“Kürt Açılımı”nda PKK’den Pratik Adım
Mehmet YILMAZER
21 Ekim 2009
Kürt açılımı henüz doğarken can çekişmeye başlamıştı. Genel Kurmay’ın vurguladığı kırmızı çizgiler, ardından içişleri bakanının açıklamasıyla desteklenince ortada açılım denebilecek bir şey kalmamıştı. Bu tıkanma noktasında PKK’in attığı adım havayı birden değiştirdi. İlk akla gelen, “bu barış gruplarının kaderi de öncekiler gibi mi olacak?” sorusuydu. Şimdilik olmadı. Günümüzün dengeleri ve mantığı açısından da olamazdı. Bundan sonra neler olabilir? “Milli Birlik Projesi”ne dönüşen Kürt açılımını nasıl bir gelecek bekliyor?
Açılımı tetikleyen gerçeklere bir kez daha bakmak gerekiyor. Obama sonrası bölgedeki yeni Amerikan stratejisi ve Türkiye’de Kürt sorununda yaşanan tıkanmalar konuyu en önemli gündem maddesi haline getirdi. Dış politikada yaşanan son hızlı değişimler hatırlanırsa, Türkiye, bölgedeki konumu açısından yeni bir döneme giriyor. Bunu yaratan nedenler biliyor. Dünya güçler dengesinde önemli değişimler yaşanıyor. Bush’un hayal ettiği “tek kutuplu dünya” Irak bataklığına gömüldü. Üstelik başta ABD ve tüm kapitalist merkezleri vuran büyük bunalım patlayınca, artık dünyanın “çok kutuplu” bir yöne evrildiği kesinleşti.
Bu çok önemli değişimler Türkiye’nin bölgedeki rol ve önemini arttırdı. Türk devleti, Washington’un yönlendirmesiyle Kafkaslar ve Ortadoğu’da daha kapsamlı rollere hazırlanıyor. Elbette bu rolleri üstlenirken Türkiye, değişen güç dengelerinden dolayı, tarihinde hiç olmadık ölçüde kendi sınırlı manevra alanına da sahiptir. Bu gerçeklik sadece Türkiye için değil, tüm dünyadaki gelişmekte olan ülkeler için de geçerlidir. Çok kutuplu dünyanın ilk öne çıkan özelliği budur. Bu noktadan baktığımızda Kürt açılımı, yeni dengeler içinde çözümlenmesi gereken bir sorun olarak ortada duruyor.
Yine bu noktadan baktığımızda güç dengelerinin dayattığı “çözümde “demokrasi” ile ilgili bir olgu yoktur. Tamamen yeni güç hesaplarının gerekleridir söz konusu olan. Sri Lanka’daki Tamil Kaplanları’nın uğradığı yıkım, tamamen o bölgedeki yeni güç dengelerinin dayatmasıyla yaşanmıştır. Çin dâhil bütün batı dünyası Sri Lanka hükümetinin ellerini serbest bıraktılar. Tamil sorunun katliamla “çözümü” Hindistan’ın bölgedeki yükselen gücüne verilen bir taviz veya ödül oldu.
Ancak Kürt sorununa kendi özgün yanından bakılırsa, konunun özü bir demokrasi sorunudur. Bu noktada, bölge dengelerinden ayrı olarak, Türkiye’de siyasal güç dengelerine bakmak gerekir. “Açılım”ın bir “demokratikleşme” ile birlikte yaşanıp yaşanmaması Türkiye’deki siyasal güç dengelerine bağlıdır. Sorunun iki ana tarafı bellidir: Türk devleti ve Kürt Halkı! Ancak sorunun çözümüne (ya da çözümsüzlüğe) damgasını vurabilecek güçlere baktığımızda tablo biraz daha dallanıp budaklanır.
AK Parti iktidarının sorunun çözümüne “demokrasi” çerçevesinden bakmadığı yeterince açıktır ve bunu defalarca kanıtlamıştır. Onun “demokrasi” ile ilgisi, sahip olduğunu iddia ettiği İslami değerlere daha fazla özgürlükle ve İslami sermayenin birikimin önündeki engellerin tasfiyesiyle sınırlıdır. Bu noktada Kemalizmle bilek güreşi yapmaktadır.
