Erdoğan’ın Amerika’da rezil olup dönmesinden sonra iki yönde gelişmeler dikkat çekiyor. Siyasette CHP ile gerilimin bilinçli bir şekilde yükseltilmesi; ekonomide yandaşların sermaye birikimini büyütme gayretlerindeki tırmanma, Kürt savaşı bütün şiddetiyle devam ederken öne çıkan konular oldular.
Erdoğan ABD ziyaretinde kendisine nasıl bakıldığını yaşayarak öğrenmiş oldu. Danışmanlarının ona gerçek tabloyu sunmaları mümkün olmadığı için böyle bir deney kaçınılmaz hale geldi. Öte yandan, döner dönmez Menbic operasyonu ile ilgili bağırıp çağırmaya başladıysa da, atı alan Üsküdar’ı geçtiği için bunların çaresizliğin çığlıkları olduğu artık biliniyor.
Sermaye birikimi konusuna dönersek, AKP iktidarının aslında en önemli sorunlarından birisi budur. Yargıya, bürokrasiye hatta belli ölçüde orduya sözünü geçirmek siyasal İslam’ın geleceğini garanti altına almak için yeterli değildir. Bütün bunların arkasında güçlü bir sermaye birikimi gerekir. Hatta sadece bu da yetmez belli bir üretim ve rekabet gücüne sahip olmak siyasal İslam için yüz yıllık fırsatı belki sürekli kılabilir. Hala “yeşil sermaye” ekonomi ve dış ticarette ancak % 10-14’lük yer tutuyor. Bunun büyük bölümü de inşaat alanındadır.
Son günlerde OYAK yönetimindeki değişimler “AKP’nin el koyması” olarak basına yansıdı. OYAK’ın ne olduğundan söz etmeye gerek yoktur. Menderes yıllarında OYAK yoktu, fakat tek parti yıllarında yaratılmış büyük Kamu İktisadi Kuruluşları(KİT) vardı. Bunların özelleştirilme dalgası güçlü geri tepkilere neden olmuştu. Şimdi doğrudan ordu ile ilgili kuruma AKP’nin müdahalesi bakalım hangi tepkileri ardından getirecek? Aslında OYAK’la uğraşma Özal yıllarında başlamıştı, artık bir olgunluğa varmış görünüyor. Fakat henüz tepkilerin derinliği ortaya çıkmış değildir.
Yine bu konuda diğer önemli adım Türkiye Taşkömürü Kurumu’nda damat bakanın özelleştirme hazırlıkları içinde olmasıdır. Aslında yeni bir konu değildir. “Yeşil sermaye”nin inşaat dışında en hızlı yayıldığı alan maden işletmeciliğidir. Sadece 2006-2008 arasında verilen maden arama ruhsatı sayısı 40 bindir. Bu işletmelerin nasıl bir şey olduğunu tüm Türkiye Soma faciasında öğrendi. Bu konuda sıra ülkenin en büyük kurumlarından TTK’nın özelleştirilmesine gelmiştir. Yağma mümkün olduğu kadar hızlı ve büyük olmalıdır. Çünkü kırılgan ekonomiyle birlikte şişen yeşil sermayenin akıbetinin ne olacağı belirsizdir. Binali Yıldırım hükümetinin bu konularda büyük bir performans göstereceği anlaşılıyor.
CHP ile gerilim, Kılıçdaroğlu’na mermi atmaya kadar vardı. Pervasızlığının ve hangi duvara toslayacağı belli olmayan bu kendine güvenin tırmandığı nokta yine Menderes yıllarını hatırlatıyor. O zamanlar İsmet İnönü “Artık sizi ben bile kurtaramam.” demişti. Bugün ortada böyle bir denklem görünmüyor. Ancak derinlerde birikim ve sıkışmaların olduğunu tahmin etmek zor değildir. Sonucun eskiyle aynı olması elbette mümkün görünmüyor.
Saray neye oynuyor? Bugünkü politik denge ile alabileceği yolun sonuna geldiğini görüyor. Kürt savaşı üzerinden siyaseti yeniden şekillendirme yolunda kararlı bir şekilde yürüyor. Sıra CHP’deki ulusalcıları kararsızlaştırmaya, hatta koparmaya gelmiştir. Bu senaryonun sonraki adımlarında bir erken seçim var mıdır? Bilemiyoruz. Ancak her yönden tıkanmanın Saray’ı o yönde baskıladığı açıktır.
AKP bu yönde ilerlerse gerçekten onu “artık kimse kurtaramayacaktır.” Sarayın saldırıları karşısında felç olmuş ve kararsız CHP kitlesini bu gidiş etkileyebilir. Ayrıca siyasal İslam’ın gittikçe boğuculaştırdığı yaşam alanlarından da tepkilerin gelmeye başlaması rastlantı değildir. Hele liselilerin iktidara arkasını dönmesi Gezi ruhunun ölmediğinin en güzel kanıtı oldu.
Saray geleceğini garanti altına almak için telaşla gaza bastıkça duvara daha hızlı yaklaşıyor.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]