ABD Terbiye Ediyor
Haluk GERGER
8 Temmuz 2008
Uzun zamandır çeşitli forumlarda yazıp söylediğim şuydu:
1. Türkiye’de, düzenin bunalımı koşullarında, egemen yapı içindeki klikler arasında yıkıcı bir “bütüncül iktidar” mücadelesi yaşanmaktadır. Bu mücadelenin bir tarafında CHP’siyle, Kızıl Elma’sıyla, MHP’siyle, Genelkurmay etrafında kümelenmiş Kemalistler, ulusalcılar-milliyetçiler bulunuyor. Karşılarında da, AKP’den vahşi kapitalizmin irili ufaklı sermaye güçlerine, IMF liberallerinden piyasacı bürokratlara, gericiliğe, yaygın tüccar-esnaf kuşağına uzanan “Hükümet çevresi” var.
2. “Bütüncül iktidar” ihtiyacı ve arayışı, tabiri caizse, mücadelenin “ikili iktidar” koşullarında, iktidar alan ve kurumlarının taraflar arasında paylaşıldığı, kendi denetimleri altında tutulduğu bir ortamda yapılıyor olmasından kaynaklanmakta.
3. Bu durumda seçimlerin de kıymeti yoktu taraflar bakımından çünkü “bütüncül iktidar”ı sağlamaya yetmiyordu “halkoyu”. Seçimden zaferle çıksa da, AKP odaklı ittifakın, Çankaya’yı bir mevzi olarak ele geçirmesine karşın, başta Genelkurmay, kimi kurumlarda denetim kurması mümkün görünmüyordu. Genelkurmay odaklı tarafınsa, zaten seçimlerden bir beklentisi yoktu. Dolayısıyla, genel seçim, krizi çözmeye değil, aksine, bunalımı derinleştirmeye yarayacaktı.
4. Bu durumda, “Şeytan üçgeni”nin üçüncü ayağını oluşturan ABD emperyalizmi özel önem kazanmaktaydı. “Bonapartist” güç oydu ve iktidar kavgasındaki ana aktördü. Bir başka ifadeyle, “iktidar mührü” Beyaz Saray’daydı.
5. Dolayısıyla, özünde, iktidar mücadelesi, ABD’den icazet alma ve bunun için de ona hizmet sunma yarışıydı yerli taraflar bakımından.
6. ABD içindeyse, her iki tarafı da destekleyen damarlar vardı ve ibre AKP-liberal eksenden yana görünmekteydi. Bu ağırlıklı damarın, esas olarak Kürt Sorunu’ndaki çelişkiler nedeniyle, yoldan çıkma/yıpranma eğilimi gösteren, başıbozuk unsurlarca karıştırılan Kemalist müttefiklerine ve onun temel kurumuna yönelik bir rayına oturtma, yeniden 1947-2000’li yılların itirazsız, gönüllü, tam güvenilir tetikçiliğine çekme operasyonu düzenlenmesi beklenmeliydi. Öteki tarafın daha evcilleştirilmesi gereği de ABD’de sıklıkla dile getirilmekteydi.
7. Sonuç olarak, ABD bir biçimde “iktidar icazeti”ni birilerine verecek ama bunu asıl iktidarı elinde tutarak, bütün tarafları terbiye ederek yapacaktı…
İşte şimdi ABD terbiye ediyor…
Kemalist-şovenist-militarist odağın nasıl terbiye edildiğini görüyoruz; eski günlerin tam bağımlılık-tetikçilik günlerine çekme ameliyesi “Ergenekon Operasyonu” ile gerçekleşiyor. Ayıklanan ayıklanıyor, yıpranan, yoldan çıkan, fazla deşifre olan eskiler hurdaya çıkarılıyor, kimileri cezalandırılıyor, Soğuk Savaş Güvenlik Aygıtı yeniden örgütleniyor; küreselleşmeye, “Terörle Savaş”a, neo-liberalizme ve AKP türünden bir iktidara yapısal olarak uyarlanıyor. Bu süreç, henüz bitmiş değil elbette. Emeklilerin düzenlenmesi, muvazzaflara ilişkin işlemlerle tamamlanacak herhalde.
Kapatma davasıyla, AKP de terbiye ediliyor. Bağımlılık, tam bir sığıntılığa dönüştürülerek, göreli bir zavallı özerklik bile bir yana, tam çaresizleştirmeyle, çoktan göçertilmiş omurgası kırılarak, bütün çıkıntıları tıraşlanıp törpülenerek tam teslim alınarak yapılıyor bu. Erdoğanlı ya da onsuz, yeni bir saf Küreselleşmeci Ortadoğu tetikçisi iktidara oynuyor emperyalizm. “Terbiyeli edilmiş maymun” operasyonudur bu cenahta yapılan. Hiç hava kaçırmayacak, hiç çıkıntılık yapmayacak, pazarlıksız bir emir komuta zinciri kotarılacaktır “steril liberaller”le sonunda.
İlginçtir, kendi çıkar ve ihtiyaçları için terbiye etmeyi emperyalizm taraflara yaptırtıyor.
