I
Türkiye siyasi rejiminin röntgenini çekmek için katliamlarına bakmak gerekir. Rejimin gerçek dokusu, soğukkanlılıkla gerçekleştirdiği katliamlarının gereksindiği iş bölümünde rahatlıkla gözlemlenebilir. M. Suphilerin katledilmesinden 10 Ekim’e kadar devletin sayısız, dolaylı veya dolaysız katliamında zorun bu özel biçiminin Türkiye toplumunun yönetil(ebil)mesinin ayrıştırılamaz bir parçası olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. 12 Eylül’ün hazırlanmasında Bahçelievler, Maraş, Çorum gibi kitlesel kıyımlar nasıl bir rol oynadıysa Erdoğan’ın 7 Haziran sonrası tezgahladığı ve düzenin bütün “yerli-milli” güçleri tarafından hayata geçirilen darbe de Suruç, Ankara katliamlarından hız alarak Cizre’de zirvesine ulaştı.
Geçtiğimiz hafta 10 Ekim katliamı ile ortaya saçılan bilgiler ise bir yanıyla dehşet verici, tamamen olağanüstü, akıl almaz ama öte yandan da söz konusu olan Türkiye Cumhuriyeti devleti olduğu için de malumun ilamı. Ortaya saçılan bilgiler asgari seviyede demokratik bir ülkede bakanları hatta hükümeti düşürebilecekken bizim sıradan faşizmimiz koşullarında haberi yapan gazetelere soruşturma açılması dışında şimdilik bir etki yaratmadı. Sonuç olarak patlama olacağından mitinge gelenler hariç herkesin bilgisi olduğu, polislerin canlı bomba olduğu bilgisiyle uyarıldığı ve dolayısıyla miting noktasından uzakta konumlandırıldığı, bomba yüklü aracın Ankara’ya girmesi için gece 12 ile sabah 9 arasında yol kontrollerinin kaldırıldığı devletin kendi hazırladığı rapor tarafından açığa çıkarılmış durumda.
Malum patlama sonrasında AKP kanadı saldırının sorumluluğunu kokteyl terör örgütüne yükleyerek de karartmanın boyutlarını geliştirmişlerdi. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Ankara’nın ele avuca sığmaz belediye başkanı saldırının aslında PKK, hatta HDP tarafından düzenlendiğini anlatmak için seferber olmuşlardı. Gökçek elindeki anlamsız resimleri, mantıksız bir kurguyla izleyicilerin gözüne soktukça gerçekleri daha da anlaşılmaz hale getirdiğini düşünerek sevinçten dört köşe oluyordu. Bu çalışmaların sonucunda 1 Kasım seçimleri öncesinde AKP seçmeninin %60’ı, anket sonuçlarına göre, saldırının sorumluluğunu HDP veya PKK’ye yüklemekteydi. Oysa bugünlerde, Suruç ve Ankara patlamalarının iki kardeş canlı bombacısının IŞİD kamplarında çekilmiş fotoğrafları da ortalıkta. Yani devletin zirvesinin devasa bir yalanı bütün açıklığıyla ortaya çıkmış durumda. Fakat cezasızlık, devlet adına işlenen bir katliam söz konusu olduğu her durumda olduğu gibi onları da korumasına almış görünüyor. Dokunulmazlıkların kaldırılması onları dokunulur kılmıyor. “Ankara patlaması sonrası oylarımız artışa geçti” diye sevinen Başbakan dahil hiçbir yetkili bu konuda açıklama yapmaya gerek duymuyor. Numan Kurtulmuş “artık basın daha özgür” derken bu soruları sorabilecek gazeteci bırakmamış olmalarından duyduğu özgüvenle saçmalıyor gibi görünüyor.
