Mısır’da Yaşananlar Nasıl Anlaşılmalı?
M. Sinan MERT
8 Temmuz 2013
Mısır’da ordu, Müslüman Kardeşler üyesi Mursi’ye karşı yükselen halk direnişinden yararlanarak iktidarı ele geçirdi. Bu, Türkiye’yi ve müzakere sürecini de doğrudan etkileyecek sonuçlar yaratabilecek kadar önemli bir gelişmedir.
Mısır halkının 30 Haziran’da örgütlediği dev gösteri 2 sene önce Mübarek’i iktidarından eden halk dinamiğinin sönümlenmediğini, hatta tam tersine daha da güçlenerek etkin olmaya devam ettiğini gösterdi. Mübarek rejiminin taraftarlarının bir kısmını da yanına alan sokak hareketi, Müslüman Kardeşler’e dönük tepki içerisinde olan devlet kurumlarının da desteğiyle olağanüstü bir enerjiyi açığa çıkardı. Fakat bu enerji kendi içinden güçlü bir iktidar alternatifi yaratamadığı için tam da 2 sene önceki direnişlerde olduğu gibi var olan iktidarı paralize etti, ancak kendisi iktidar olamadı; en örgütlü güç olan ordu ise sersemleyen iktidarı yerinden ederek sürece hâkim oldu. 8 Temmuz’da MK üyelerine dönük gerçekleşen katliam ve sonrasında ortaya çıkabilecek yeni gelişmeler, askerin iktidara el koyması sonrasında işlerin ne boyuta varacağını şu andan kestirilmesini zor kılıyor. Fakat Müslüman Kardeşler’in direnişi kırılırsa ve görece istikrar oluşursa tüm Ortadoğu’nun dengeleri yeniden kurulabilir. Müslüman Kardeşler hala Mısır’ın ve diğer Arap ülkelerinin halk içerisindeki en örgütlü gücü. Sina Yarımadası’nda konumlanan silahlı islami gruplar ordu destekli geçiş hükümetine karşı silahlı mücadeleyi yükseltme kararı aldı. Dolayısıyla çok kısa sürede istikrar oluşması mümkün değil. Sina’da öldürülen Kıpti papaz da yaşanabilecek bir iç çatışmanın işaret olarak okunabilir. Fakat hem oluşan dış konjonktür hem de Müslüman Kardeşler’e karşı çok geniş bir siyasi bloğun oluşmuş bulunması direnişin başarı şansını azaltıyor. Müslüman Kardeşler’in bugünkü güç dengeleri içerisinde Mursi’nin geri dönüşünü sağlama ihtimali oldukça zayıf görünüyor.
Mısır’da yaşananların Türkiye’ye en önemli yansıması garip bir darbe tartışması şeklinde tezahür etti. “Mısır’da darbe oldu- karşı mısın destekliyor musun?” gibi anlamsız bir ikilem ortaya çıktı. Gezi Direnişi’ne bir türlü tam ikna edici bir kulp takamayan AKP iktidarı sanki kendisi MK, ordu da “çapulcular”mış gibi bir ruh haline girdi. Oysa Mısır’da yaşananın tipik bir askeri darbe olmadığı çok açıktır. Dünya tarihinde çok nadir gözlenen bir kitlesellikle ortaya çıkan halk hareketine baktığımızda aslında gerçekleşenin ordunun halkın iktidarını çalmaya çalışması olduğu açıktır. Ordu darbe yaptı ama sokaklarda hala milyonlarca insan var. Ordu Mursi’nin devrildiği gün olabildiğince geniş bir iktidar bloğu görüntüsü vermeye çalışarak sokaktaki dinamiğin rızasını almaya gayret etti. Halk direnişinin dinamikleri kırılmadıkça ordunun kadir-i mutlak bir otorite inşa edemeyeceği de anlaşılıyor. Fakat günümüz kitlesel hareketlerinin en önemli ortak paydası yıkıcı olmalarına karşın kurucu olamamaları. Bu durum sadece Mısır için geçerli değil. Türkiye’de gezi direnişi sonrası yaşanan tartışmalar, halk hareketlerinin iktidarlaşma noktasında ne kadar eksik kaldığının bir örneğini daha oraya koydu. Yürütülmesi gereken tartışma 21. yüzyıl halk hareketlerinin neden kendi içlerinden gerçek anlamda bir iktidar alternatifi yaratamadıklarıdır. Yoksa ilk tahrir direnişi de hak ettiği iktidarın önce ordu, sonra da MK tarafından çalınmasına engel olamamıştı. Fakat bu kadar yıkıcı olmayı başarabilmiş bir dinamiğin iktidar meselesinden çok daha uzun süre uzak kalma şansı yoktur. Önümüzdeki birkaç yıl içinde halk hareketlerinin kendi alternatiflerini de ortaya koyduklarını göreceğiz. Meselenin darbe taraftarı olup olmamak ikilemine sıkışarak tartışılması ise liberal hegemonyanın kelepçesinden