Dr. Hikmet Kıvılcımlı mücadelesi ve ürettikleriyle Türkiye devrimi’nin yolunu aydınlatmaya devam ediyor. Kıvılcımlı’nın teorik mirasının güncelliği ise aslında son gelişmelerle bir kez daha teyit ediliyor. Türkiye toplumuna Kıvılcımlı’nın baktığı gözlerle bakamadan, daha az iddialı bir deyimle en azından onun önünü açtığı bir yaklaşımı geliştirmeden; hegemonik ve ezilenlerin tümünü kucaklayan bir devrimci halk örgütlenmesi inşa edilemez.
Farklı Kıvılcımlı yorumları nereden kaynaklanıyor?
Kıvılcımlı gibi tüm eserleri bu kadar uzun süredir ortada olan, tartışma gündemine öyle veya böyle alınmış olan bir önderin feyz verdiği bu kadar farklı ideolojik çerçeveler nasıl ortaya çıkabiliyor? Gerçekten de SODAP’ın çizgisi ile uzaktan yakından alakası olmayan, hatta zaman zaman aşırı milliyetçilikle, ulusalcılıkla yakın temas içinde bulunan Kıvılcımlı yorumları yaygınlık kazanabiliyor. Yaklaşım farklılıklarını çok aşan bu düpedüz zıtlık, aslında Kıvılcımlı’yı okumak ile ilgili bir yöntem tartışması yapılması gerekliliğini ortaya çıkarıyor. Kıvılcımlı’nın 1960’ların anti-emperyalist, ulusal kurtuluşçu gençlik hareketine uzanma gayretlerini çevreleyen dönemde yazdığı ve M.Kemal’i özellikle karşısına almamaya çalıştığı, finans kapital iktidarı ile M.Kemal arasında ayrımlar tanımlamaya gayret ettiği dönemi bu ideolojik tutumun altında yatan çaba anlaşılmadan okumak ve bir politik sabit kabul etmek, kimi Doktorcu akımları bugün ulusalcılığın ta merkezin kadar çekmiştir. Kıvılcımlı’nın telaşı dönemin devrimcilerinin bütünlüğünü inşa edebilmekti. Hatta bu inşa sürecine zarar verebileceği düşüncesiyle temasının çok sınırlı olduğu Kürt hareketi ile ilgili taleplerini bu dönemde çok göze batacak bir biçimde öne çıkartmamıştır. Kıvılcımlı asla YÖN çevresinin ve MDD etkisindeki kimi çevrelerin içine düştüğü zinde güçler devrimciliğine bel bağlamadı. Onun açısından işçi sınıfının işin merkezinde olması en temel amentüydü. “Genel Düşünceler” kitabında daha 1920’lerde içi sınıfının devrimci mücadelenin yükseltilmesi ile ilgili çağrılara nasıl olumlu yanıtlar ürettiğini anlatmıştır. 1960’lardaki politik çabası da büyük oranda gözü ABD olarak algılanan bir emperyalizm dışında bir düşman görmeyen kesimlere işçi sınıfının merkezi rolünü, finans kapital-tefeci bezirgan bloğuna karşı mücadelenin temel alınması gerektiğini anlatmaya çalışarak geçmiştir.
Fakat Doktor açıktır ki “tarihsel devrimci” güçlerin de devrim mücadelesini büyütecek bir tarzda konumlandırılmasını önemsemiştir. Ezilen sınıfların çıkarına politika eylemek adına ortaya çıkan enerjilere sırt dönülmesi devrimcilik olarak gösterilemez. Liberal bir yaklaşımla sivil toplumculuk oynamak, sınıflar savaşının kızıştığı bir dönemde devlet içinde ortaya çıkacak kopuşmaları ezilen sınıflar adına kazanmayı önemsememek en azından bir tür oportünizm olarak değerlendirilebilir. Bu anlamda Kıvılcımlı’nın “ordu kılıcını attı” da ortaya koyduğu çerçeve en genel hatlarıyla doğrudur. Fakat bu yaklaşımdan yola çıkarak “tarihsel devrimci” güçlerdeki niteliksel değişimi görmemek, buna karşın Kürt hareketi nezdinde ortaya çıkan büyük devrimci dinamizmi küçümsemek Kıvılcımlı’nın tutumu olamazdı. Kıvılcımlı için esas olan bu topraklardaki kan emici iktidarına son verecek karşıt-hegemonya bloğunun en güçlü bir biçimde yapılandırılması idi. Bu yapılandırma niyetlerle değil ortada, hareket halinde olan somut devrimci güçlerce gerçekleşebilirdi. O yüzden 1960’ların Türkiye’sinde Kıvılcımlı’nın baktığı nokta ve yaratmaya çalıştığı devrimci blok, 2010’lar Türkiye’sinden bakıldığında ne kadar sıra dışı gözükse de doğru bir içerik üzerine inşa edilmişti. Fakat o dönemde Kıvılcımlı’nın düşündüğü çerçevenin devrimciliği ne kadar tartışılamasa da bugün aynı çerçevede ısrarın temsil ettiği politik gericilik de inkar edilemez. Kıvılcımlı’yı zamandan ve mekandan bağımsız okumak, mazrufa değil de zarfa takılmak, geliştirilen politikanın amaçlarına değil de taktiklerine takılıp kalmak söz konusu okumayı böylesi bir politik gericiliğe mahkum edebilir.