10 Ekim Katliamı’nı tezgahlayanlar ve onu anlaşılmaz kılmak için kırk takla atanlar, acılarımız üzerinde kendine dikta inşa etmeye çalışanlar bir gün mutlaka bu çürümüşlüklerinin, bu gözü karalıklarının hesabını verecekler. Nüfuz ettiği her alanı çürüten, para ve güç dışında hiçbir değeri kalmamış Siyasal İslam, kurtulmak için kozasına sığındığı devletinin şeklini daha çok aldıkça tükenişini daha da hızlandırıyor sadece.
Var kalmak için tek olanakları karşılarında onları tehdit edecek bir politik seçenek olmaması, bunu sağlamak için tüm güçleriyle saldırıyorlar.
II
7 Haziran’dan bu yana siyasi süreçte Erdoğan’ın hamleleri konuşuyor. Bu hamleleri boşa düşürecek, bunların ülkeyi götürmek istediği noktayı net bir biçimde teşhir edip karşısında bir demokrasi bloku inşa etmek konusunda ise sürekli zaman kaybettiğimiz için hem imkanlarımız daralıyor hem de Saray’ın özgüveni artıyor.
MHP’nin içine girdiği pozisyon Erdoğan’ın elini rahatlatıyor. Anayasa değişikliği için 330’u bulacağı görülüyor. Bu da 3-4 ay içinde Anayasa referandumunun kapıya dayanacağını bekleyebiliriz demek. Bu açıdan hızla harekete geçmek gerekiyor.
Erdoğan’ın Başkanlık konusundaki ısrarı, İslamileşme süreci, demokrasinin tamamen rafa kalkması çok geniş bir kesimin yan yana gelmesinin zeminini hazırlıyor. Ancak soyut bir Demokrasi Cephesi ister istemez etkisiz kalacaktır. Oysa ülkenin Anayasa referandumuna hızla ilerlediği bir dönemde geniş kesimlerin bazı somut ilkeler üzerinde yan yana gelip tabandan tavana bir Demokratik Anayasa’yı hazırlaması, Erdoğan’ın diktatörlük Anayasa’sına karşı toplumun hazırladığı Demokratik Anayasayı çıkarması çok anlamlı olacaktır. Yerellerde oluşacak Demokratik Anayasa Komisyonları ile yürütülecek çalışmalar ise en geniş kesimleri bir araya getirme zemini olacaktır. Yerellerde düzenlenecek demokratik Anayasa panelleri, etkinlikleri, çalışmaları bir süredir etkisiz kalan, devlet terörünü aşamayan, köşesine çekilen ve izleyici konumda kalan demokratik kamuoyunu da harekete geçirecektir.
Ülke zaten Anayasa tartışması içinde olduğu için, malum AKP’liler sağa sola “Gençlik Yeni Anayasa istiyor” afişleri asıp duruyor, bizim yeni bir gündem yaratmamız gerekmeyecek, becerebildiğimiz oranda dayatılmış bir gündeme kontra bir giriş yapmış olacağız. AKP’yi en zayıf noktasından vuracağız, AKP anayasasının partili yetkililer tarafından hazırlandığını kendileri ifade etti, biz ise ilk kez ülkenin tabandan tavana, gerçekten aşağıdan yukarıya ilk anayasasını hazırlamaya soyunacağız. Halk, kendi hazırladığı Anayasa’nın kabul edilmesi için de birlikte politik tutum alacaktır. Geniş kesimlerin birlikteliğini örgütleyecek Demokratik Anayasa Meclisleri referanduma da halkın birlikte müdahale etmesine yol açacaktır.
CHP’nin şu halinden bir hayır çıkmayacağını Kılıçdaroğlu açıkça ortaya koydu. Fakat gerçek toplumsal meseleler üzerinden gelişecek bir Anayasa Platformu, CHP tabanı üzerinde de basınç yaratacaktır.
Böylesi bir çalışma için birleştirici temel ilkeler şunlar olabilir:
1- ALEVİLER İÇİN EŞİT VATANDAŞLIK! ZORUNLU DİN DERSLERİNİN KALDIRILSIN! DEVLET BÜTÜN DİN VE MEZHEPLERE EŞİT UZAKLIĞA ÇEKİLSİN! DİN DEVLETİ DAYATMASINA KARŞI DEMOKRATİK, ÖZGÜRLÜKÇÜ LAİKLİK!