Her iki taraf için nihai terbiye aracı ve konumu artık bellidir. Birinciler için, darbe, emperyalist tetikçiliğin günümüzdeki son aşaması olacaktır. Gerici-liberal koalisyon içinse, kapatma davası ve “başarılı” Ergenekon hamlesi sonundaki yeni iktidarı, en saf haliyle sömürge teslimiyetçiliği ve işbirlikçiliğinin doruğu olacaktır. Sonucu şimdiden kestirmek zordur ama bilinen o ki, sonunda kazanan, TÜSİAD ile ABD’siyle AB’siyle emperyalizm olacaktır. Burjuvazinin siyasi krizleri de bir bakıma sermayenin devrevi krizlerine benzer. Dışarıdan müdahale olmaz da kendi haline bırakılırsa, krizler, daha büyük krizlere gebe, yeni bir iç denge kurulmasıyla çözülürler. Ardından da, yeniden tesis edilmiş dengede, emeğe ve halklara ortak saldırıda buluşur taraflar…
Bu arada, gözden kaçırmamak gerekir ki, toplum da terbiye ediliyor. Emperyalizmin bu son çürüme aşaması Küreselleşme ve onun terörist Yeni Dünya Düzeni belirli bir global inşaya çoktandır yönelmiş durumda. Burada, sosyalizme karşı güvenlik kültüyle tahkim edilmiş kapalı sınırlar ve yerel kapitalizmin işbirlikçilerince denetim altında tutulup beynelmilel sermayeye peşkeş çekilen piyasalar değil, delik deşik edilip “açık kapı emperyalizmi”yle sermaye dolaşımının emrine verilmiş Pazar-devletler var. Bu dünyada iki kutuplu yapıda “rehin alınmış” kapatma toplumlar yerine sermayenin yeni tüketim kalıplarından uyarlanmış “kabak gibi açılmış-saçılmış moda-müşteriler”in oluşturduğu amorf toplumlar yeğleniyor. İnsanların tercihlerini sadece alışverişle ortaya koydukları, bencil vurgunlarında özgürlük bulduklarına inandığı ve ahmaklaştırılıp modern sürüye indirgendiği bir dünyadır bu. Emperyalist müdahale ise, kaçınılmaz gereklilik ortaya çıkmaktadır bu inşa sürecinde. Kozmopolitizm tam da bu zamanlara uygun modernizmdir. Toplumlar, bütün katmanlarıyla “modernize” yani terbiye ediliyorlar. Büyük bölümü açlıkla, bir kısmı tüketim çılgınlığıyla, çoğunluk ideolojik zehirlenmeyle, milliyetçilikle, gericilikle, hurafelerle, mezhepçilikle, liberalizmle, hatta sapkın solculukla…
Evet, en önemlisi, terbiye ameliyesinde hedef alınanlar arasında sosyalist Sol ve Kürtler de var. Egemen klikler gibi onlar da birbirlerini terbiye etmeye kışkırtılarak, birbirlerine düşürülerek, birbirlerinden kopartılarak yem yapılıyorlar. Yerel ve uluslararası düzene entegre olmaya yönelmiş Kürt odaklarıyla Marks’tan Lenin’den alıntılarla milliyetçilik tuzağına mayınlı yollar döşeyen “komünistler”e kadar bu senaryoda yer alanlar ortada.
“Kırk katır mı, kırk satır mı” terbiyesinin kısır döngüsünde bitirilmeye direnenler yok mu? Kuyrukçuluk ya da sekterliğin tecridinde çürümeye karşı duranlar?
“Var” demek yetmiyor elbette. Sözle değil, boş iddia ile değil, işle, güçle, örgütle, Sınıfla ve halklarla seçenek oluşturan somut girişimler, strateji ve taktikler gerek bugün. Açıktır ki, bağımsız sınıf tavrını, platformunu, yapılanmasını, büyük demokratik ittifakın öncüsü olacak biçimde, hazırlamaya girişmek günün yakıcı ihtiyaç ve sorumluluğunu oluşturuyor. Görev, en başta, örgütlü işçi sınıfı sosyalistlerine düşüyor…
Mavi Defter’de yayımlanan “Kriz ve Sosyalistler” başlıklı yazımda da vurguladığım gibi, “devrimcilerin iş ve güç birliğinin kurumsallaştırılması, yapılandırılması temel sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Her kentte, her semtte, her mahallede, fabrikalarda, işyerlerinde, okullarda, bu iş ve güçbirliğinin eşgüdüm konseylerinin kurulması, işlerlik kazanması; giderek, bu yapılanmanın üst çatısının, bir tür konfederatif toplumsal muhalefet eşgüdüm şemsiyesinin inşası; yerel-alt yapılanmaların temsilcilerinden oluşan genel kurulunun oluşturulması; eylem planlama-koordinasyon komitelerinin kurulması, ya da benzer modeller üzerinde durulması, acil görev olarak karşısındadır devrimci sosyalistlerin…”