Dış Politikadaki Hızlı Gelişmeler ve İsrail Krizi
Mehmet YILMAZER
19 Ekim 2009
Türk Devletinin dış politikasında son yıllarda yaşanan değişimler günümüzde yeni bir hız kazandı. Üst üste imzalanan enerji anlaşmaları, Ermenistan’la imzalanan protokol, Irak’la geliştirilen “derin” ilişkiler, Suriye ile yapılan anlaşmalar ve vizenin kalkması, başbakanın yakında yapacağı Pakistan ve İran ziyaretleri ve Ekim sonunda Obama ile yapılacak görüşmeler bu hızlı gelişmelerin kanıtı için hemen söylenebilecekler.
Bu gelişmelerin içinde “İsrail ile kriz” ve Azerbaycan’la ilişkilerde gerilim olasılığı ve Kıbrıs konusunda tıkanma gibi sorunlar da yaşanıyor. Bütün bu gelişmelerin Ekim sonunda Washington’da bir muhasebesi yapılacaktır. Bu nedenle Obama-Erdoğan buluşması önem kazanıyor.
Yaşananlar ışığında, bütün bu gelişmelerde yenidünya güçler dengesinin rolü ve Türk devletinin kendi manevra gücünün ne olduğu sorusu, cevaplanması gereken bir konudur. Ancak bu soruya cevap verildikten sonra İsrail krizi değerlendirilebilir. İsrail ile kriz önemlidir, eğer derinleşirse, bu Türkiye’nin Batı dünyası ile ilişkilerinde önemli yeni sorunlar yaratmaya gebe bir konudur. Elbette özellikle ABD ile…
Dünya güçler dengesinde son yıllarda çarpıcı değişimler yaşanıyor. Öyle ki, “süper güç” Amerika’nın Sovyetler çöktükten sonraki stratejik planları hedeflediğinin zıddı bir yöne kaydı. Eğer Irak’ın işgali, ABD’nin Ortadoğu’da niyetlendiği demokrasi havarisi rolüne uygun sonuçlar yaratsaydı, bugün çok değişik bir dünyada yaşıyor olacaktık ve Türkiye’nin “jeo-stratejik konumu”nun yerinde yeller esiyor olacaktı.
Irak bataklığı ve ardından gelen büyük ekonomik bunalım süper gücü dizlerinin üzerine düşürdü. Bugün artık “çok kutuplu dünya”da yaşıyoruz. Güç dizilişi hala bulanık, büyük olasılıkla daha bir süre bu sisli hava devam edecektir. Çok kutuplu dünyanın hangi farklı kutuplar etrafında şekilleneceğini henüz bilmiyoruz. Ancak bugünden belli olanlar, Amerika’nın güç kaybı, AB’nin yoğun bir tıkanma yaşıyor olması, buna karşılık Çin, Hindistan ve Rusya’nın bir yükseliş çizgisinde olmaları, ekonomik ağırlığın doğuya kaymasıdır.
Bu tablo büyük güç merkezlerinin dünyayı yönlendirmesinde zaaf ve boşluklar yaratıyor. Bu zaaf sadece somut güç sorunu olmaktan öteye anlamlara da sahiptir. Dünyaya egemen olan Batının moral değerleri de hızlı bir yıpranma içindedir. “Demokrasi”, bireyin-bencilliğin yüceltilmesi, maddi çıkar fetişizmi özellikle son on beş yıldır yaşananlarla büyük yıpranmalara uğramıştır. Bunu vurgulamamızın nedeni, çok kutuplu dünyanın sadece somut-maddi güçler etrafında şekillenmeyeceğini, yeni moral değerlerin de bu şekillenişte bir role sahip olacağını göze batırmak içindir. Çok kutuplu dünya, yirminci yüzyılın başlarındaki emperyalist paylaşım döneminin bir kopyası değildir. Kutupların oluşumunda büyük olasılıkla tek belirleyici değer kapitalizmin maddi çıkar yağması olmayacaktır. Bazı kutuplar, insanlığı yıkıma götüren bu değerlerin dışına çıkma eğilimi taşıyacaktır. Bu anlamda, çok kutuplu dünya bundan yüzyıl önce yaşananlardan farklı özelliklere de sahip olacaktır.
Sonuç olarak, çok kutuplu dünya süreci yeni bir güç dizilişi anlamına geldiği için eski güç merkezlerinin çekim gücü düne oranla zayıflamaktadır. Bu durum, Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin yukarı sıralarına tırmananlar için bir manevra alanı yaratıyor.
