Avrupa’da Krize Karşı Mücadele
Mehmet AKYOL
9 Kasım 2010
Fransa’da patlak veren grevler sonrasında ilginç bir tartışma yaşandı. Fransız ve İngiliz hükümetleri hemen hemen ayni içerikli tasarruf önlemlerini yürürlüğe koymak isterken Fransa’da işçiler sokaklara döküldü. İngiltere’de ise sınıf sessizliğini sürdürdü. Dışarıdan bakılınca doğru gibi görünen bu tespit aslında eksik, İngiltere’de tepkiler vardı, ama bunlar Fransa’dakilerle kıyaslanmayacak ölçüde kaldılar.
Örneğin Londra itfaiye işçileri Kasım ayında, çalışma sürelerinin uzatılmasına karşı bir kez daha bir günlük greve gittiler. Fire Bridages Union (FBU) sendikası üyesi 5600 işçi haftalardır, hükümetin bu kararına karşı direnişe başlamıştı. Benzer şekilde demiryolu işçileri sendikaları RMT ve TSSA, gene 800 işçinin çıkarılmak istenmesine karşı 11.000 üyeleri ile bir günlük uyarı grevi yaptılar. Muhafazakâr başbakan Cameron ve maliye bakanı Osborne hükümetin hedefi olan, 2015 yılına kadar bütçe açığını milli gelirin %11’inden %1’ine düşürmeyi ilan ettikten sonra 81 Milyar Sterling tutarında tasarrufa gittiler. Kamu sektöründen işten çıkarmadan, sosyal yardımları kısma ve katma değer vergisini arttırmaya kadar bir diz önlem… Hükümet, 30 yıl önce Thatcher’in başlattığı, daha sonra İşçi Partili Blair’in ara verdiği sosyal devleti ortadan kaldırma işini tamamlamak istiyor.
Oysa hem İşçi Partisi, hem de Muhafazakar Parti’nin hedefleri arasında önemli bir ayrım yok. Thatcher bu adımları hızlı hızlı attı, ancak hedefine varmadan seçmenin tepkisini çekti. Blair’le iktidara gelen İşçi Partisi ise ayni hedefe daha yavaş adımlarla gitmeyi tercih etti. 13 yıllık bu deneyden sonra gene başa dönüldü, aşırı liberalizm.
Bu süreçte sendikal hareket, sosyal devletin ortadan kaldırılmasının politik bir tavır değil ekonomik bir zorunluluk olduğunu öner sürerek, İşçi Partisi’ne tepki göstermekte kaçındı. Sisteme değil onun sonuçlarına tepki verme, mevcut liberal politikalara bir alternatif yaratamama, kaçınılmaz olarak sendikaların kendiliğinden hareketlerin peşine takılması sonucunu doğurdu.
İngiltere’de yaşananlar biraz geçte olsa İspanya’da yaşandı. Sosyal demokrat Zapetero hükümetinin, işten atılmaları kolaylaştıracak ve emekli yaşını yükseltecek ‘reformlarına’ karşı Eylül ayı sonunda genel greve gidildi. İki büyük sendika CCOO ve UGT, grev sonrası, hükümet reformları geri çekene kadar mücadele edeceklerini açıkladılar. Bu grevlere, hükümet oldukça etkin bir cevap verdi. UGT’li bir sendikacı, Gomes, çalışma bakanlığına atandı. Şimdi Gomes’i zor bir görev bekliyor, reformları geri çekmesi pek mümkün görülmediğinden kendi sendikasını ve diğer sendikaları bu konuda ikna etmek.
Ortak Tepki Ortak Direniş
Fransa’daki genel grev ve eylemler de benzer bir karakter taşıyor. Ekim eylemlilikleri, Sarkozy hükümetinin emeklilik yaşını yükseltme istemesine karşı yapılmış gibi gözüktü. Oysa bu eylemlilikler pek çok alanda biriken tepkilerin toplamıdır. Gençlerin gelecek görmemelerinden emeklilerin giderek yoksullaşmasına, özelleştirmelerle kamu hizmetlerinin ortadan kaldırılmasından çalışma imkânlarının daraltılmasına kadar çok farklı sorunlardan hareketle ortak bir tepki yaratıldı.
