M. Sinan MERT
Kadınlar, işçiler, Kürtler, Aleviler… Ezilenler için giderek daha çekilmez bir cehennem haline dönüşen Türkiye toplumsal ve siyasal yapısını nasıl insanca bir yaşam çizgisine çekeceğiz? Özgecan’ın başına gelenler büyük bir çoğunluk için umutların yitmesi anlamına geliyor. Böylesi büyük hunharlıkların neredeyse her gün yaşanır olduğu bir ülkeyi nasıl yeniden yaşanılabilir hale getireceğiz?
“Devrimden sonrası aydınlık” diyerek içinden sıyrılabileceğimiz bir noktada değiliz. Erdoğan’ın cinnet hali tüm topluma nüfuz ediyor sanki. Geçtiğimiz yıl toplam 1800’den fazla işçi çalışırken öldü, bu senede katliam hız kesemeden devam ediyor. Daha iki hafta önce 3 işçi yanarak öldü. Devletin attığı tek adım Bross Tekstil’de olduğu gibi iş güvenliği için direnen işçilerin karşısına polisini dikmek. Zorunlu din dersi dayatmasına karşı bir boykot düzenleniyor, katılıma davet eden bildirileri dağıtan öğretmenler gözaltına alınıyor, savcı “Kuran’a inanmıyor musunuz?” diye soru soruyor. Kadınlar korkunç bir yok edilme tehdidi ile karşı karşıya, Erdoğan bulduğu her fırsatta “Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” zırvasını ifade edip duruyor, kadının özgürleşme ve kırıma karşı mücadele talepleri kadını toplumda daha da izole etmenin (“pembe otobüs uygulamasına geçelim”, “karma eğitimi kaldıralım” ) ve dolayısıyla sorunu daha da büyütmenin gerekçesi haline getirilmeye çalışılıyor.
Türkiye toplumun sınıfsal, kültürel ve toplumsal cinsiyete dair güç dengeleri ve neo liberalizmin sentezleşmesi 12 yıllık AKP iktidarını üretti, miadını dolduran bu iktidar giderek muazzam bir toplumsal çürümenin koşulu haline geliyor. Gençlerin sokaklarda uyuşturucuya boğulduğu, kadının erkek egemenliği altında iradesinin bütünüyle kırılmaya çalışıldığı, işçilerin hem yoksullukla hem de aşırı çalışma ve iş cinayetleri ile sersemletildiği, grev hakkının fiilen yasaklandığı, ölümüne bir rekabetin tek yaşam biçimi haline getirildiği, en sıradan toplumsal tepkinin “darbe, provokasyon” yaygarası ile kriminalize edilmeye çalışıldığı bir insani sefalet içerisine sürükleniyoruz. Ezilenlerin düzene direnme iradesi türlü biçimlerde teslim alınmaya çalışılıyor. İnsanların sadece AKP’nin cemaatleşme yaklaşımı içerisinde kendisini güvenceye alabileceği bir Vahşi Batı yapılanması ortaya çıkıyor.
Neoliberalizm toplumun güven üreten mekanizmalarını imhayı kendisine birinci hedef aldığını çok iyi biliyoruz. Ezilenlerin tarihsel kazanımları olan güven mekanizmaları toplumun zulme direnmesi için direnç alanları oluşturuyordu. Bugün bu güven mekanizmaları hem kurumsal (sendikalar, sosyal güvenlik, sosyal devlet uygulamaları) hem de ahlaki (insanı insan olarak değerli kılan tüm değerler) zeminde büyük oranda tahrip olmuş haldeler. Toplumun çürümeye direnç gösterebilecek tüm bağışıklık sistemi neredeyse teslim alınmış vaziyette. Düzenin tüm siyasi mekanizmaları bu direnç ağlarının imhasını yeniden üretecek biçimde şekilleniyor. Son İç Güvenlik Yasası ve boykot sonrası yaşanan tutuklamalar toplumun direnç odaklarını daha fazla teslim almaya dönük hamlelerdir. Müzakere sürecinde AKP hem silahlı unsurları ülke dışına çıkarmayı hem de İç Güvenlik Yasası ile sokakları hapishane haline getirmeyi aynı anda başarmaya çalışıyor. Bu tarz şark kurnazlıklarının sürdürülebilir olmadığı açıktır.
