Erdoğan kafasındaki siyasi rejimi örneklemek istediğinde aklına Hitler’den başka bir örnek gelmemişti. O dönem vermiş olduğu demeç birçok çevre tarafından tepkiyle karşılanmıştı.
Birkaç ay önce seçilen Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte de Hitler ile ilgili verdiği bir demeç sonrasında küçük çaplı bir politik krize yol açtı. “Eğer Almanya’nın Hitler’i vardıysa, Filipinler’in de olacak.” diyerek kendisini işaret etti. “Hitler 3 milyon Yahudi’yi katletti, şimdi de 3 milyon uyuşturucu bağımlısı var. Onları katletmekten memnuniyet duyarım… Benim kurbanlarımın sadece suçlulardan oluşmasını isterim. Ülkemin bir sorununu halletmek ve gelecek kuşağın da kaybolmasını engellemek istiyorum”. Duterte’nin iktidara geldiği son üç ayda uyuşturucu ile mücadele kapsamında yürütülen operasyonlarda toplam, 1109’u polis tarafından olmak üzere 1864 kişinin öldürüldüğü belirtiliyor.
Erdoğan ve benzeri iktidar müptelalarının idolünün Hitler olduğu çok açık. Hukukun yavaşlatıcı etkisinden tamamen azade olmak, “milli irade”yi hiçbir sürtünmeye veya engele takılmadan doğrudan kullanabilmek, denetlenmemek bu popülist diktatörlerin en büyük hayali. ABD’deki Trump dahil bu densiz diktatör bozuntularının, insanlığın demokrasi ve temel haklar adına ürettiği tüm değerleri ayaklar altına alarak bu kadar destek bulabilmeleri rastlantı mı?
Neo liberalizmin işçi sınıfını deklasse hale getirmesi ve örgütsüzleştirmesi kapitalizmin kriz ile birleşince ortaya böylesi hokkabazlar için geniş bir alan oluşuyor. Artık dünyanın hiçbir yerinde ılımlı ve merkez politikalar finans kapitale yönetebilme kapasitesi kazandıramıyor. Kapitalizm ve finans kapital görünüşte kendilerini de eleştiren bu diktatör taslaklarının sağlayabildiği hegemonyaya muhtaç görünüyor. Ezilenlerin örgütlü gücü iktidar bloğu için ciddi bir tercih oluşturmuyorsa neo-popülist liderlerin görünüşte muhalif söyleminin yarattığı meşruiyet kapitalizme işlerlik kazandrımak için anlamlı gözüküyor. Kapitalizm karşısında kalıcı ve yapıcı bir seçenek ile buluşamayan küreselleşme mağduru işçiler de yoğunlukla bu popülist söylemlerin arkasına diziliyorlar. Popülist liderler zaman zaman alt sınıflara ve periferideki burjuvaziye de kaynak aktarma işlevi görseler de aslında neoliberalizme farklı bir noktadan meşruiyet kazandırmayı öncelemiş oluyorlar. TÜSİAD’ın Erdoğan’a verdiği kimi zaman utangaç ama süreğen desteğin altında da bu durum yatıyor.
Erdoğan popülizmi OHAL ile muazzam bir olanak yakaladı. Hayallerinde göregeldiği fiili hükümet olma durumuna fazlasıyla yaklaşmış durumdalar. OHAL’i kendileri açısından doğru biçimde yönetebilirlerse Başkanlık rejimini ve 2. Cumhuriyet’i tam anlamıyla hukukileştirebileceklerini düşünüyorlar. Erdoğan açısından OHAL’den çıkış ancak istediği yönde bir Anayasa değişikliği ile olabilir. Yoksa OHAL’in defaten uzatılmak isteneceği düşünülebilir.
Burada ise en önemli sorunumuz ortaya çıkıyor: Nasıl olacak da OHAL ile ortaya çıkarılan fiili durumu yeniden hukukileştirmeye, yaşan dev rejim krizini demokrasiye evriltecek bir karşı hegemonya çabası güçlendirilebilecek? Burada çok büyük sorunlarımız var. Çok geniş demokrasi güçlerinin özgüven kazanması, karşıt bir dil üretmesi ve harekete geçmesi başarılamıyor. Bizim güçsüzlüğümüz Erdoğan’ın gücü olarak görünüyor. Oysa her açıdan devasa sıkıntıları var. Aslında bir yönetebilme krizi içerisindeler. Ancak demokrasi hareketinin güçlü dalgalar üretememesi bu krizlerini hem görünmez kılıyor hem de yönetilebilir hale getiriyor. Her açıdan çuvallamış bir politik önderlik karşıtlarını hipnotize ederek (CHP ve tezkere tartışmaları düşünülsün) veya ezmeye çalışarak etkisiz kılarak güç haline gelmek istiyor.
Burada görevlerimizi ikiye ayırmak gerekiyor.
Orta vadede hedefimiz AKP’nin işçiler üzerindeki etkinliğini kırabilmektir. Erdoğan’ın en önemli gücü sosyal alanı sorunsuz gibi gösterebilme kapasitesidir. Yaklaşan ekonomik dalgalanmalar bu alanda birçok yeni olanak çıkaracaktır. Neo popülizm nefes borularının tıkanması işçi sınıfı üzerindeki denetiminin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabilir.
Kısa vadede ise elde ne varsa AKP hegemonyasını çatlatacak işleri hedeflemek gerekmektedir. Bunun için ise kendi cephemizi olabildiğince genişletmek, karşı cepheyi ise olabildiğince daraltmak gerekiyor. Burada CHP’nin hipnotize edici etkisini kırabilmek durumundayız. CHP şu anki siyasetiyle AKP’nin hegemonyasının sarsılmasının önündeki en büyük baraj rolünü oynamaktadır. Kısa vadede CHP tabanındaki beklemeci demokrat unsurları mücadeleye kazanabilmek uygulanabilir tek olanak olarak görülmektedir. Sosyalistler işçi sınıfı üzerinde etkin bir yönlendirici güç olamamalarının bedelini çok ağır ödemektedirler.
Erdoğan Musul savaşının yollarını döşemeye çalışırken, kardeş Yunan halkının topraklarına göz koyma belirtileri gösterirken yönetebilmek için savaşa ve gerilime muhtaç olan bu kliği durdurmanın yolunda umut verici pratikler üretmek en acil görevdir. Okmeydanı’ndaki uyuşturucu eylemleri bu konuda oluşabilecek yerel ittifakların yaratacağı olanaklara bir örnek teşkil etmektedir. KESK’in eylemleri de doğru biçimde sahiplenilirse öğretmenlerin mücadelesi demokrasi cephesinin somut zemini haline gelebilir.
Diktatörlük heveslileri Hitler’in ve Mussolini’nin sonlarına da dikkatle eğilmelidirler.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]