak son 8 aylık dönemi hiçbir ev ödevini yapmadan geçirdi. Erdoğan Öcalan’ın manevralarını kendisine büyük oda ve TV verilmesi ile ilişkilendirdiği için müzakere sürecini Kürt sorunu ile ilgili hiçbir politik adım atmadan ilerletebileceğine inanıyordu. Kendi karizmasına o kadar inanıyor ki akil adamlarla yapılan final toplantısında buyurduğu gibi “Kürt sorunu yok Kürt vatandaşların sorunları var” çizgisi ile yol alabileceğini düşünüyordu. Kürt hareketinin de tahammül sınırlarına gelinmiş ki artık oyunu elleri açık oynama yoluna gitmeye karar verdiler. Devlet el Kaideci çetelerini Serekaniye’ye saldırtarak belki 19 Temmuz’daki özerklik ilanını biraz geciktirdi, ancak toplanması yılan hikayesine dönen Kürt Konferansı’nın hayata geçirilmesini tetikledi. İç kamuoyunda da kendisine yeni bir yıpranma alanı yarattı. Hükümetin kendi adına bu süreçten en büyük kazanımının ise karşısında oluşan Gezi eksenli direniş bloğunu çatlatacak en güçlü zehir olan şövenizmi ortalığa bol miktarda zerk etmek oldu.
Bölgede siyasetin parametreleri değişiyor. İran Türkiye’nin gösteremediği politik esnekliği göstererek Kürtlerle yeni bir temas noktası sağlamış gibi görünüyor, Müslüman Kardeşler Mısır’da bir biçimde direnmeye devam ediyor ama sonuç alabilecek bir hamle geliştiremeden zamanın akıp gitmesine de engel olamıyor. Türkiye ise bütün dengesini kaybetmiş görünüyor. Bölge ile ilgili tüm oyun planı altüst olmuş durumda. Yaşadığı panik itibariyle de kendisini toparlama şansı varmış gibi de en azından kısa vadede gözükmüyor. Kürtler ise yıllardır biriktirdiklerinin karşılığını almaya çok yakın görünüyorlar.
Şimdi bizimde üzerinde hararetle durmamız gereken nokta bu “yıllardır biriktirdiklerinin karşılığını alma” meselesi olmalı. Büyük sosyal devrimler sadece ezilenlerin güçlü örgütlenmeler yaratması ile ilgili değildir. Egemenlerin en önemli siyasi aracı olan devletler teknik anlamda sürekli olarak güçlendiriliyorlar. Bu anlamda toplumları denetleme ve tahakküm altında tutma imkanları da giderek çeşitleniyor. İdeolojik araçlar zihinleri ve yaşam tarzlarını en ince ayrıntısına kadar belirlemeye çalışıyor. Bu anlamda egemen sınıflar kendi iç bütünlüklerini kaybetmelerine yol açacak bir türbülans yaşayıp devlet üzerindeki denetimlerini kaybetmedikçe sosyal düzen değişiklikleri yaşanmıyor. Fakat bütün sınıflı toplumlar bu tarz bir türbülans evresinden geçiyor. Bunun çok farklı sebepleri olabiliyor. Savaşlar, doğal felaketler, sosyal altüst oluşlar, ekonomik krizler, iç savaşlar bir biçimde egemenlerin iktidar kalıplarını altüst ediyor. Yönetememe krizi baş gösteriyor. Böylesi bir momentte diri olan sosyal güçleri ise etki alanını büyütüyor. PYD aslında böylesi bir momentin nasıl değerlendirilebileceğinin derslerini veriyor, 2.5 yıl önce kimsenin adını sanını bilmediği bir özneyken şu anda bölgenin en önemli politik güçlerinden birisi haline geliyor.
Aslına bakılırsa Suriye’deki boyutlarda olmasa da Gezi sürecinde Türkiye’de de benzer bir türbülans yaşandı. Tekrar altını çizmek gerekirse kesinlikle Suriye’deki seviyede olmayan bir iktidar boşluğu deneyimi yaşadık. Bu sürecin kazanımlarının ne olduğu tartışılırken mutlaka bakılması gereken yönlerden en başta geleni sosyal devrim peşinde koşan güçlerin yani devrimcilerin biriktirdikleri deneyimlerdir. Hareketle kurulan bağların derinliği oranında bütün devrimci özneler o veya bu seviyede deneyimler biriktirdiler. Şu anda yapılması gereken işlerden belki de en önemlisi benzer bir iktidar boşluğu sürecinde çok daha kalıcı sonuçlar yaratabilecek etkide bulunabilecek bir örgütlenme ve bilinç seviyesine ulaşabilmektir. Çünkü içinden geçilen dönem küresel kapitalizmin dikişlerinin orada veya burada patlamaya başladığı bir süreçtir. Ekonomik krizlerle iç içe geçen temsiliyet krizleri, bölgesel savaşlar, meşruiyetini hızla kaybeden iktidarlar her gün yeni bir yerde isyanları ve iktidar boşluklarını tetikliyor. Fakat insanlık Rojava’daki PYD misali var olan krizlere farklı bir rota çizebilecek araçlar yaratamazsa momentler kaçar, egemen sınıf hegemonyasını bir biçimde yeniden inşa eder. Krizler devrim yapmıyor, ezilenler kriz fırsatını değerlendirebilecek politik araçlar üretememişlerse isyanlarının çalınmasına seyirci kalmak zorunda kalıyorlar.
Bugün gelinen aşamada tarihi Gezi İsyanı’nın yeni bir evresine girmiş bulunuyoruz. Dalga kısmen geri çekildi ancak sonbaharla birlikte büyük olasılıkla her şey yeni baştan yaşanacak. AKP çevreleri daha şimdiden Ekim ayında yaşanabilecek provokasyonları tartışmaya başladı. Artık rutin siyaset günleri geride kaldı. Bu sürecin temposunu, gerilimini ve bilinç seviyesini yakalayamayan tüm siyasi özneler daha fazla kan kaybedecek. AKP kısa vadede hegemonyasını yeniden kendi dar tabanı dışına nüfuz ettirebilecek gibi görünmüyor. Daha hala polisiye müdahalelerle durumu idare edebileceğini düşünüyor.
Hayal dünyasında yaşayan ve gerçeklerle yüzleşemeyenler için köprüden önceki son çıkıştayız.