“Demokratik Özerklik” Tartışmaları
Mehmet YILMAZER
22 Aralık 2010
Demokratik Toplum Kongresi’nin başlattığı “Demokratik Özerklik” tartışmaları ve bundan hemen önce başlayan “iki dilli yaşam” tartışması politik ortamı hızla gerginleştirdi. Uzun süredir ilk kez Genelkurmay devreye girdi. Meclis Başkanı’nın ağzından BDP’ye tehditler başladı. Yeniden insanların kafasına “bölünme” korkusu pompalanıyor.
Olayların bir taktik mücadele yönü var; öte yandan içerik açısından bu tartışmalar Cumhuriyetin hangi temel taşlarına dokunmaktadır?
PKK seçimlere kadar ateşkesi uzatınca AKP iktidarının eli rahatladı. Seçimlere kadar geçecek sürede hükümetin Kürt Sorununda atacağı hiçbir adım olmadığı bellidir. Bu hem seçim sürecinin özelliklerinden dolayı böyledir, hem de ünlü “açılım”ın içinin tamamen boş olduğunu artık sağır sultan bile duymuştur. O nedenle, AKP için seçimlere kadar en iyi taktik süreci boş laflarla ve vaatlerle götürmektir. Arada “açılım” devam ediyor çıkışları ve Kürtçe televizyon hakkının tanındığı üzerine dokunaklı nutuklarla AKP bu süreci götürebilirse onun için en ideali bu olacaktır. Bu arada Kürt Hareketi de seçim sonuçlarını beklemeli, “sorumlu” davranmalıdır. Bu tablo iktidarın Kürt Sorununda ne ölçüde çaresiz ve samimiyetsiz olduğunun en iyi kanıtıdır. İktidar seçimlerden güçlü çıkarsa bazı yeni “haklar” bahşedebilir, ancak kimse “haddini aşıp” olmadık taleplerde bulunmamalıdır. Cumhuriyetin bu temel mantığı, onunla çatışır görünen AKP’de de güçlü bir şekilde yaşamaktadır. “Hak istenmez, yukarıdan bahşedilir!”
Cumhuriyet tarihinde ilk kez kitleler 1960-80 arasında yaygın bir şekilde bu cumhuriyet kuralını bozdu. Sokaklarda taleplerini dile getirdiler. Bunun korkunç bedeli biliniyor. 12 Eylül faşizmi hak talep eden ve devrim düşleyen birkaç kuşağı ezdi. Uzun yıllardır sessizliğin keyfini süren egemenler, şimdi “yumurtalı” tepkiler karşısında bile çileden çıkıyorlar.
Fakat aynı şey Kürt Sorunu için geçerli değildir. 12 Eylül’e ve pek çok ezme girişimine rağmen Kürt Özgürlük Hareketi gücünü büyütmeyi başarmıştır. Çok zorlu süreçlerden geçerek bugünlere gelmiştir. AKP iktidarı, seçimlere kadarki ateş kes sürecini tümüyle kendi çıkarları yönünde kullanabileceğini düşünerek önemli bir taktik yanılgı içindedir. Kürt Hareketi neredeyse 1999’dan beri “devletten adım” beklemiştir. Ancak bu bekleme süreci ikibinli yılların ortalarında sona erdi. Büyük gürültülerle başlatılan “açılım” süreci ise tümüyle boş çıktı. Çünkü iktidar bu sürecin odak noktasına ABD ve Irak’ın yardımlarıyla Kandil’in tasfiyesini koymuştu. Bu yön aksadıkça “açılım”ın da yaldızları döküldü.
