Maraş’ın ve F Tipi Direnişi’ne dönük “Hayata Dönüş Operasyonu”nun yıldönümleri çakışıyor. Faşizmin halka reva gördüğü katliamlar takvimin sayfalarına dahi sığmıyor. Katliamlarla hesaplaşmayı bir yana bırakın “ileri demokrasi”miz Maraş Katliamı’nın yıldönümünde protesto edilmesini bile yasaklıyor. Dersim Katliamı ile sözüm ona yüzleşen AKP, Maraş Katliamı’nın arkasında dimdik duruyor. Neme lazım oylarına talip olunan Orta Anadolu faşistlerini incitmek Genel Seçimlerde hayati sonuçlara yol açabilir. Artık nasıl olsa Türkiye Tarihi’nin her noktası Erdoğan’ın iktidarını cilalamak adına ya karartılıyor ya da istismar ediliyor.
TRT adı verilen AKP borazanının bir kanalı belli saatlerde Diyanet TV haline dönüşüyor. Metafor değil gerçek. Bu kanalın bir programında bir doçent, bir taşra üniversitesinde toplanmış ilahiyat öğrenci ve hocalarının, yine bir takım imam hatip öğrencilerinin sorularını cevaplıyordu. Konu yabancılaşma. Sorular genel olarak “Batı karşısında ne yapacağız, geri kalmışlıktan nasıl kurtulacağız, dinimizi muhafaza ederek nasıl gelişeceğiz?” gibi memleketin son 200 yılına damga vuran sorular. Sohbetin bir yerinde hoca “ben modern değilim, modern olmak hümanist olmayı gerektirir, biz ise hümanist olamayız, biz her şeyin insandan kaynaklandığını kabul edemeyiz, biz insanı ancak yaradandan ötürü severiz” diyebildi.
İŞİD’in katliamlarının üzerine geçtiğimiz hafta Taliban’ın Peşaver’de okul basıp 150 çocuğu öldürmesi sonrasında bu hümanizma, “insanı yaradan ötürü sevme” meselesi daha bir başka anlam kazanıyor.
Erdoğan açısından “toplumun İslamlaştırılması” meselesinin anlamı farklı dönemlerde çeşitlilikler gösteriyor. 2002 yılında AKP ilk kurulduğunda “Milli Görüş” gömleğinin çıkarıldığının sık sık altı çiziliyordu. 2002-2007 döneminde Erdoğan’ın din konusunda ataklarından ziyade, Baykal’lı CHP’nin politik gündemi sürekli olarak laiklik meselesine çekme taktiğinin bir sonucu olarak İslamileşme gündemleşiyordu. Erdoğan’ın bu dönemde “Birey laik olmaz, din bilginlerine danışmak gerekir” gibi çıkışları olmuştu, fakat Irak işgalinde ABD ile hareket edememekten sürekli hayıflanan, AB müzakerelerinin başlangıcını gündüz vakti havai fişeklerle kutlayan bir hükümetin döneminde ne başörtüsü ne de imam hatipler ile ilgili bir adım atılmadı.
Güç dengesinin büyük oranda AKP lehine dönüştüğü 2007 sonrasında da siyasetin hızla İslamileşmesi yaşanmadı. Bu konuda esas radikal adımlar Arap Baharı, özellikle de Kaddafi’nin düşmesi sonrasında hızlandı. İstanbul İl Başkanı’nın “tasfiye süreci inşa süreci başlıyor” demeci de bugünler tekabül eder. Burada Müslüman Kardeşler’in Mısır sonrasında Libya, Suriye, Ürdün’de de iktidara gelmesini bekleyen AKP, bu damara tutunarak bir Osmanlı Uyanışı inşa edebileceğine kesin olarak inandı. Türkiye toplumunun Müslüman Kardeşler tarzı bir iktidarı benimsemesi ise ancak ciddi bir inşa sürecinin sonucu olabilirdi. Türkiye toplumu din konusunda iki kutuplu bir yapıya sahipti. Menderes döneminden beri, 28 Şubat fasılası hariç, militan bir laiklikten bahsedilemezdi, ancak laik kesimin yaşam tarzına müdahale edecek seviyede bir İslamcı siyaset devlete hiçbir zaman tam olarak hakim olamamıştı. Oysa 2010’dan bu yana AKP doğrudan totaliter sonuçlara yol açabilecek bir ideolojik çerçeveyi adım adım inşa etmeye çalışıyor.
