Danıştay tarafından alınan bir kararla artık sadece mühendis, mimar veya teknik elemanlar İş Güvenliği uzmanı olarak görev yapabilecek. Çok sıradan gibi gözüken bu karar başta sendikalar olmak üzere meslek kurumlarını adeta göreve çağıran bir nitelikte, iş güvenliği ve işçi sağlığı sadece yasalara ve işverenlere bırakılmayacak kadar önemli diyenler artık ellerini taşın altına koymak zorundalar.
2012 yılında yürürlüğe giren 6331 sayılı İşçi Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ertesinde Hükümet konu ile ilgili pek çok yönetmenliği değiştirdi. İş güvenliği uzmanlarının, görev, yetki, sorunluluk ve eğitimleri hakkında yönetmenlikte geçen yılsonunda değiştirildi. Buna göre kısaca İş güvenliği eğitimi alan herkes uzman olabilecekti. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, bu görevin sadece mühendislik eğitimi yapan kişiler tarafından yapılabileceği görüşü ile yönetmenliğin iptali için gereken girişimleri yapması sonucu, Danıştay yukarda belirtilen kararı aldı.
İşin hukuksal, teknik tarafları bir yana sadece bu karar bile, gerekli olduğunda bir meslek kurumunun yapılan yanlışı düzeltmek için elinde imkan olduğunu göstermekte. Yaygın kanı ve davranış biçimi, hükümet yasa falan dinlemiyor, mecliste ki çoğunluğa dayanarak kendi istediği düzeni kuruyor şeklinde. Elbette doğru, ancak bu üzerimize düşen görevleri bize unutturmamalı.
İş kazaları hakkında sendikaların ve meslek kurumlarının yaptıkları, bozuk düzenin ne kadar kötü olduğu, hükümetin ve işverenlerin bu düzenden nasıl yararlandıkları ve devam ettirmek istediklerine dikkat çekmekle sınırlı. Hükümetin ve işverenlerin amaçlarını bir kez daha tartışmak artık ‘abesle iştigal’. ‘Timsah gözyaşları’nı bir kenara bırakalım, bir faciaya dönüşmüş olan çalışma yaşamına nasıl müdahale ederiz veya etmeliyiz sorusunu artık cevapsız bırakamayız.
Örneğin DİSK geçen ay bakanlığa verdiği raporda durumu bir kaz daha özetledikten sonra önerilerini sıralamış, ‘Öncelikli olarak, ülkemizde iş sağlığı ve güvenliği sisteminde yapısal bir yetersizlik mevcuttur.’ Doğru söze ne denir? Sonrasında hükümete ve işverenlere dizi dizi öneriler, onu yap, bunu yapma ve benzeri. Ama en sonunda yaptıkları Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Kurumu önerisi ile elini taşın altına koymak istediklerini de dile getiriyorlar.
DİSK bu önerisini ilk defa 2007 yılında Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi’ne sunmuş. Özetle işçi, işveren kurumları ve hükümet tarafından oluşturulacak bir kurumun işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda yetkili olması. Yetkileri ve finansmanına kadar ayrıntılı olarak yapılan bu öneri ile bizzat işçi kurumlarının işin içerisine girmesi, yetkilendirilmesi amaçlanmakta.
Ayrıntıları, eleştirisi ayrı bir konu, tek başına bu öneri üzerinde tartışmayı hak etmekte. Ancak geçen yedi yıl içerisinde öneriye kimse dönüp bakmamış. Esas olarak hükümet ve işveren kurumlarının birlikte çalışmayı kabule yanaşmaması öneriyi boşa çıkarmış gibi göstermekte. Doğru olabilir, ancak elimizi kolumuzu bağlayarak bekleyecek miyiz?
TMMOB hem konunun önemi hem de kendi üyelerinin özlük haklarını düşünerek Yönetmenliğin yürürlüğe girmesini engelledi. Ancak iş güvenliği uzmanlığının kalitesini düşürmeyi önlemek yetmez, arttırmakta gerekli. İş güvenliği uzmanlarının bu sıfata layık olmaları için eğitimlerini kar amaçlı şirketlere bırakmamak gerekli, diyelim bir İş Güvenliği Akademisi bu işe talip olsun.
İşçilerin iş güvenliğine katılımı bir zorunluluk olduğuna göre sendikalarda bu Akademi’ye ilgi duymalılar. Olmaz ama, diyelim ki meslek odaları ve sendikalar bir araya gelerek bu Akademi’yi kursunlar. Bakalım DİSK’in önerdiği ‘Kurum’da bu konuda çalışma yapmayacak mıydı? Elbette.
Birkaç akademisyen ve aktivistin girişimi ile kurulan İstanbul İş Güvenliği Konseyi ilk kurulduğunda pek ciddiye alınmadı, geçen süre içerisinde sendikaların da desteği ile bu konuda ki en ciddi ve somut adımlar atan bir kurum haline geldi. Bir adım daha atalım, bu konuyu ciddiye alan meslek odaları ve sendikalar bir araya gelelim, İş Güvenliği Akademisini, daha sonra oluşacak İş Güvenliği Kurumu’nun ilk ayağı olarak kurma girişiminde bulunalım.