BATİS İş Cinayetlerine Karşı Sokakta
“Çalışırken Ölmek İstemiyoruz!”
Bağımsız Tekstil İşçileri Sendikası (BATİS) 3 Ağustos Cumartesi günü iş cinayetinde yaşamlarını yitiren işçiler için bir eylem gerçekleştirdi. Eyleme SODAP üyeleri de destek verdi.
26 Temmuz’da Bağcılar’da bulunan bir mobilya imalathanesinde çıkan yangında yaşamını yitiren işçiler için öğlen saatinde Güneşli Meydanı’nda bir araya gelen sendika üyeleri eylemlerine çağrı yaptı, iş kazalarına karşı işçilerin haklarını anlatan broşürler dağıttı. BATİS’liler saat 13.00’de Mahmutbey yolu üzerinden iş cinayetinin meydana geldiği fabrikaya doğru yürüyüşe geçti. “İş kazası değil iş cinayeti, “çalışırken ölmek istemiyoruz”, “yaşasın sınıf dayanışması”, “kahrolsun ücretli kölelik düzeni”, “iş, ekmek adalet” sloganlarının atıldığı yürüyüşe çevredeki işçiler de alkışlarla destek verdi. İşçiler gelmeden güvenlik önlemleri alan polisin fabrika binasını kapattırdığı görüldü. Bina önünde yapılan basın açıklamasında “erteleme ölüm getiriyor” denilerek 6331 sayılı İş Sağlığı Güvenliği Yasası’nın ertelenmesi de protesto edildi. Sezgin Kartal tarafından yapılan basın açıklaması şöyle:
“26 Temmuz’da yatak ve baza imalatı yapan Reyhan Baza fabrikasında çıkan yangında iki işçi yaşamını yitirdi. Yangın önlenmeli, önlenemediyse etkisiz hale getirilmesi sağlanabilmeliydi. Bu da iş yerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği organizasyonunun tam ve doğru yapılması ile sağlanabilirdi. Reyhan Baza’da tehlikelere karşı önlem alınmaması sonucunda 2 işçi çalıştıkları depoyu terk edemediler. Dumandan zehirlenerek öldüler. Dumandan zehirlenerek yaşamını yitiren Yakup Irmak yirmi beş yaşındaydı. Hakan Şaşmaz 45 yaşındaydı. Cenazeleri memleketlerine gönderildi. Geride büyük acı bıraktılar.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, devlet kurumları ve patronlar buna iş kazası diyor. Ancak bu bir kaza değildir. Yangın önlemi alınmış mıdır, yangından korunma organizasyonu yapılmış mıdır, en basitinden bir duman sensörü takılmış mıdır diye baktığımızda olumlu cevap vermek mümkün değildir. Dolayısıyla hiç bir önlem almayarak bile bile ölüme gönderilen bu işçiler kaza sonucu ölmemiş, iş cinayetine kurban gitmişlerdir.
Bu cinayetlere tölerans gösteren Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı her sene istatistik açıklamaktadır. Bakanlığın her sene yayınladığı iş kazaları raporunda ölen işçilerin gerçek sayısını dahi açıklamaması bir tesadüf değildir. Yetmezlik, teknik bir sorun, beceriksizlik değildir. Aynı şekilde meslek hastalıklarının da tespit edilmemesi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yetmezliği, eksikliği değildir.
Bu güne kadar hem iş cinayetlerinin gözden kaçırılması hem meslek hastalıklarının karartılması devlet politikasıdır. Bu tablo devletin ve sermayenin son derece politik bir tercihidir. Devlet sermaye el ele vererek bu cinayetleri işlemekte, ölümleri önemsiz göstermekte meslek hastalıklarını gizlemektedirler.
Sormak istiyoruz, yıllardır süren bu tüyler ürperten iş cinayetleri tablosu daha ne kadar devam edecek!? Devlet sermaye el ele işçilerin canı, kanı pahasına sermaye biriktirsin diye işçiler hep ölecek mi? İş kazalarında hayat kalitemizi yok eden uzuv kaybı, fiziki ve ruhsal kayıplar inkar edilecek mi? Meslek hastalıklarımızın üstü örtülecek mi?
İçinde bulunduğumuz şartlarda bu sorulara “hayır” demek mümkün değildir. Biz çalışanlar olarak sorunlarımıza sahip çıkamadığımız müddetçe iş cinayetleri de, meslek hastalıkları da önlenemez. Çünkü devlet ve sermaye bu kaza süsü verilmiş cinayetleri önlemektense mevcut düzenin sürmesini daha karlı bulmaktadırlar. Ölümlerden dolayı, hastalıklardan dolayı bedel ödemiyorlar, onlara bedel ödetmediğimiz sürece ölümleri durduramayız. Canımızı korumak canımızı vermekten daha ucuza gelmeli. Aksi halde bu gün yaptıkları gibi her gün en az 5 işçinin iş cinayetine kurban gitmesini hiçe sayarak 6331 sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu’nda ertelemeye gidilir. İş cinayetlerini durdurmak işçilerin baş kaldırmasıyla, direnmesiyle mücadele etmesiyle mümkün olacaktır.
Bizler bu sorunun sahipleri olarak sorunlarımız etrafında örgütlenerek, sendikalaşarak, mücadele ederek devlete ve sermayeye canımızı vermek yerine ders vermeliyiz. Bize dayatılan kölelik koşullarına boyun eğmek yerine, iş yerlerimizde can güvenliğimizi tehdit eden her türlü duruma müdahale etmeli, birlik ve dayanışma içinde hayatımıza sahip çıkmalıyız. Canımıza kast edenlere sessiz kalmayıp bugünden yarına adım attırmalıyız. Biz işçiler sesimizi çıkartmadığımız müddetçe, sendikalarımız, meslek örgütlerimiz, sosyal ve siyasal yapılar “artık yeter” demedikçe iş yerlerinde süren güvenliksiz koşullar ortadan kaldırılamaz. Çalışırken hayatımıza, birbirimizin hayatına sahip çıkmaktan başka çaremiz yok.”