“Ergenekon Davası” başladı! Bu davanın ülkenin siyasal tarihinde önemli bir yere sahip olacağı anlaşılıyor. Daha şimdiden en uç noktalara varan yorumlar yapılıyor. Bir uçta “bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyenler; diğer uçta ise “hiçbir şey değişmeyecek” diyenler duruyor. Emekli kuvvet komutanlarının tutuklanıp yargılanması Cumhuriyet tarihinde “bir ilk” olduğu için buradan “demokratikleşme” bekleyenlerin sayısı hayli fazla. AK Parti kapatma davası ve Ergenekon davasının bin bir detayı arasında kaybolmadan, bu sürecin siyasal anlamına bakmak gerekiyor.
Türkiye’de doğru dürüst işleyen bir demokrasi olmadığı için bunu özlemek ve istemek çok doğal. Ancak demokrasi onun tarihi unutularak istendiğinde beklentilerin her seferinde boşa çıkması bir yana, yanlış bir bilinç oluşuyor. İkibinli yılların başında, Ecevit koalisyonu sırasında Türkiye AB sürecine kabul edildiğinde neredeyse Meşrutiyetin ilan edildiği günlerdeki gibi bir şenlik havası ortaya çıktı. Artık ülkemize AB sayesinde demokrasi gelecekti… Osmanlıdan beri Avrupa’nın malları ve sermayesi bu ülkeye defalarca aktı, ancak hala demokrasi gelemedi. Şimdi de “derin devletin” görünür ve yıpranmış yanı tasfiye edilirse demokrasi geleceğine inananlar var. Böylece bilerek veya bilmeyerek AK Partisine demokrasi misyonu yüklemiş oluyorlar.
Tarihte, ünlü burjuva devrimleri de dâhil, egemenler arası çatışmalardan demokrasi çıkmamıştır. Burjuva devrimleri sonrasında ortaya çıkan demokrasilerde, “haklar” burjuva egemen sınıflarla sınırlı kalmıştır. Şimdi en sıradan hak gibi görünen “oy hakkı” bile burjuva devrimlerinin ertesi günü tanınmamış, demokratik hakların yaygınlaşması büyük mücadeleleri gerektirmiştir. Batı ülkelerinde 1945’ler sonrası bir istikrara kavuşan burjuva demokrasileri, çalışan kitlelerin uzun mücadelesi ve büyük bedeller ödemesiyle elde edilmiştir. Her burjuva devrimi sonrası, kapitalistler kendi egemenliklerini kurduktan sonra “demokratik haklar”la ilgilenmeyi bırakmış, ancak devrimin yarattığı enerji ve coşku ile işçi sınıfı ve genel olarak çalışan kitleler demokrasinin sınırlarını sürekli genişletmek için mücadele etmişlerdir. Türkiye’nin yıllardır gelmesini beklediği Batı demokrasileri, sadece burjuva sınıfının ürünü değil, daha çok çalışan kitlelerin uzun yıllar süren mücadelelerinin sonucudur.
Bizde kapitalizme geçiş ve burjuva egemenliğinin kuruluşu kendine özgü yollardan olmuştur. Devletçilik vesayetinde palazlanan burjuvazi gerçek anlamda sınıflar mücadelesi yaşamadığı, her sıkıştığında devletçiliğin güçlü kollarına sığındığı için, aslında sınıflar mücadelesinin bir sonucu olan demokrasiyle ilişkisi hemen hemen hiç olmamıştır. Egemen zümreler arası çatışmadan ise cumhuriyetin seksen beş yılında hala ortaya demokrasi çıkmamıştır. 1940’lı yılların sonlarında palazlanan finans kapitalin partisi Demokrat Parti, devlet vesayetine karşı “hürriyet” parolasını atarak yola çıkmış ve iktidar olmuştur. Ancak iktidar olduğunda ilk eylemi “komünist tevkifatı” olmuştur. İktidarının ikinci döneminde güçlenmeye başlayan işçi hareketine karşı hemen “hürriyetçi” olmayan yüzünü göstermiş sendikaları kapatmaya başlamıştır. Bu yasaklamalar o zamanın devletçi geleneğini temsil eden CHP’nin kapatılmasına kadar uzanınca 27 Mayıs yaşanmıştır.
27 Mayıs anayasası cumhuriyet tarihinin gördüğü en demokratik anayasadır. Kitleler anayasadaki haklarını ciddiye alıp, örgütlenmeye, grev ve gösterilerle haklarını aramaya başlayınca, ardından askeri darbelerle para babaları tarafından “lüks” görülmeye başlayan anayasa 12 Eylülle toptan iptal edilmiştir. Cumhuriyet tarihinin kitleler açısından belki de en “özgür” yılları 1960–80 arasıdır. Ancak düzen bu yirmi yıllık sınıflar mücadelesi sürecinden kendisi açısından önemli dersler çıkartmış, deli gömleği gibi bir anayasa yaratmıştır. 12 Eylül anayasasından neredeyse otuz yıl sonra gelişmeler artık bu deli gömleğinin içine sığmıyor. Türkiye, özellikle güç merkezlerinin kendi çıkarları için zorlamaları ve aynı zamanda kendi iç siyasal dengelerinden dolayı bir dönüm noktasının eşiğindedir. Güçlenen siyasal islam biraz daha liberal hale getirilecek; ordunun “durumdan görev çıkartma” alışkanlığı törpülenecektir. Bunun yarattığı gerilim keskin saflaşmalar yaratmış gibi görünüyor. AK Parti hükümetinin yeterince deşifre olmuş derin devlet elemanlarına karşı yürüttüğü operasyon demokrasi umudu yaratabiliyor. Ancak daha şimdiden çok net uzlaşmalar yapıldığı ortaya çıkmıştır. Türbanla “özgürlük alanını” genişlettiği ileri süren hükümet, bütün işçi gösterilerinde özgürlükle bir ilişkisi olmadığını defalarca kanıtlamıştır.
Geniş yığınlar yaratılan siyasal islam ve ulusalcı saflaşmasıyla hem yanlış bilinçlendiriliyor, hem de kendi gerçek gündemlerinden koparılıyor. Bu saflaşmanın dışında halkların kendi gerçek gündemini öne çıkartacak bağımsız bir siyasal hattın güçlendirilmesi büyük önem taşıyor. Bu ülkede demokrasiye doğru bir adım atılacaksa, bu ancak gelecekleri her gün yeni bir uygulama veya kanunla karartılan geniş çalışan kitlelerin ve Kürt halkının güçlü örgütlenmesi ve mücadelesi ile mümkündür.