Sendikal hareket açısından bu ortak tepkinin nasıl bir araya geldiğinin araştırılması bence özel bir önem taşıyor. Bunun için Fransa sendikal hareketinin geçirdiği evrim dikkatlice gözden geçirilmelidir. Fransa’nın geleneksel ve güçlü sendikası CGT, son 30 yıl içinde önemli bir değişim geçirdi. Esas olarak endüstriyel işletmelerde var olan CGT, bu süre içinde büyük endüstriyel işletmelerin kapanması sonucu önemli oranda üye kaybına uğradı. Ayni zamanda ‘komünist sendika’ olarak adlandırılan bu sendikanın, duvarın yıkılışından sonra ortadan kaybolacağını bekleyenler de az değildi.
Sınıf sendikacılığı temelinde, ekonomik değişime bağlı olarak kendi iç yapılanmasını değiştiren CGT sendikaları, özellikle krize karşı düzen karşıtı bir duruş sergilediler. Öte yandan, son yıllarda gene düzen karşıtı temelde kurulan ‘SUD’ sendikaları, sınıf direnişinin toplumsal direnişe dönüşmesinde önemli katkıda bulundular. Her iki sendikanın ortak özelliği, kendilerini belli bir işkolu ile sınırlı görmemeleri ve sınıf örgütlenmesi kadar halk örgütlenmesi deneylerine yönelmeleri.
İşte bu karakter, ekonomik krize karşı ortaya çıkan tepkileri bir araya getirip ortak bir direnişin gerçekleşmesini sağladı. Geçmişten farklı olarak, sadece düzen karşıtı olmanın ötesinde sınıf ve halk örgütlenmelerinin mücadele koordinasyonlarını sağlayacak mekanizmaların yaratılması gerekli. Fransa deneyleri bize en azından, örgütlerin bir araya gelmesi ile kurulan Emek veya Halk Cephelerinin yanı sıra anlık mücadelede bir araya gelen sosyal hareketlerin yönlendirilmesinin önemini gösterdi.
Krize Karşı Direniş
Ekonomik kriz, Avrupa’da işverenlerin işçi sınıfına yönelik saldırılarını hızlandırdı, tarihte belki de ilk defa işçi sınıfı krize karşı adeta sessiz kaldı. Milyonlarca işçinin işinden olmasına karşın bir iki cılız protestonun dışında direnişin ortaya çıkmaması özerinde durulmaya değer bir konu.
Ancak krizin aşıldığı söylentilerinin ortaya çıkmasından sonra birdenbire sınıfın canlanması da bir o kadar düzen yanlılarını şaşırttı. Deyim yerinde ise kıvılcımı ilk çakan Yunanistan işçi sınıfı oldu. Devletin batmakta olduğu çığlıkları ile yürürlüğe konmak istenen hakların tırpanlanması hamlesine sınıf, kendinden beklenmeyen bir hız ve şiddette cevap verdi, genel grev ile hayat durdu.
Bir anda parlayan direniş kıvılcımı hemen diğer ülkelere yansıdı, İtalya, İspanya’da yükselen protestolar Fransa’da 11 günlük genel grevle doruk noktasına çıktı. Hemen ardından Almanya’ya sıçrayan bu dalga bir anda tekrar sönümlendi. Bir kez daha neden böyle oldu sorusu ile karşı karşıyayız.
Sendikaların Konumu
Krize karşı sendikaların duruşu belli ölçülerde de olsa, her iki soruya da cevap bulmamızı kolaylaştırabilir. Krizle ilgili ilk tespitlerde şunlara dikkat çekmiştim: “Ekonomik krizin giderek daha çok ağırlığını hissettirmesi ile çalışanlar arasında hoşnutsuzluk tırmanırken, sendikaların tepkileri cılız kalmaya devam etmekte. Toplumsal olaylar içindeki etkinliğini önemli ölçüde kaybetmiş olan sendikal hareket, daha başlangıcından beri krize ekonomik düzeni sorgulayan bir tavır koyamadı. Üst düzey yöneticilerin aldıkları “fahiş” ücretleri eleştirmenin ötesine gidemediler.” (Ağustos 2009)
Sendikalar bu konuda yalnız da değildiler, sınıfın politik önderliklerinin perspektifleri hala 89 duvarın yıkılışında kalmıştı. Bu durumda sınıfın tepkileri kendi içine yöneldi, ortalığı derin bir sessizlik kapladı. Yunanistan kıvılcımının çakmasından hemen sonra ise, sendikalar çekildikleri sığınaklarından başlarını çıkarmak zorunda kaldılar.
