Cumhuriyet tam bir tıkanma ve dolayısıyla değişim sancısı içindedir. Ankara katliamına düzendeki egemenlik ilişkileri açısından da bakmak gerekiyor. Şimdi unutulsa da, bir yıl önce dillerden “yeni Türkiye” kavramı düşmüyordu. O günlerden bugüne “yeni” olan bir şey göremedik. Tam tersine eski daha da koyulaşarak geri geliyor. Bir kaç aydır sorulan “90’lara mı dönülüyor?” soruları boşuna değildir. Ülke çok bildik, tanıdık bir yola yeniden girdi.
İki binlerin başında AKP iktidar olunca cumhuriyet açısından “yeni” bir süreç başlamış oldu. Klasik düzen partilerinin, CHP hariç, hepsi parlamento dışında kalmış, o güne kadar itilip kakılan Siyasal İslam hükümet olmuştu. “İktidar” olabilecek miydi? Akıllara gelen ilk soru buydu.
Bu önemli değişimin düzendeki egemenlik ilişkilerinde bir karşılığı vardı. O güne kadar gelen egemenlik ilişkileri artık yürümüyordu. Düzende ortaya çıkan yeni güç dengelerine göre egemenlik ilişkileri yeniden düzenlenmeliydi. Elbette bu, bir evin yeniden düzenlenmesi gibi basit bir olay olmadığı için, büyük sancılara, zor kullanımına gebe bir dönemeç noktasıydı. Son on beş yıl, yeni güç ilişkilerine göre egemenlik tarzının yeniden düzenlenmesi günleri olarak yaşandı.
Bu dönemde yeni olan başlıca iki olgu öne çıktı. Ekonomik-maddi temel olarak “Anadolu Kaplanları” göz dolduran bir gelişme gösterdiler. Daha doğrusu AKP iktidar olunca bu gelişim iyice gözle görünür hale geldi. Öte yandan, cumhuriyetin egemenlik ilişkileri yapısında çok köklü bir değişimin sancıları yaşanmaya başlandı. Siyaset ve hükümetler üzerindeki ordu vesayeti mahkemeye verildi ve Silivri’ye yollandı. Ergenekon, Balyoz davaları ardı arkasına sökün etti.
Cumhuriyetin ilk günlerine gitmeye gerek yok! 1960’lı yıllarda kurulan egemenlik ilişkileri sistemi kırk yıl sonra ömrünü doldurmuştu. O zamana kadar sivil siyasal iktidarlar, daima “genel kurmayın ışıklarına bakarak” ülkeyi yönetmeye çalıştılar. Buna ilave kriz zamanlarında TÜSİAD’ın önemli isimlerinin askerlere mektup yollaması da gelenekten olmuştu. Yine bu günlerde egemenlik tarzının vazgeçilmez bir kurumu “Özel Harp Dairesi”ydi. Siyaset literatürüne yerleşmiş haliyle “derin devlet” bunalım günlerinde elini siyasi partilerin içine sokar, onlara yeni şekil vermeye çalışır; öte yandan çok sık provakasyonlarla kitle bilinci istenilen yöne sevk edilirdi.
AKP iktidarı yıllarında egemenlik ilişkileri yapısal bir değişime girdi. Generallerin cezaevine girmesi köklü bir değişimin kanıtı oldu. Daha ne olacaktı! İmparator kadar güçlü olan apoletliler sivil siyasetin önünde hesap vermeye başlamıştı. Egemenlik tarzının en az kırk yıllık yapısı artık dökülüyor, yerini bir başkasına bırakıyordu. Buna bazen “ileri demokrasi” bazen “yeni Türkiye” dendi.
Bu yanıltıcı görüntü ilk kez 17-25 Aralık yolsuzluk skandalları sırasında bozuldu. 7 Haziran 2015’de ise Siyasal İslam’ın egemenlik tarzı köklü bir değişime uğradı. Bu tarihten itibaren egemenlik ilişkilerinde güçlü bir restorasyon harekatı başladı. “Yeni”ler bir kenara bırakıldı ve eski egemenlik tarzının hemen bütün yolları hızla devreye girdi, daha da ötesine geçildi. Kemalizm ve Siyasal İslam egemenlik tarzında birbirinin kopyası olduğunu her gün yeni bir olayla kanıtlıyor. En uç noktalara kadar giden keyfilik, hukukun ve güvenlik güçlerinin istenmeyenlerin etkisiz hale getirilmesi için bir araca dönüştürülmesi, kitlelerin bilinç ve taleplerini kilitlemek ve köreltmek için provakasyonlar; tüm bu tablonun olmazsa olmazı: Yolsuzluklar!
