Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, dünya ve Türkiye ekonomisine ilişkin değerlendirmelerde bulunurken, kıdem tazminatının yeniden yapılandırılması lazım demiş. Nedenini ise “Kıdem tazminatı konusunda dünyanın en yüksek yüklerinden biri Türkiye’nin üzerinde. Şurada kıdem tazminatı sıfır olan ülkeler var. İşsizlik ortalamasına bir baktım Türkiye’nin yarısı’ şeklinde açıklamış!
Bakanımız University of Exeter mezunu, UBS, Merrill Lynch gibi namlı şirketlerin gözde elemanı, ondan daha iyi bilecek değiliz ama gene de gözden kaçırdığı bazı konular var. Doğrudur, bazı ülkelerde kıdem tazminatı sıfırdır, ama onunla eşdeğer işverene yük getiren hakları vardır çalışanların. Bunların neler olduğunu anlamak için kıdem tazminatının ne olduğunu bilmek gerek elbette. Bakanımız tarihçi olmadığı için bilmeyebilir, hatırlatalım.
İş yerinde çalışanlar için en önemli konulardan biri işini kaybetmeye karşı korunmadır. Sürekli olarak çalışan ve bunun sonucu olarak yıpranan ve yaşlanan insanlar için daha iyi bir iş bulma şansı azalmaktadır. Buna ek olarak, çalışma ile elde edilen tecrübe ve vasıflı olma, yeni teknolojinin üretimde daha yaygın olarak kullanılmaya başlaması ile önemini kaybetmektedir. Dünyadaki 200 yıllık sendikal mücadelede, bu nedenle işten çıkarılmalara karşı mücadele verilmiş ve bazı haklar kazanılmıştır. Bunların esası, işten çıkarılmaları işverene pahalıya mal etmektir. Bu konuda dünyada sendikal hareket, işten çıkarılmaları pahalıya mal etmek için belli başlı iki ana noktada yoğunlaşmıştır. Bunlardan ilki işverenin ‘çıkış verme özgürlüğünü’ sınırlamak, diğeri ise ‘mümkün olduğu kadar pahalıya mal etmektir’.
İşverenin ‘çıkış verme özgürlüğünü’ kısıtlayan en önemli faktör, yasa ile işverene çıkış gerekçesi belirtme zorunluluğunun getirilmesidir. İşten çıkarma gerekçesi gösteremeyen işveren ya tazminat ödemek zorunda ya da çıkışı geri almak durumundadır. Kıdem tazminatı tartışmasında bu konu mutlaka gündeme getirilmelidir. Tecrübeler gösteriyor ki, işverenleri kendilerine doğrudan maddi bir yükü olmayan bu tür önlemlere ikna etmek daha kolaydır. Çalışan (ve elbette sendika) açısından ise bu önlem yukarda belirtilen mantığa daha uygun düşmektedir. Esas olarak çıkış verme süresinin uzatılması ve işçiye tazminat verme olarak özetlenebilir. Avrupa’da pek çok ülkede çıkış verme süresi 6 aya (hastalık durumunda ise 24 aya) kadar çıkmaktadır. Mevcut yasaya göre bu süre en fazla 8 haftadır. Bunun doğrudan ilk etkisi ihbar tazminatının artmasıdır. Kıdem tazminatı tartışmasına girerken öne sürülmesi gereken talep, bu sürenin uzatılması olmalıdır.
Kıdem tazminatının kendisi ise esas olarak, çalışanın yıpranma payının karşılığı olarak gündeme gelmiştir. Bu nedenle zaman içinde değişim göstererek, pek çok ülkede ikinci bir emeklilik sigortası haline gelmiştir. İşverenler, işyerlerindeki emeklilik kasalarına çalışan her işçi için her ay bir prim ödemekte, toplanan primlerden işçiler, emeklilik yaşına geldiklerine ikinci bir emekli aylığı almaya hak kazanmaktadırlar. Bu tartışma yapılırken dikkate alınması gereken nokta, işverene getireceği mali külfettir. Hükümet, işverene her ay ücretin %4 ü kadar bir primi fona ödettirerek bu ‘engelden’ kurtarmayı önermektedir. İşverenler mutlaka hesaplarını yapmışlardır ve mevcut yasanın kendilerine %4 ten fazla maliyeti olduğunu bulmuşlardır. Ancak biz bunu bilmiyoruz, bu nedenle bunun tahmini bir miktarının hesaplanması gereklidir. (En fazla %8,3) Ancak getirilmek istenen fon ile işverenlerin sorumlulukları, tek tek işverenin sorumluluğu olmaktan çıkıp, kolektif bir sorumluluk haline gelmektedir. Bunun özellikle işçi ve sendika düşmanı işverenleri cesaretlendireceği de unutulmamalıdır. Bu nedenle yukarda belirtilen tahmini maliyetin, getirilecek önerilerle daha da pahalı hale getirilmesi dikkatlerden kaçmamalıdır.
Kıdem tazminatı fonuna evet demek için ek bir emeklilik fonu oluşturulması, çıkış verme gerekçelendirilmesi ağırlaştırılmalı, çıkış verme sürelerinin (fesih ihbarı) uzatılması gündeme getirilmelidir. Tartışmayı bir tek ‘Kıdem Tazminatı Fonu’ ile sınırlamamak, bunları da tartışmaya açmak gereklidir.
Hükümetin bu sefer işi daha ciddiye aldığı açık, en son Maliye Bakanı tarafından yapılan son açıklamalar asgari ücrete yapılan artışın daha çalışanın eline geçmeden nasıl el konulmak istendiğini gösterdi. Maliye Bakanı Ağbal, “Türkiye’de bugün hane halkı tasarruf oranı yüzde 15’ler civarında. Bu, bizimle benzer durumda olan ülkelere göre düşük, bunu yukarılara, yüzde 25-30’lara çekmemiz lazım” dedi. Ağbal memurlar ve işçilerde çok önemli gelir artışlar olduğunu, bin lira olan net asgari ücreti 1300 liraya çıktığını söyleyerek bu artışın nereden sağlanmak istendiğini de gösterdi.
Bireysel emeklilikte biriken miktarın 40 milyar liraya ulaştığını, her 100 liraya devlet olarak 25 lira katkı veriyoruz, vatandaşımızın bu sisteme daha fazla destek vermesini bekliyoruz diyor Ağbal. Çalışanlar için kıdem tazminatı yerine otomatik bir sisteme dahil edileceklerini, 3 ay kadar bir süre sistemde kaldıktan sonra, çıkıp çıkmama onların tercihinde olacak. Bu sistem sayesinde bir şekilde tasarrufun tadını alsınlar istiyoruz diyerek Bakan çalışanların ağzına bir parmak bal çalarak bu işi halletme gayretinde. Olur mu, göreceğiz.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-akyol-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]