kurtulamamak anlamına geliyor. Esas düşünülmesi gereken iktidar ve devlet meselesidir. Darbe meselesi talidir. Hele Türkiye ile paralellik kurmak abesle iştigaldir. Türkiye’de AKP’nin devletleşmesi süreci tanımlanmıştır. AKP hegemonyasının çok somut anlamda devletin her kademesinde somutlandığını biliyoruz. Türkiye’de ortaya çıkan tarihi halk hareketine devletin neredeyse hiçbir kademesinden sempati ifadesi gelmemesi bunun işaretidir. Gezi’nin boşaltıldığı gece Divan’ın önüne gelen Jandarma TOMA’sının kitleye vahşi saldırısı da hala darbeden bahsedenlerin aslında AKP güzellemesi yapmak dışında bir niyetinin olmadığının ispatı olarak okunabilir. Türkiye’deki ulusalcıların en azından bir kısmının bir darbe falını hala açtıkları doğrudur ama biraz aklı başında bir siyasi gözlemcinin bunun muhtemel olamayacağını görebilmesi hiç de zor değildir. Mısır’da ise MK henüz devletteki eski rejim mevzilerini fethedecek zamana sahip olamamıştı. Geçtiğimiz yıl Mursi’nin yayınladığı ve kendisini tüm yargı kararlarından muaf ilan eden kararname aslında tam da bu amaca yönelikti ancak sokaktaki diri kitlesel mücadele bu kararnamenin iptal edilmesine yol açmıştı. Dolayısıyla Mısır’daki çok etkin sokak dinamiği sırasıyla Mübarek’i, Tantavi ve generallerini ve MK’yı yönetemez hale getirdi, bir kendisini iktidar kılamadı.
Peki, bu yaşanan gelişmeler Arap Baharı’na emperyalist müdahalenin bir biçiminin iflası olarak da okunabilir mi? Libya’da malum Kaddafi gitti hala bütünlüklü bir iktidar yapısı oluşamadı. Suriye’de MK üzerinden Esad’ı gönderme projesi Türkiye ve Katar’ın bütün ısrarlarına rağmen başarısız kalmış görünüyor. Geçtiğimiz hafta katar emiri, ki Özgür Suriye Ordusu’nun en başta gelen finansörüydü, iktidarı oğluna bırakmak zorunda kaldı. Yeni emir Mısır ordusunun Mursi’yi devirmesine karşı sesini yükseltmedi. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri müdahaleyi açıkça destekliyor. Türkiye’nin bölgedeki en önemli partneri olarak gösterilen Barzani, İran yandaşı Irak devlet başkanı Maliki ile anlaştı. İran’da daha reformist ve Batı’yı rahatlatabilecek bir isim iktidara geldi. ABD ve AB Mısır’da yaşananlar karşısında taraf tutmayan bir görüntü vererek aslında müdahaleye destek veriyorlar. Bu durum Ortadoğu’daki son 2 yıllık denklemi alt üst etmekte. Ortadoğu’yu MK üzerinden yeniden yapılandırma ve küresel sisteme bağlama projesi kadük olursa Türkiye’nin Suriye siyaseti ile öne çıkan bölgeye hami olma niyetleri kesin olarak iflas eder. Suriye’de Esad bir biçimde iktidarını konsolide ederse ve Rojava’da şu andaki statü bir geriye dönüş yaşarsa müzakere süreci de en önemli payandasını yitirir. “Hocaların hocası” Davutoğlu’nun Ortadoğu okuması ve Anadolu sermayesinin fetih hevesleri Erdoğan’ın siyasi geleceğinin en önemli tehditlerinden biri haline geliyor. Yavuz Sultan Selim olma hayalleri daha Antakya’dan çıkamadan buhar olup uçuyor.
AKP iktidarının Ortadoğu konjonktüründeki bu değişimden ödü kopuyor. Gezi Direnişi’ni bu süreçle ilişkili bir dış provokasyon olarak okudukça iyice anlamsız ve kendi ayağına sıkan icraatlara imza atıyor. Kendisini iktidar yapan taktik ustalığını ve esnekliğini yitiren ve sıradan bir 3. Dünya iktidarına dönüşen bir AKP ortaya çıkacak bölgesel türbülanslarda çok daha ağır yaralar alabilecek hale geliyor.
Bizim yerimiz sonucu ne olursa olsun ayağa kalkan ve direnen halkların yanıdır. Temel meşruiyet kaynağı seçim sandıkları değil halkların sokakları fetheden iradesidir. Mısır’da gerçek demokrasinin güvencesi Mursi ve seçimler değil, halkların dindirilemeyen öfkesidir. Fakat artık sokaklardaki bu isyankâr “çokluk”tan nasıl bir halk hareketi inşa edilebileceği üzerine çok daha fazla kafa patlatmak zorundayız. Ne de olsa dünya artık isyan burcunda…