Kıvılcımlı’nın eserinin iki temeli: Kitleler ve özgürlük
Bu katmanlı okuma zorunluluğu Marks dahil tüm devrimci miras için geçerlidir. Marks’ın İngiltere’nin Hindistan’da yarattığı ilerici, üretici güçleri geliştiren sonuçları onun sömürgeci destekçisi olduğuna bağlamak ne kadar absürt olacaksa Kıvılcımlı’yı içinde devindiği devrimci ortamın temel dinamiklerinden bağımsız değerlendirmek birçok benzeri yanlışa yol açacaktır.
Kıvılcımlı’nın eserinin özünde ne vardır? Bir kere “kitleler” vurgusu Kıvılcımlı’nın en temel ögelerinden birisidir. Kıvılcımlı, hegemonik olabilen, işçi sınıfının tüm öbeklerini kucaklayabilen bir devrimci partinin inşasının arayışındaydı. Bunu başarabilmek için de Türkiye toplumunun büyük bir bölünmüşlük ifade eden tüm kesimlerine hitap edebilen bir sosyalizm dili geliştirmek için çabaladı durdu. Geliştirdiği Tarih Tezi, aslında bu topraklarda kültürel olanın önemine yapılan bir vurguya dayalıydı. Kültürelin gizlediği özü ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Osmanlı Tarihinin Maddesi’nin girişinde “Atalarımızın nasıl komünist olduğunu” anlatırken gerçekleştirmeye çalıştığı “gericilik” diye yaftalanmaya çalışılan bir tutumun aslında devrimci bir içeriğe çok da yabancı olmadığını sergilemeye çalışmaktı. Denebilir ki Kıvılcımlı da aynı dönemde yaşadığı Gramsci gibi kültürün önemini kavramış bir Marksist’ti. Ekonomizmin, kaba bir “sınıfa karşı sınıf” tutumunun açıklayamayacağı, dolayısıyla da örgütleyemeyeceği bir toplumsal yapı ile karşı karşıya olduğumuzun farkındaydı. Bu anlamda Kıvılcımlı’nın Kemalizm ile meselesi sözde değil özde idi. Kıvılcımlı, Kemalizm’in kültürel fay hatları ile birbirinin karşısında konumlandırmaya çalıştığı ezilen bloklarını bir arada tutacak bir dokuyu yaratmaya çalışmaktaydı. Dine, tarihe ve folklorik öğelere bu kadar yoğun ilgi göstermesi aslında böylesi birçok doğru tespitten kaynaklanmaktaydı. Bugün Kürt hareketi, böylesi bir ezilenler bloğunu kendi tabanı çerçevesinde yaratmayı başarmıştır. Fakat en son muhafazakarlaşma ile mücadele yaklaşımlarına baktıkça Batı’da bu işin başarılabilmesi için daha çok yol almamız gerektiği yeniden ortaya çıkmıştır.
Kıvılcımlı’daki bir diğer temel izlek ise “özgür düşünce”dir. Kıvılcımlı, reel sosyalizmin özgürlük meselesine yeterli önemi vermiyor olmasının aksine özgür olmakla neredeyse diğer tüm olumlulukları eşleştirir. Barbarlık onun için tarihin özgür ruhlu insanını temsil etmekteydi. Barbarlığın yaratıcılığı aslında özgür insanın yaratıcılığı ile eşleşmekteydi. Kıvılcımlı kapitalizmin temsil ettiği üretici güçler atılımını da öncelikle barbarlığa tetikleterek özgür düşünceye verdiği önemi ortaya koyar. Bunu belki de biraz kuşdili ile yapılan bir reel sosyalizm eleştirisi olarak da okuyabiliriz. Benzer biçimde parti içinde özgür tartışma da Kıvılcımlı’nın ölümüne kadar bağlı kaldığı Leninist geleneğin bir parçası olarak Kıvılcımlı külliyatının merkezi konularından biri olmaya devam eder. YOL otokritiği tamamen böylesi bir tartışma geleneğini yaratma zorlaması olarak değerlendirilmelidir. Fakat açıkçası Kıvılcımlı bu zorlamaları ortalamanın o kadar üzerinde bir yetkinlik ve birikim ile gerçekleştirir ki muarızları açısından tartışmaya girebilmek de o derece zorlaşmıştır denebilir.
Sonuç olarak… Geleneğimiz ve Kıvılcımlı
Bugün Kıvılcımlı okumalarının en verimlisini geleneğimizin gerçekleştirdiğini söylemek desteksiz bir böbürlenme olmayacaktır. Doktorcu ortamlarda fazlaca bulunan paslanmış zihinlerin deformasyonundan Kıvılcımlı’yı koruyarak, onu devrimci nesillerin en önemli beslenme kaynaklarından birisi olarak ve mirasını güncel koşullara uyarlayarak zenginleştirmek; geleneğimizin en önemli başarılarından birisi olarak değerlendirilmeyi hak etmektedir. Kıvılcımlı’nın Ortadoğu’nun kültürel tuzaklarını aşacak bir devrimcilik inşa etmek için en büyük kozumuz olacağı önümüzdeki fırtınalı günlerde daha belirgin bir biçime ortaya çıkacaktır.