Bugün birinci elden yapılması gereken toplumun özsavunmasını güçlendirecek yönde bir örgütlenmeyi başarabilmektir. Toplumun güçlendirilmesi demek toplumun ezilen kesimlerinin devlete ve egemen kesimlere karşı iradesini büyütmek anlamına gelir. İşçi sınıfımız doğrudan işyerlerinde iş cinayetlerini hesabını soracak bir örgütlülük inşa etmeyi hedeflemelidir. Sendikaları sendikacılara rağmen işçiler için mücadele okulları haline getirmek gerekmektedir. Aleviler çocuklarının asimilasyonunu engellemek için kendi mücadelelerinden başka sığınacak bir odak olmadığını görmelidir. Mahallelerde bonzai satabilmenin maliyeti halk tarafından yükseltilebilmelidir. Kadınlar kırımcı erkek egemenliğine karşı kadın dayanışmasını daha örgütlü bir noktaya taşımalıdır. HDP seçim bildirgesinde toplumun tüm ezilen kesimlerinin iktidarlara muhtaç hale getirilmesine karşıt önermeler geliştirmeli, temel hakları güçlendirecek bir politika geliştirmelidir.
Bu yaşadığımız yıkım faşizmin toplumsal direnci kırabilme seviyesini gösteriyor. İktidar odakları karşısında giderek güçsüzleşen toplum her türlü yıkıma ve katliama açık hale geliyor. Kendi hayatlarımız üzerinde söz sahibi olabilme kapasitemizi arttırmak zorundayız. Bizlere yaşatılan acıların hesabını soramadığımızda yeni acılarla sarsılmamız an meselesi haline geliyor.
Kapitalizmin yaşanan bu yıkıma üretecek hiçbir yanıtı yok. AKP ise ancak Sultan’a biat etme karşılığında cemaatin köle ruhlu parçası olmanıza yeşil ışık yakıyor. Oysa bizler insanın içindeki tüm yaşam enerjisinin ve yaratıcılığın özgürce ortaya dökülebildiği, sömürü ve tahakküm ilişkilerinin insanı yok etmediği bir toplumsal hayatın peşindeyiz. Böylesi bir hayatın yegane güvencesi ise toplumun öz örgütlülüğüdür. Siyaset ile arasında devasa uçurumlar bulunan, siyaseti sadece siyasetçilerin yaptığı bir iş olarak algılayan insanların ezici çoğunlukta olduğu bir toplumun kaderinin yıkım olduğunu artık çok daha açık görebiliyoruz.
Siyaset yapmadan ne bireysel ne de toplumsal anlamda düze çıkmamıza imkan yok. Çürümeye karşı mücadele edemeyenin kaçınılmaz olarak çürümenin parçası haline geldiği bir eşiği aştık. Toplumsal sorunların giderek kangrenleştiği böylesi bir çağda sessiz kalan, kendisine ve hayatına sıradan yaklaşan herkes yarının çok geç olacağını görerek, “ortak kurtuluşumuz için ben ne yapabilirim?” sorusuna cevap bulmak yükümlülüğü ile karşı karşıyadır. Unutmayalım ki ezilenlerin hayatını siyasetsizleştirmek egemenlerin en etkin yönetme aracıdır.
Mahalle Meclis’lerinde örgütlenin! Dayanışmaevleri’nin toplumsal direnç üretme çabalarına katılın! HDP’nin hızla başlayan seçim çalışmalarının aktif parçası olun! Kobane’nin inşasına bir tuğla da siz koyun! İşyerinizdeki arkadaşlarınızla işyerinizdeki sorunlara birlikte müdahale edin! Sendikanıza, meslek odanıza gidin! Sokak eylemlerine destek verin! Hayatınızda siyasete daha çok yer açın!
Özgecan’ımızın yaşadığına mani olamamanın kolektif günahının diyetini ancak böyle ödeyebiliriz.