Kasım’ın son günü 150 dünya lideri ve 190 iklim uzmanı çalışma ekibi Paris’te toplandı. Bu kadar dünya liderinin bir araya gelmesi bile tartışacakları ve sonunda uzlaşmaya varmaya çalışacakları sorunun önemini göstermeye yeter. İnsanlığın önündeki en büyük sorunu ortak bir şekilde çözmeye çalışacaklar. Bunu çözüp anlaşabilecekleri konusunda sol ve aktivist çevrelerde bir umut yoktur. Neden? Acaba sorunun önemini kavramadılar mı?
Bu liderler gerçekten iklim sorununun ne olduğunun farkında mıdır? Dünyamızın bir felaketin eşiğinde olduğunu anlıyorlar mı? Sanayileri kömür, petrol, doğal gaz gibi atmosfere karbon salan enerji kaynaklarından güneş, rüzgâr, su gibi ya da alternatif bir temiz enerji kullanmaya geçirmeleri gerektiğini görmüyorlar mı? Yani karbon müptelalığı denilen sorundan sanayilerini arındırmaları gerektiğinin bilincinde değiller mi? Bilincinde olmamaları imkânsız gibi bir şeydir.
Eğer bunu yapmazlar ise dünya ısısının önümüzdeki birkaç yıl içinde 7-8 derece artacağını ve bunun için başlangıç olarak en azından bunu 2 derece sınırına düşürecek önlemler almalarının aciliyetini kabul etmiyorlar mı?
Mutlaka ediyorlardır.
İklimin ısınması ile birlikte kutuptaki buzların eriyeceği ve okyanuslarda gördüğümüz soğuk-sıcak akıntıların değişeceğini anlıyorlar mı? Şimdiye kadar denizlerin yükselmesi ile 665 bin kişi yerlerinden göç etti ve önümüzdeki yıllar bu sayının 1,7 milyon insanı göçe zorlayacağını görmüyorlar mı?
Bunu da görüyor olmalılar.
Isınmanın doğa olaylarını değiştirip seller, kuraklık gibi sorunlara yol açacağını duymadılar mı? Filipinler’de her yıl bu felaketlerle 50 bin kişinin hayatını kaybettiğini bilmiyorlar mı? Aynı şeyin hemen hemen kendi ülkelerinde yaşandığını hatırlıyorlar mı?
Unutmuş olamazlar.
Dünya Sağlık Örgütü WHO’nun son raporunu okumadılar mı? İklim değişikliği sağlığımızı tehlikeye sokuyor. Rapor iklim değişikliğinin yol açacağı hastalıklarla önümüzdeki yıl 250 bin insanın hayatını kaybedeceğini yazıyor. Malarya, difteri gibi hastalıklar azacaktır. Böbrek taşları, çeşitli virüslü hastalıklar, havaleler artacaktır. Buna karşı önlem bu anlaşma değil midir?
İnsan yaşamı onların en önemli görevidir.
Hadi diyelim çevre aktivistlerine inanmıyorlar ama Dünya Bankası’nın verilerine bari inansınlar. DB’si dünyamızda 720 milyon insanın yoksulluk sınırında olduğunu ve iklimin yol açtığı sorunlar nedeniyle bu sayıya 2030 yılına kadar 100 milyon insan daha ekleneceğini hesaplıyor. Yani zaten bozuk olan gelir dağılımının daha da bozulacağı ve bunun asıl kalkınmakta olan ülke insanlarını vuracağını söyleyip uyarıyorlar. Sonuç istikrarsızlıklar, çatışmalar ve ekonomilerin daha kötüye gitmesidir. Bunların onları koltuklarından edeceğinden korkmuyorlar mı?
Mutlaka korkuyorlardır.
İklimin ısınması sonucunda doğacak felaketleri bilmediklerine, duymadıklarına, okumadıklarına ve bir şekilde korkmadıklarına inanacak değiliz. Eğer temiz enerjiye geçilmez ise tüm insanlığın bir felaketin eşiğinde olduğunu elbette çok iyi biliyorlar. Başka dünya olmadığını da biliyorlar. Kendi çocukları, torunları bu felakete uğrayanlar arasında da olabilir. İklim sorunu onları tam da böğürlerinden vurabilir. Bunun da bilincinde oldukları da kesindir.