Pek çoğunun yanında işaret fişeği gibi rol oynayan ünlü provakasyonlar ardından askeri darbeleri getirmiştir. 12 Mart 1971 askeri darbesi öncesi Kasım 1970’de Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi yangını, o günün koşullarında dehlet saçan bir işaretti. 12 Eylül 1980 öncesi, 1977 1 Mayıs’ındaki katliam, bir yıl sonra Aralık 1978’de Maraş katliamı yaklaşan darbelerin işaret fişeği oldular. Ancak 12 Eylül sonrası Kürt Özgürlük Mücadelesi yükselince provakasyonlar neredeyse sıradanlaşmaya başladı. 1987 Mardin-Başyurt; 1990 Güçlükonak, 1993 Sivas katliamı, hemen üç gün sonra Erzincan-Başbağlar katliamı… Bu zincir Kasım 2005’de o dönemin Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın “iyi çocuklarının” Şemdinli’de kitapçıya bomba koymasına kadar hız kesmeden devam etti. Bu olay egemenliğin derin devlet eliyle sürdürülmesi yolunda ilk önemli kırılmayı yarattı. Ardından o günlerin derin devletinin çözülmesi geldi. Bilinen “darbe” davaları…
Siyasal İslam, Kemalizm’e düşman olsa da, onun egemenlik tarzını 7 Haziran seçimleri öncesi tüm dehşetiyle harekete geçirdi. Suruç, Diyarbakır katliamlarından sonra Ankara katliamı, Siyasal İslam’ın iktidar etme tarzında provokasyonun zirvesi oldu. Ayrıca 7 Haziran sonrası başlatılan savaşta bu güne kadar yaklaşık bin insan yaşamını yitirdi.
1990’lı yıllarda Kürt Özgürlük Hareketi’nin üstüne Hizbullah diye bir cinayet şebekesi sürülmüştü. Şimdi çok daha kapsamlı ve değişik bir yolla IŞİD devreye sokuldu. Nasıl Hizbullah “devletin bağırsaklarında” büyütüldü ise, IŞİD düzenin vücudunun büyük bir bölümünde besleniyor. Provakasyonların şiddeti ve dehşeti yükseliyor.
Türkiye egemenlik sistemi derin devlet ve onun dehşet veren uygulamaları olmadan yürümüyor. Kemalizm yıllarında ordunun öne çıkıp yürüttüğü uygulamalar, bugün Saray’ın öncülüğünde genelkurmayın sınırlı desteğinde yürütülüyor. Bu egemenlik tarzının yeniden çökmesi için bir kırk yıl daha bekleyecek miyiz? Kesinlikle hayır!
Ankara’da patlayan bombalar, eski egemenlik tarzının restorasyonu yolunda kapatılamayacak bir delik açtı. Nasıl Büyükanıt’ın “iyi çocukları” bir dönemin egemenlik silahını kullanılamaz hale getirdiyse; AKP’nin “öfkeli çocukları” da sarayın niyetlerini örtülemez hale getiriyor. Bu büyük günahı IŞİD’le örtmek mümkün değildir. “Öfkeli çocukları” kollayan AKP, bu günahını saklayamayacağı büyüklükte öfke ve bilinç yaratmıştır. Ayrıca bugün, eski egemenlik tarzının restore edilmesinin yolunu kesen çok önemli bir başka güç: Halkların demokratik dayanışması vardır. Provakasyonlarla kitleleri körleştirip, yönlendirme dönemleri geride kaldı. Bu siyasal kazanım ülke için gerçekten bir yeniliktir.
Gidişi sezen havuz medyasının en önde gelenlerinden Yeni Şafak “başka Türkiye yok!” “tarihi kardeşlik” çağrısı yaptı. Aklımızla sık sık alay eden bu zavallılar yarattıkları anaforun onları içine çekmeye başladığını görüyorlar. Bu durumda Siyasal İslam’ın yapabileceği yeni çılgınlıkları kestirmek mümkün olmasa da, ne yaparlarsa yapsınlar, kendi yıkımlarının boyutunu arttırmaktan başka bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]