Sahnedeki diğer önemli güç ordudur. Onunla ilgili fazla bir değerlendirmeye gerek bile yoktur. Muhalefet partilerinin tutumu ise bazen ordudan bile geri noktalara gitmektedir. Sorunun çözümünde gerçekten demokratik bir gelişme isteyen tek güç Kürt Halkıdır. Türk Halkının büyük bir bölümü ise sorunun çözümüne yıllardır körüklenen şovenizmin zehirleyici çerçevesi içinden bakmaktadır. Devrimci demokrasi çerçevesinde çözüm isteyen Sosyalist Hareketin ise bu süreçte etkisi neredeyse yoktur. Son olarak, AB’ne giriş hazırlıklarının demokratikleşme yönünde bir etkisi olup olmayacağı sorusu doğal olarak akla gelebilir. Bu soru on yıl önce belli ölçüde bir değere sahipti, ancak bugün hiçbir değere ve öneme sahip değildir. Bu siyasal güç dengelerinden Kürt sorununun çözümünün “demokratikleşme” ile paralel gitmesi olasılığı hemen hemen yoktur.
Zaten sorunun çözümüne giden yolda Devletin ve PKK’nin çıkış yollarındaki temel farklılık sürecin her an tıkanmasına neden olabilir. Bu temel farklılık ana hatlarıyla şöyle tanımlanabilir: Devlet, açılımı, PKK’nin tasfiyesine bağlı olarak yürütmeye niyetlidir. Bunun en son kanıtı son MGK bildirisinde yeniden “terörle mücadeleye” vurgu yapılmasıdır. Kandil ise konuya tam tersi yönden yaklaşmaktadır: Devlet çözüm yolunda ciddi adımlar attığı ölçüde PKK kendi konumunu yeniden belirleyecektir. Cemil Bayık son yaptığı açıklamada: “Barış gruplarına olumlu yaklaşmak PKK’nin dağdan inmesine yol açmaz.” “Kürt iradesi kabul edilmedikçe dağdan iniş olmaz.” demiştir.
AK Parti iktidarı, harıl harıl Irak merkezi yönetimi ve Kürt Federe Yönetimiyle Kandil’in tasfiyesi için uğraşıp duruyor. Bu konuda gerçekten kilit rol Barzani yönetimindedir. Barzani zaten defalarca Kandil’e karşı askeri bir operasyona olumlu yaklaşmadıklarını belirtmiştir. O da, Türkiye’nin ciddi adımlar atması halinde PKK’nin silah bırakmak zorunda kalacağını açıklayarak, aslında Kandil’in yaklaşımına paralel bir konum sergilemektedir. Bütün bunlar sürecin kırılgan noktalarını oluşturuyor.
Son barış gruplarına gelince, bunun dolaylı pazarlıklar sonucu ortaya çıktığı açıktır. İç İşleri bakanı hemen açıklama yaparak 100–150 kişi daha bekleniyor dediğine göre, süreç bu yönde yeni gelişmelere gebedir.
Bu tür adımlar şüphesiz ki, AK Parti iktidarının “açılım” konusunda elini güçlendirecektir. Aynı zamanda böyle adımlar, devlete “Kandil çözülüyor” izlenimini yaratma fırsatı da verecektir.
Öte yandan, PKK’nin bu adımları demokrasi güçlerinin de elini güçlendirir. Zaten bu sürece çok sınırlı da olsa demokratik bir nitelik kazandırabilecek tek güç Kürt ve Türk Halklarının demokrasi mücadelesindeki ittifakı olabilir. Gelen barış gruplarının “dokuz talebi”, demokrasi güçlerinin de dillendirmesi gereken taleplerdir. 12 Eylül Anayasasının tasfiyesi hedeflenmedikçe ve bu yolda önemli kazanımlar elde edilmedikçe, Kürt açılımı bölgede yeni güç dengelerinin dayattığı kısır çember içinde kalır. Bu “çözüm” olmaz, çok daha şiddetli yeni sorunların birikmesine yol açar.
Devlet, Kandil’in çözülmeye başladığını düşünüyor; Kandil ise devletten karşılık olarak ciddi adımlar bekliyor. Bu açmazı çözüme dönüştürecek güç, yükseltilecek demokrasi mücadelesidir. Kürt sorunu bu haliyle demokrasi mücadelesinin yükseltilmesi için önemli şanstır.