Paris’e geldiklerinde bu konuları ve fazlasını çok iyi biliyorlardı. Bundan 5 yıl önce Kopenhag’a geldiklerinde de iklim sorunu ile ilgili her şeyi biliyorlardı. Ama sonuç ne oldu? Orada bir anlaşmaya varamadan dağıldılar.
Yalan olmasın bir iki konuda anlaştılar. Mesela her ülke kendi gönül rızası ile hiçbir yaptırımcılığı olmadan kendi iyi niyeti ile karbon emisyonunu azaltacaktı. Bu gerçekleşti mi? Hayır, verilmiş söz olarak kaldı.
İklim kirliliğinin asıl sorumlusunun kalkınmış ülkeler olduğunu biliyorlar. Karbon emisyonunun çoğunu onlar atmosfere salıyorlar. O nedenle de iklim sorununu çözmenin bedelini taşımak zorundalar. Bu zorunluluğu bildiklerinden Kopenhag’ta yoksullara ve zarar görenlere harcanmak üzere 100 milyar dolarlık bir fon oluşturma sözü verdiler. Ama ne oldu? Bunun sadece 10 milyarı toplanabildi, onun da nakit olarak yatanı sadece 5,7 milyardır. Yani öyle verilen sözlerle bu işi yaptım olmuyor. Bunu da çok iyi biliyorlar.
Öyleyse bu sorunu çözmek için kesin bağlayıcı, kararlı, yaptırımları olan kararlar almak zorundalar. Denetleme mekanizmalarını da oluşturmalılar. Bunun dersini de öğrendiler.
Peki, buna rağmen COP-21 Paris toplantısında ellerini ateşe koyacaklar mı? Green Peace başkanı buna %50 şans veriyor. Diğer çevreci örgütler ise bundan bile umutlu değiller. Her şey baştan bellidir. Paris’e seslerini, öfkelerini duyurmak için geldiler. Kopenhag’daki gibi olmasın diye tüm güçlerini toplayarak geldiler. Ne oldu? Paris katliamı nedeniyle tüm gösterileri yasakladılar. Aynı bölgedeki yılbaşı pazarı vıngıl vıngıl insan dolu, korku yok. AVM’ler insandan geçilmiyor, korku yok, ama çevreci, ilerici aktivistlerin bir araya gelmesi onları korkutuyor. Korkuyorlar, çünkü biliyorlar ki dünyamızı kurtarmak için doğru dürüst bir karar alamayacaklar. Buna karşı yükselecek seslerden korkuyorlar. Utanıyorlar ve ondan Paris olaylarını bahane ederek bunların sesini kesiyorlar.
Papa bile uyarıyor: “Paris toplantısı insanlığın önünde küresel felaketi önlemek için son şanstır. Artık intihar sınırlarına varılmıştır.” Bir dini lider, birçok insanı peşinden götürecek en üst yetkili böyle uyarıyor. Dilekler böyle ama anlaşacakları konusunda umutlar çok azdır. Anlaştı gibi yapacaklar. Kendi boyalı basınları ile bu tabloyu halklara satmaya çalışacaklar. Nasılsa muhalefetin sesini sokaklara çıkarmıyorlar ya gerisi kolay olacaktır. Yanılmayı canı yürekten isteriz ama sorunu kesin çözücü bir anlaşma yapmaları olanaksız gibidir. Göz boyayıcı ya da altında yığınla açık kapı olan bir anlaşma belki çıkabilir.
Çünkü bizi bu duruma getiren bu düzenin bu sistemin kendisidir. Bu sistemin kar ve ne pahasına olursa olsun kar hırsıdır. Bu kar hırsına bunun doğurduğu pazar koşullarına doğa bile pes diyor. İtiraz ediyor. Oysa onlar kar hırsı ile bunu bile görmemezlikten geliyorlar. Bile bile buna devam ediyorlar. Bu herhangi bir kişinin suçu, yanlışı olma ötesinde düzenin kendi mantığıdır. Doğa ile çatışmayı bile göze alabilen kapitalist sistemin özüdür. Liderlerin istekleri ötesinde bir mantıktır. Eğer ona karşı gelir bir anlaşma imzalarlar ise ertesi günü finans-kapital güçleri tarafından yerlerinden alınırlar. Paris’te bu gerçeklik ışığında bir anlaşma çıksa bile gerekenin çok altında olacaktır. Umarız yanılalım.