Fransa genel grevi öncesi Avrupa Sendikalar Birliği tarafından Ekim ayı başında Brüksel’de yapılan büyük mitinge, tüm Avrupa ülkelerinden sendikalar yüz binlerce işçi ile katıldılar. ‘Tasarruf tedbirlerine hayır, öncelikle çalışma’ sloganı ile yapılan mitingde, Avrupa Birliği ülkelerinde, tasarruf önlemeleri adı altında hükümetlerin sosyal haklara karşı başlattığı saldırılar protesto edildi.
Brüksel’de yapılan ve tüm ülkelerden gelen sendikaların katıldığı merkezi eylemin yanı sıra, Helsinki’den Lizbon’a, Dublin’den Bükreş’e kadar pek çok şehirde de çeşitli eylemlilikler yapıldı. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yükselen protestolar, krizin sonuçlarını çalışanların üstüne yıkmak isteyen hükümetlerin tasarruf önlemlerine yöneldi.
Sendikalar bu tedbirlerin yeniden bir krize neden olabileceğini, Avrupa Birliği para birimi olan Euro’nun artan işsizlikle birlikte değer kaybedeceğini belirtiyorlar. Avrupa sendikaları birlikte, aşağıdaki önlemlerin alınmasını talep ettiler:
– Bankaların da içinde yer aldığı mali işlemlerden alınacak ek vergilerle, kamu sektörünün yapması gereken yatırımların karşılanması.
– Avrupa çapında bir endüstri politikası geliştirilmesi, vergi politikalarının şeffaf hale getirilmesi, üretimin çevreye zarar vermeyecek şekilde yapılmasının sağlanması.
Buna karşın Avrupa Birliği yönetimi, serbest pazar ekonomisi kurallarını, sosyal haklardan daha öncelikli görmeye devam etmekte.
Nereye?
Uzun bir süre sessiz kalan sınıfın sesini yükseltmesinin ardından sendikalar alelacele bu harekete sahip çıkmaya kalktılar. (Bizdeki Tekel direnişine sahip çıkma gibi.) Brüksel mitingi bunun uç noktası oldu. Ancak sendikaların yukarda belirtilen tavır ve davranışları, sınıfı bir adım ileri götürmek yerine direniş kıvılcımının üstüne atılan kum oldu, korlaşma önlendi.
Burada bir kez daha belirtmekte yarar var, sınıfın direnişinin yaygınlaşmasını engelleyen tek nedenin sendikaların düzen içi tutumları olduğu iddia edilemez. En temelli neden, sınıfın iktidar perspektifinin olmayışıdır. Ancak gırtlağına dayanan bıçağa karşı sınıf kendini korumak için bir silkelenmiştir. Üstelik sendikalar kendi sığınaklarına çekilip fırtınanın dinmesini beklediği bir sırada yaşanıyor bu silkelenme.
Düzen içi sendikalardan daha fazlasını beklemek hayal olur demek de işin kolaycılığı olur. Sorun tam da bu kendiliğinden sıçrama momentlerinin yaratacağı olanakları görmek ve bunları düzene karşı harekete geçirmektir. Sınıfın bir anda kopardığı fırtına sonrası bunları görmek, söylemek kolay, hatta ucuzdur da. Ama bir tek bu perspektife sahip olmamız gerektiğinin hatırlatılması da bence bir zorunluluk.
Bu fırtınadan en azından bir şey öğrenmiş olalım, kapitalizm hiçte gözümüzde büyüttüğümüz kadar güçlü değil. Sınıf 11 gün boyunca düzenin bekçilerini epeyi bir hırpaladı. Fransa’da genel grevin 11 değil, 22 gün sürdüğünü düşünün bir.
Bunun için ilk hedef, iktidar perspektifine sahip olmaksa, ikinci hedef de, düzeni değiştirmek için sınıfın kendiliğinden silkinmelerini beklemek yerine, o ortamı hazırlamaya yönelik çalışma yapmak olmalıdır.