Yine bir tarihsel kırılma anını yaşıyoruz. Bu süreçte belirlenecek yol haritası ülkenin gidiş yönünü bir süreliğine belirleyecek. Seçilen yola, bu yolun çelişkileri çözme kapasitesine ve dünya konjonktürünün ilerleme tarzına bağlı olarak bu sürenin uzunluğu belli olacak.
Olasılıklardan güçlü olanı Erdoğan’ın kendisini güvene aldıktan sonra tek adam projesini kaldığı yerden devam ettirmesi. Seferber ettiği kitleleri ve polisi kullanarak hızla başkanlık rejimine doğru yol alması. Siyasetin dizaynını AKP- CHP eksenli bir iki parti düzlemine oturtmaya çalışması. Devletin ele geçirilmesi projesinin hızlandırılması, Kürtleri ve Alevileri sistemden dışarıda tutmak için savaş ve geriliminin kullanılmaya devam etmesi. OHAL’in ilan edilmesi ve uzatılabileceği sinyali verilmesi, gözaltı süresinin 30 güne çıkarılması, bu seçeneğin ne kadar güçlü olduğunun bir işareti olarak da görülebilir. Şu anda hedefi cemaat ile sınırlı tutmaya özen gösterme perdesi altında yürünmektedir ancak bu konuda kısmi bir özgüven elde edildikten sonra rahatlıkla devrimci/demokratik muhalefetin ezilmesi için de kullanılabilir. Tekrar altını çizelim, Erdoğan’ın yürümek isteyeceği yol bu olacaktır.
Daha küçük olasılık ise devletin darbe üretme kapasitesini ortadan kaldıracak bir yeni toplum sözleşmesine doğru yürünmesi. 7 Haziran sonrasında gelişen süreçten bir parça ders alınması mümkün olsa herhalde kaçınılmaz olarak bu yolun tercih edilmesi gerekir. Erdoğan’ın Başkanlık takıntısının ve aynı zamanda Suriye’de oynanan rolün 15 Temmuz’a yol verdiği çok açık. Cizre’yi, Gever’i dümdüz edenler İstanbul’da, Ankara’da tanklarla insanların üzerinden geçtiler. Erdoğan özellikle uluslar arası ölçekte meşruiyetini ciddi anlamda kaybetmiş olarak görünen rejimine onayı arttırmak için kapsayıcı olmayı, bir süreliğine de olsa deneyebilir. Devlet aygıtının zor uygulama yeteneğini sınırlayan iç parçalanma ve kurumlar arasındaki güvensizlik hali de bu yolun tercih edilmesine dair basınç yaratabilir.
Devletin özel harpçi geleneği aslında normal şartlarda bir arada durması ancak demokratik bir zeminde mümkün olabilecek bir çokluğu, etnik, dinsel, mezhepsel açıdan son derece karmaşık bir bütünü ısrarla tek bir kalıp içine dökmeye çalışmasından kaynaklanıyor. Katliamlar, darbeler, gevşemeyen özel harp yapısı devletin bu tekçilik ısrarının bir ürünü. İşçi sınıfının uyanışını bastırma da özellikle 1970 ve 80 darbelerinin temel motivasyonuydu. Rejim, yönetemeyeceği kadar gerilimle yükleniyor, patlama anlarında ise ancak zor kapasitesine yaslanarak ayakta kalabiliyor.
Erdoğan’ın devleti konsolide etmesi konusunda büyük bir zorlukla karşı karşıya kaldığı görünüyor. Genelkurmay Başkanı ve MİT Başkanı’nın kendisine darbeyi haber vermemiş olduğu, en iyi ihtimalle “bir bakalım ne olacak” tavrı aldıkları, darbenin 1 numarası gösterilen generale Genelkurmay açıklaması ile kefil olunmasının yarattığı gerilimler belli oluyor. Erdoğan o yüzden sokaklara çağırdığı kitlesel bir seferberlikle kendisine karşı isyan eden devleti denetim altında tutmaya çalışıyor.
Sokaklardaki kitlenin ise genelde AKP’li olmakla birlikte ikili bir yapısı var. Çekirdek vurucu güç militan İslamcı, sivil faşist, Nizam-ı Alemci hatta ÖSO’cu. Bunlar özellikle ilk gece vurucu güç olarak önemli rol oynadılar. Erdoğan’ı İslam’ı diriltecek, Osmanlı’yı yeniden kuracak büyük lider olarak görüyorlar. Kürtlere ve Alevilere karşı saldırgan tutumlara yatkınlar. Erdoğan’ı birinci yoldan yürümeye iteceklerdir. Demokrasi nöbetinde Sedat Peker pankartları açılması, bunların kafasındaki demokrasinin ne mene bir şey olduğunu da açıkça gösteriyor.
Ortam sakinleştikçe daha fazla sokaklara çıkanlar ise aslında en temelde darbeye karşı olan ve tabiri caizse ülkede huzur isteyen insanlar. Ülkenin son birkaç senedir içinden geçtiği yüksek tansiyonun sona ermesini istiyorlar. Bu kitlenin varlığı aslında Erdoğan’ın ikinci yolu seçmesine vesile olabilir.