Fakat Gezi sonrası İslamileşme hamlelerinin doğrudan Erdoğan’ın siyasi geleceğini ilgilendiren bir boyutu da var. Gezi ve 17-24 Aralık operasyonları sonrasında İslamileşmeyi hem tabanını militanlaştırmak hem de radikal İslamcıları kendi özel güvenlik ağı olarak organize etmek için değerlendiriyor. Bir taraftan Libya’da, Suriye’de Müslüman Kardeşler lehine istihbari operasyonlar yapıyor, IŞİD aracılığıyla bölgede ve özellikle Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı pozisyon alıyor bir yandan da “İslami Dava” ekseninde çevresini toparlıyor. Bu hiç kuşku yok ki yeni bir momenttir. Bazıları buradan yola çıkarak Kemalizmi, 28 Şubat’ı, ikna odalarını, “Türkiye laiktir laik kalacak” muhalefet çizgisini temize çekmeye çalışıyor ama boşuna uğraşıyorlar. İttihat Terakki ve Hürriyet İtilaf çizgileri birbirlerinin mütemmim cüzüdür, biri olmadan diğeri de var olamaz, var olamazdı. AKP’nin yoksullar üzerindeki hegemonyasını çözecek adımları atamadan Erdoğan’ın bu karanlık senaryoları boşa çıkarılamaz. AKP’yi çözecek çizgi Baykal değil Demirtaş çizgisidir. Demirtaş Erdoğan’ı yumuşak karnından ustalıkla vuruyor, bu çizgi %10 barajını aşacak enerjiyi yaratmaya gerçekten adaydır.
TKP, üniversitede türban gündemi olduğunda bir yürüyüşte ABD bayrağını türban olarak Erdoğan’ın kafasına geçirmişti. Şimdi Kemal Okuyan beyefendi laiklik hassasiyetlerini ön plana çıkaran (ulusalcı sol) çizginin haklı çıktığını savunan yazılar yazabiliyor. AKP tabanını birleştiren bu tarz hoyratlıkların bu hegemonyanın ortaya çıkmasındaki katkısını hala göremiyorlar. (Bu arada Aydemir Güler’den Küba’yı savunmanın artık sosyalistlik sayılamayacağına dair bir matbuatı da en kısa zamanda bekliyoruz. Malum Obama ile Raul Castro arasında bir Karayibler Baharı yaşanıyor)
Sonuç olarak Erdoğan giderek radikalleşen bir İslami çizgiyi, yürüttüğü iki uluslu (yani toplumun geniş bir kesiminin rızasını kazanmayı tamamen gözden çıkarmış) hegemonya projesinin bir parçası olarak bir sokak gücü, bir direniş ağı olarak örgütlemeyi seçti. Bunu artık Erdoğan’ın iktidara her ne pahasına olursa olsun tutunma hamlesi olarak da okumak mümkün. Siyasi mücadelenin çok daha sertleşeceği günlere hazır olmak gerekiyor. Bu hazırlığın en önemli boyutlarından birisi ise HDK/P’nin emek mücadelesi çizgisini görünür, belirgin ve hegemonik bir mücadele olarak inşa edebilmek. HDK/P emek komisyonu çok daha aktif, sokakta, örgütlenmeci bir mücadele programı ortaya koymak zorunda. Bırakılan boşlukları birileri mutlaka doldurur. KESK/DİSK’in bir hafta önce gösteremediği direnişi çizgisini, Kürt düşmanı çizgisi ile mide bulandıran Eğitim İş bir biçimde sergiledi. Bunun işyerlerinde mutlaka bir karşılığı olacaktır. HDK/P eğer Erdoğan’ın seçimlerde mutlak çoğunluk elde etmesini engellemeyi kafasına koyduysa toplumsal mücadelenin her alanında çok daha kuşatıcı bir enerji sergilemeli. Ayhan Bilgen “verilen tepkilerin bir sivil toplum kuruluşu seviyesinden siyasi parti seviyesine sıçratılması gerekir” derken çok haklı. Bu açıdan Türkiyeli sosyalistlerin çok daha özgüvenli, belirleyici bir tutum almaları gerekmektedir.
İslamcılığın reddettiği hümanizmi gerçek sonuçlarına vardırabilecek bir sosyalist programı inşa edebilmek adına en önemli güncel görev budur.
Not: Dünyanın nasıl sıra dışı bir dönemden geçtiğinin açık ispatlarından birisi de ABD’de, Ferguson’da başlayan olayların adım adım Kara Panterler’in yeniden doğuşuna doğru ilerlemesi. Katı olan her şey buharlaşıyor!
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]