Türkiye’nin özel olarak bölgesindeki hareket alanının durumuna bakarsak, son gelişmeler ve olası krizlerin potansiyeli daha iyi görülebilir. Bölgede güç değişimlerindeki başlıca konakları sıralarsak; İran İslam devrimi, Sovyetlerin çöküşü, Irak’ın ABD tarafından işgali ve en son İsrail’in Lübnan ve Gazze saldırılarıdır. Bütün bu zaman aralığında bölgede İran’ın önderlik etmeye çalıştığı hat güç kazanırken, klasik ABD yanlısı Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün ekseni zayıflamış, ünlü Türkiye-İsrail-ABD ekseni ise Irak işgalinden, ancak özellikle İsrail’in Lübnan ve Gazze saldırılarından sonra büyük bir darbe almıştır. Hele son Gazze saldırısında Mısır ve hatta Filistin Abbas yönetiminin İsrail ile işbirliği bölgedeki ABD ve İsrail karşıtı havayı güçlendirmiştir.
Böyle bir ortamda Türkiye’nin Ortadoğu’da üstlenmeye çalıştığı rol nedir? Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” hedefinin bu bölgede hayalden başka bir şey olmadığını söylemeye bile gerek yok. Eğer bugün böyle bir görüntü ortaya çıkıyorsa bunun bazı geçici nedenleri vardır.
En önemlisi, Türkiye’nin bölgedeki İran hattı ve klasik ABD yönelimli Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün çizgisi arasında bir rol üslenme şansına sahip olmasıdır. Türkiye, yürüttüğü bölge politikalarında aslında İran’ın güçlenen etkinliğine karşı bir ağırlık yaratmaya çalıştığı için şimdilik ABD ve AB’nin hışmına uğramıyor. Daha doğrusu, Türkiye’nin Ortadoğu politikaları bu dengede yürüdüğü ölçüde ABD ve AB’nin çıkarlarına da karşılık vermektedir.
Ancak bu noktada yürütülen politikanın handikapları ortaya çıkar. Türkiye, İran’a karşı bir ağırlık kurabilmek için hem İran’ın etkin olduğu alanlarda uygun politikalar izlemek, hem de İsrail’le ilişkilerine yeni bir içerik kazandırmak zorundadır. Türk dış politikası bu sırat köprüsünden yürürken, önünde, diğerleri bir yana, ateşten birer top olan iki en önemli alan duruyor. Bunlar, Irak ve Filistin’dir. Türkiye’nin, bu alanlarda her adım atışında özel olarak İran’la ve genel olarak Arap dünyasıyla gerilimli bir sürece girmesi kaçınılmazdır. Üstelik Ankara, ABD’nin çıkarlarına fazla dokunmadan politika yürütmek gibi bir zorunluluğu da yerine getirmekle yükümlüdür.
İsrail’le yaşanan kriz, AK Parti iktidarının bölge politikalarında yürütmeye çalıştığı ince dengenin ne ölçüde kırılgan olduğunun ilk önemli işaretidir. ABD gibi İsrail de bölgede -özellikle Lübnan saldırından sonra- güç kaybetmektedir. Ancak batı dünyasının bölgedeki çıkarları açısından İsrail öylesine hassas bir konudur ki, onun güç kaybı, bölgede son yarım yüzyıldır biriktirdiği öfkelerin çığ gibi büyümesine neden olabilir. Üstelik bu öfkenin patlaması Arap ülkelerindeki mevcut iktidarları bile tehlikeye sokabilir.
İsrail’le yaşanan krizi bazı köşe yazarları, İsrail’in günümüzdeki değişimleri yeterince okuyamamasına bağlıyor. Doğrudur. ABD egemenliğinin zayıfladığı bir dünyaya İsrail’in hemen kendini adapte etmesi zordur. Ancak sorun bununla sınırlı değildir. Mevcut İsrail hükümetinin Obama yönetimiyle çatışmayı göze almasının altında yatan tek neden bu kavrayışsızlık değildir. Tam tersine İsrail, başta ABD, tüm batı dünyasına kendisinin mevzi kaybının tüm batı dünyası için bölgede bir felaketin başlangıcı olacağını duyuruyor.
İsrail’le yaşanan kriz bu nedenle çok önemlidir. AK Parti iktidarının, İran ve klasik Mısır-Suudi-Ürdün eksenleri arasında yürüttüğü politikanın, sınırları zorladığı konusunda bir uyarıdır. Ekim sonunda Washington’da bunların yeniden ayarı yapılacaktır. Ve Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” politikası ilk büyük sınavını verecektir.