Türkiye Sosyalist Hareketi dünya, bölge ve ülke büyük altüst oluşların eşiğindeyken etkin bir politik aktör haline gelebilecek mi? 10 Ekim ve özellikle 1 Kasım sonrasında içine düşülen pasif halden çıkmak için nasıl bir çıkış gerçekleştireceğiz? Özellikle Kürdistan’da gelişen devrimci süreç ve buna karşı devletin katliam çizgisine doğru ilerleyen saldırısına yönelik nasıl bir politika geliştireceğiz? Toplumun en temel haber alma hakkının gasp edilmesine dönük saldırılara karşı ses yükseltilebilmesinin önünü nasıl açabileceğiz? AKP’nin Ortadoğu’da savaşa atlama konusunda gösterdiği cevvalliği dengeleyecek bir barış hattı inşa edilemeyecek mi? Kıdem tazminatının yeniden tartışmaya açıldığı koşullarda emek cephesinden bir direnci örgütleyebilecek miyiz?
Sorular çoğaltılabilir, ancak bu kadarı bile sokakları harekete geçirebilen bir sosyalist, devrimci mücadelenin şu anda ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Birikmiş onlarca çelişkinin çözümünün daracık bir zaman dilimine sıkışma eğilimi gösterdiği koşullarda neredeyse büyüklü küçüklü bütün siyasi aktörlerin ellerindeki tüm kozları masaya koyduğu bir momentte “toplumsal”ın genel çıkarlarını savunma noktasında sosyalist mücadelenin etkisizliği ülkenin geleceğini teslim alacak sonuçlar yaratacaktır.
Örneğin şu aşamada çok yönlü bir barış mücadelesinin yükseltilememesinin, sosyalist hareketin öznel koşuları dışında açıklanabilir hiçbir tarafı bulunmamakta. Evet, Temmuz sonrasında geliştirmeye çalıştığımız Barış Mücadelesi’nde başarısız olduk. Barış Bloku buza yazılan yazı oldu. Onca kurumun isminin yazılı olduğu bir birliktelik dağın fare doğurmasına benzeyen bir süreç yarattı. Fakat şu koşullarda bu dağılmayı geriye çevirebilecek bir irade ortaya koyamamanın hiçbir açıklaması olamaz. Devasa işler yapılamayabilir, bu dalgayı terse çevirecek bir etki de yaratılamayabilir ancak “öğretmenler gitsin katliam yapacağız” tehditlerinin savrulduğu bir noktada yaşananları eli böğründe izlemek sosyalist hareketin ölüm fermanını kendi elleriyle imzalaması anlamına gelecektir. Bu konuda ciddi anlamda zaman kaybettik, bu hafta mutlaka harekete geçmeliyiz, yoksa çok geç kalmış olacağız. Kürt Özgürlük Hareketi’nin inisiyatif almadığı dönemlerde sosyalistler olarak herhangi bir konuda bir araya gelemeyecek miyiz?
Ülkenin başındaki bir diktatörün ve etrafındaki bir takım Osmanlı restorasyoncusu kaçığın ülkeyi Suriye ve Irak’ta açıkça savaş içine çekecek hamlelerine Türkiye sokaklarının sessiz kalması da aslında bir korku filmi sahnesini anımsatıyor. Bütün dünyanın Musul- Ceyhan-Malta- İsrail güzergahlı IŞİD petrol ticareti haberleri iler sarsıldığı bir dönemde Türkiye toplumu mezarlıkta ıslık çalarak kafasını başka tarafa çevirmeye çalışıyor. Toplumun kendisini cehennemin içine atacak bir gelişme karşısında bu hali toplumdan ziyade onun örgütlenmesini sağlamakla mükellef olanların zaafı değil midir? Sosyalistler olarak toplumun sözünü ve eylemini örgütlemek zorundayız.
Bu tutukluğumuz tarihsel bir olanak olarak hepimizin emeğiyle 7 Haziranda AKP’ye tarihinin en acı yenilgisini tattıran HDP’nin geleceğini de riske atıyor. HDP’nin tam da nasıl bir yoldan yürüyeceğinin haritasını çıkartmak için en tabandan yürüttüğü konferans çalışmasına Türkiyelileşme çizgisini olgunlaştırma yönünde bir katkı sağlamak göreviyle karşı karşıyayken içine düşülen bu seyircilik hali HDP’nin de geleceğini teslim alacaktır. Türkiyelileşme HDP’nin üzerine oturduğu temel çerçevedir. Temmuz’dan beri yaşananlar ve Batı ile Doğu arasında giderek artan kopukluk HDP’yi BDP çizgisine çekmek isteyen güçleri büyütecektir. Selahattin Demirtaş’ın temsil ettiği ve halklarımız açısından büyük olanaklar barındıran çizginin güç kaybetmesi aslında düzenin tüm güçlerinin 7 Haziran sonrasında geliştirdikleri ittifak ve saldırının tarihi zaferi olacaktır. Bu oyunu bozmak için ise sosyalistlerin tam da şu aşamada rol oynaması gerekiyor. Bu rolün bugün oynanamamasının bedeli çok ağır olacaktır.
Koşulların zorluğu ortadadır. Fakat bu dağınıklık, fiziksel güçsüzlükle açıklanamayacak boyutlara ulaşmıştır. Türkiye sosyalist hareketi etki gücünün bir kısmını bile seferber ederek topluma çok daha fazla moral veren bir tutum sergileyebilir. Taktik çizgisi soru işaretlerine açık olsa da üniversite gençliğinin gösterdiği direnç buna güncel bir örnek olarak gösterilebilir. Sorun daha ziyade mental bir dağılmadan kaynaklanıyor. Hızla bu halden çıkmalı, toparlanmalı ve güçleri azami oranda birleştirerek toplumda direnme özgüvenini arttıracak bir hattı inşa etmeliyiz. Direniş üretebilecek onlarca gerilim noktasına sahibiz. Bu gerilim noktalarının zorlanması 1 Kasım sonrasında sanki bir tür yıkılmazlık iksirine batırılmış gibi gösterilen AKP iktidarının göründüğü kadar da sağlam olmadığını gösterecektir.
“Mücadele ederek alınmış bir yenilgi de kolay kazanılmış bir zafer kadar devrimci öneme sahip bir gerçektir… Her mücadelede meydan okumaya karşılık verenin yenilme riskini göze alması doğaldır, ama bu kişinin bizzat yenildiğini itiraf etmesini ve kılıcını çekmeden boyun eğmesini gerektiren bir neden midir?” (Engels)
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]