Sosyalistler olarak bugün çok daha fazla Toplumsal Barış talebini yükseltmemiz gerekiyor. Bundan kasıt, toplumun kültürel, etnik ve mezhepsel fay hatları ekseninde bölündüğü tüm seçeneklerin aslında demokrasiyi imkansız hale getirdiğini net bir şekilde anlatmamız gerektiğidir. Sünni’nin Alevi’yle, Türk’ün Kürt’le, laikin dindarla bir arada demokratik bir çerçevede yaşayabileceği bir yeni toplum sözleşmesine ihtiyaç var. Böylesi bir çerçevenin AKP’nin İslamcı anlayışına karşı verilecek bir mücadele ile mümkün olacağı çok açık. Sosyalistler, toplumun tüm kimliklerine ortak bir yaşam vaat eden bir programı ortaya koyup bunu dövüştürerek bu süreçte kendilerine etki alanı yaratabilirler. Darbe, aslında rejimin ve egemen ideolojinin de çöküşü anlamına gelmiyor mu?
Genelkurmay Başkanı’nın yaverinin ifadesi “yoksul bir aileden geliyorum” diye başlayarak cemaatin kendisini nasıl okuttuğunu, meslek sahibi yaptığını anlatarak devam ediyor. Hiç kuşku yok ki sosyal devletin neo liberal politikalarla sadece lafta kalan bir yapı haline gelmesi tüm cemaatlerin üzerinde yükseldiği en önemli zemini temsil ediyor. Sermayenin sınırsız tahakkümünün engellenmediği bir dünyanın ne büyük bir kaosun içine itildiğini son birkaç yıldır yaşıyoruz. Buradan çıkışın ancak demokratik ve sosyalist bir programla olabileceği çok açık.
Sosyalistlerin hızla sürecin seyircisi olmaktan çıkması, darbenin püskürtülmesinde kitlelerin oynadığı rolü görmesi, devletin kendi içinde yaşadığı derin kavgayı bir demokratikleşme olanağına çevirmek yönünde hamleler yapması önemli.
Bizleri ezmek için seferber edilen mekanizma ülkeyi cehenneme çevirdi. Sosyalistler özgüvenli bir biçimde, programlarına ve fikirlerine güvenerek farklı kimliklerden emekçileri birleştirecek, işçilerin güvenceli yaşam taleplerini içerecek bir toplum sözleşmesini ortaya çıkarmalıdır. Toplumsal gelişmenin böyle bir yol ayrımında olduğu bir süreçte sosyalistlerin, HDP’nin alacağı bu yönlü tutum kitlelerin demokratikleşme mücadelesi yönünde kazanılması için son derece anlamlı olacaktır.
İki gelişme senaryosuna da hazırlıklı olmak gerekiyor. Erdoğan’ın ilk yoldan yürümeye karar vermesi, kısa bir süre sonra tüm demokratik mücadele kanallarını kapatabilir. Böylesi bir döneme dair planların netleştirilmesi, ittifak güçlerle direniş ve savunma, mahallelerimizin güvenliği konusunda önlemlerin alınması son derece önemli.
Demokratik siyaset kanalları açık olduğu müddetçe ise temel Parolamız: DARBEYE, DİKTATÖRLÜĞE VE EMPERYALİZME KARŞI YAŞASIN BARIŞ, DEMOKRASİ ve GÜVENCELİ İŞ MÜCADELEMİZ olmalıdır. Bu barışın AKP’yle ve çeteleriyle olmadığı, ezilenlerin emekçilerin farklı kültür havuzlarındaki öbekleri arasında olması gerektiği de açıkça ortaya konmalıdır. Özellikle gelinen noktada Kürt Sorunu’nda barış ve müzakere seçeneğinin gündeme gelmesi dönemin en belirleyici parametresidir. Cemaati devlet bürokrasisinin merkezine el birliği ile yerleştirenlerin kendilerinden çok emin pozlarda toplumun yıkımına yol açacak yeni hamlelerine kesinlikle müsaade edilmemelidir. Erdoğan’ın savaş ısrarının 15 Temmuz’un önünü açtığı düşünüldüğünde bu konuda söylenecek söz çoktur.
Demokrasi yönünde bir eğilimin oluşması ancak demokrasi güçlerinin bu konuda ağırlık yaratacak etkinlik ortaya koyması ile mümkün olacaktır. Demokrasi için mücadele edebilecek güçleri seferber edemeden demokrasi beklentisine girmek faşizm karşısında yenilginin kaçınılmazlaşması anlamına gelecektir. Kısa vadede kazanamayabiliriz ama bizim kararlı bir program ve duruş sergilememiz işlerin çok daha doğru bir zeminde yürümesinin de güvencesi olacaktır. Daha da önemlisi etkisiz eleman olarak seyirci olmanın karanlık ruh halinden kurtuluşun kapısı da açılmış olacaktır.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]