Kürt Hareketi seçime kadar “sıcak çatışmalardan” kaçınacağını söyleyerek aslında iktidarın niyetini bir kez daha sınama yolunu tercih etti. Ancak bu, “sıcak tartışmalardan” da kaçınılacağı, bir kenarda iktidarın adımlarının bekleneceği anlamına gelmiyordu. Kürt Hareketi şimdi bunu yapıyor. Seçimlere giderken ne istediğini en açık bir şekilde duyurarak, hatta duyurmakla kalmayıp kısmen pratik olarak da uygulayarak, AKP’nin sessiz sorunsuz seçim süreci beklentilerini boşa çıkartıyor. Yaşananlara Meclis Başkanının “seçime yönelik palavralar” demesi, AKP’nin seçim süreci taktiğinin boşa düşmesi karşısında duyduğu öfkenin dışa vurmasıdır.
Tartışmaların içeriğine gelince, özünde yeni Anayasa için Kürt Hareketinin isteklerinin dile getirilmesidir. Henüz son şeklini almasa da, özü yeterinde açıktır. AKP, yeni Anayasayı seçim sonuçlarına göre şekillendirmeyi hesaplıyor. Bu konuda “daha demokratik” Anayasa tekerlemesinden öteye gidemiyor. Yeni Anayasa AKP için kendi iktidar zeminini güçlendirmekten öteye bir prensip anlamına sahip değildir. Kürt Hareketi için ise varoluş sorunudur. “Demokratik Özerklik”, Cumhuriyetin deli gömleğine dönen kalıplarının ve aynı zamanda Ankara’nın her şeyi merkezden yönetme tarzının değiştirilmesi yolunda önemli bir adım olabilir. Fakat bunun, cumhuriyetin geleneksel devlet anlayışının değiştirilmesi gibi çok zorlu bir alana müdahale anlamına geldiği unutulmamalıdır. Bugün siyaset sahnesinde en önde duran üç parti, AKP,CHP,MHP için de, devlet anlayışında böyle bir değişime gitmek neredeyse imkansızdır. Görünüşte AKP, bu geleneksel devlet anlayışı ile çelişki içinde görünse de, bunun temelinde prensipte bir çelişki değil, kendi iktidar gücünü pekiştirme yolunda pratik engellerin aşılması gibi tamamen pragmatik sorunlardan kaynaklanan çelişkiler vardır.
Burjuva demokrasisi içerisinden “demokratik özerklik” talebine bakıldığında, Türkiye’nin üyesi olmaya çalıştığı AB içinde böyle devlet sistemine sahip pek çok ülke vardır. Bunlar hala “bölünmediler.” Ancak bu ülkelerin tarihinde güçlü bir sınıflar mücadelesi mirası ve bilinci vardır. Bu ülkelerde burjuvazi, geniş yığınların taleplerini sadece bastırarak ortadan kaldıramayacağını kendi uzun siyasal mücadele deneylerinden öğrenmiştir. Burjuvazi yığınların taleplerini belli ölçüde yerine getirirken, aynı zamanda kendi gücünü de sınamış oluyordu. Türkiye, bugüne kadar korku cumhuriyeti olarak geldi. Devlet vesayetindeki burjuvazi hiçbir zaman gücünün böyle bir sınavdan geçmesini göze alamadı. Ancak artık olaylar onu bu sınavı göze almaya zorluyor.
Kürt Sorunu, “terör” ve “bölücülük” paranoyalarından farklı bir zeminde tartışılabilecek mi? Diyarbakır sesini biraz yükseltince, Ankara’dan hemen tehditler yağmaya başladı. Eğer iş zaten sırf Ankara’nın elinde kalırsa “çözüm” bir kez daha paranoyaların kurbanı olabilir. Türk Halkı kendine yıllardır yüklenmiş bu paranoyalardan kurtulabildiği ölçüde “demokratik özerklik” tartışmasında olumlu rol oynayabilir. “Silahlar sussun” deniyordu, özgürce görüşler dile getirilmeye başlayınca ise, şimdi de “bedeline katlanırsınız” deniyor. Türk Halkı 1960-80 arasında olduğu gibi devlete hesap sorma cesaretini yeniden kazanırsa bu kısır çember kırılabilir. Yoksa Ankara’nın elinde her şey çürüyor.