23 Nisan’da İstanbul’da yaşanan 6.2 büyüklüğündeki deprem, ödediğimiz büyük bedellere rağmen yaşanması olası doğa olayları karşısında hâlâ ne kadar güvencesiz koşullarda yaşadığımızı ortaya koydu.
Bu güvencesizliğin en temel sebebi, hiç kuşku yok, devleti şirket aklıyla ve rant odaklı yöneten 23 yıllık AKP iktidarı ve onun iktidarda kalmak için geçirdiği mutasyonun ürünü Saray rejimidir. Toplanan deprem vergileri yandaş sermayeyi büyütmüş ancak halkın deprem karşısındaki güvencesini küçültmüştür. Deprem toplanma alanları AVM ve rezidanslarla doldurulmuş, halka daracık sokaklarda itiş tepiş bir yaşam mücadelesine itilmek reva görülmüştür. Kent merkezlerindeki yeşil alanlar ve 15 Temmuz sonrasında el konan askerî bölgeler dahi gözü doymaz bir kâr hırsıyla dört bir yanı betona boğan sermayeye peşkeş çekilmiştir. Halka nefes alacak bir ağaç altı dahi çok görülmüştür.
Talancı ve yağmacı açgözlülüğüyle halkı yoksulluğa ve pahalılığa mahkûm eden rejim kentlerimizi de yaşanmaz hâle getirdi. Bugün doğa olaylarının bir yıkıma, bir felakete dönüşmesinin ölümcül etkilerinden kurtulmak için de bu rejimden kurtulmak, halkın kendi kaderini kendisinin belirleyeceği, sermayenin veya diktatörlerin değil halkın sesinin gür çıkacağı bir demokratik cumhuriyeti el birliğiyle kurmak zorundayız.
Sosyalizmin kamusal çıkarı öncelemesiyle, demokratik cumhuriyetin halkın söz, yetki ve karar hakkını güvenceye alma ilkesinin bütünleşmesiyle bu ölümcül rejimin yerine yaşanacak bir ülkeyi kurmak mümkün. Işık hızıyla harekete geçen mahalle dayanışmalarıyla kendisini ortaya koyan halkın gücüne hiçbir güç mâni olamayacaktır.
Kâbus bitecek, halk kazanacak.