2- KÜRTLERE ÖZERKLİK! MÜZAKERELERE GERİ DÖNÜLSÜN! BARIŞ HEMEN ŞİMDİ!
3- EMEKÇİLERE GÜVENCELİ YAŞAM! KIDEME DOKUNULAMAZ! TAŞERONA SON! BORÇLANDIRARARK DEĞİL MİLLİ GELİRİ PAYLAŞARAK İÇ TÜKETİM! FİNANSA VE İNŞAATA DAYALI DEĞİL ÜRETİME DAYALI EKONOMİ! YARDIM DEĞİL VATANDAŞLIK HAKKI OLARAK SOSYAL DAYANIŞMA!
4- KADINLARA ÖZGÜRLÜK! ERKEKE EGEMEN SİSTEME KARŞI KADININ, LGBTİ BİREYLERİN GÜÇLENDİRİLMESİ!
5- SURİYE’DEN ELLERİNİ GERÇEK ANLAMDA ÇEK! BÖLGE HALKLARININ TAMAMIYLA EŞİT, DEMOKRATİK İLİŞKİLERİN GELİŞTİRİLMESİ!
6- MÜŞTEREKLERİN SAVUNULMASI! DOĞANIN, İNSANIN, KENTLERİN, ORMANLARIN KAR HIRSINA KURBAN EDİLMEDİĞİ BİR ÜLKE!
7- İKTİDARIN TEK KİŞİDE YOĞUNLAŞMASI DEĞİL TABANA YAYILMASI! KONTROL- DENGE MEKANİZMALARI GÜÇLENDİRİLMİŞ BİR PARLEMENTER SİSTEM! BARAJLAR KALKSIN! MECLİSTE NİSPİ TEMSİL! BAĞIMSIZ YARGI!
Bu genel ilkeler üzerinde yürütülecek bir tartışma sonrasında yerel meclislere öneri taslakları üzerinden görüşlerini bildirmeleri için bir aylık süre verilir, sonra hukukçular ve yerel meclislerin temsilcileri bir ulusal konvansiyon oluşturup DEMOKRATİK ANAYASA’mızı ortaya çıkartır. 1876’dan bu yana ilk kez toplum kendisi için bir anayasa hazırlamış olur!
Bu metin bu ülkede demokrasi isteyen tüm güçleri birleştirme potansiyeline sahip olur, şemsiye görevi görür, ortak mücadele gerekçesi haline gelir.
Referandum gerçekleşir de o sürece dağınık güçlerle girilir ve Erdoğan istediğine ulaşırsa çok uzun bir süre bir daha bir toparlanma olanağı olamayacağını görerek, Batı’nın umutları sıfırlanmamışken bu hamleyi başarmamız gerekiyor. Anayasa meselesi ile bütünleşmeyen bütün Demokrasi Cephesi çağrılarının ayaklarının havada kalacağını mutlaka görmemiz ve ona göre hareket etmemiz gerekiyor.
III
1 Mayıs yaklaşıyor, nasıl yaşanacağını belirleyen sadece biz olamayacağız. Ancak temel amaç kitlelerin özgüvenini arttırmak olmalı. Güç dengesini hiç gözetmeyen ve aslında hiçbir sorumluluk almama anlamına gelen atıp tutmalar da sinmişlik psikolojisi ile devletin her dayatmasına “eyvallah” diyen bir tutum da kabul edilemez. 1 Mayıs, ezilenlerin diktatörlüğe karşı mücadelesinde bizlere bir momentum kazandırmak durumunda. Belki görselliği çok yüksek, şatafatlı kortejlerimiz olmayacak ama bu 1 Mayıs’ta emekçilerin, ezilenlerin, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, gençlerin; ezcümle devrim ve demokrasi güçlerinin bu gidişi durdurabilecek yegane odak olduğunu her ne pahasına olursa olsun ortaya koyacağız.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]