29 KASIM’DA ANKARA’DA OLMAK NEDEN ÖNEMLİ?
23 Kasım 2008
Kriz, tüm ağırlığı ile toplumun üzerine abanmaya başladı. “Hamdolsun iyiyiz” diyenler IMF kapısını aşındırmaya başladılar. İşleri iyi giderken, büyümenin nimetlerini kimseyle paylaşmamak noktasında büyük ısrar gösteren patronlar, krizin ucu görünür görünmez faturayı emekçilere kesmekte tereddüt göstermediler. Küçülerek krizin etkilerini en aza indirmek istiyorlar. Oysa bu süreçte tek küçülen bizlerin gelecek umutları, sofralarımız, çocuklarımızın şen kahkahaları olacak gibi gözüküyor. Hükümet seçimler dolayısıyla “popülizm” yapar, oy almak için halka kamu kaynaklarından kısmı bir aktarım yapabilir diye günlerdir yürütülen sağlı sollu beyin yıkama ve ikna girişimlerini gözlemledikçe geleceğimizi karartmak için bir araya gelen geniş yıkım koalisyonunu çok net görebiliyoruz. İşsiz kalan yüz binlerce insan kuru bir istatistik bu beyler için. Ama bankaları, şirketleri krizden korumak için milyarlar akıtılabilir hiç tereddütsüz.
Polislerin atış talimlerinde hayatını kaybedenlerin sayısındaki bu artışın tesadüf olmasını düşünmemizi gerektirecek hiçbir şey yok. Hele de tüm işkenceci polis, katil devlet görevlisi davalarından gelen beraat haberlerini de tabloya eklersek devletin krize karşı doğabilecek tepkileri nasıl göğüsleme hazırlığı içinde olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Geçen 1 Mayıs’ta yapılan Taksim savunması devlet açısından kriz sürecinde ortaya çıkabilecek kitlesel tepkilere karşı geliştirilecek tutumun provası idi. Sokak infazları ise mücadelenin potansiyel öncüleri için hazırlanan senaryonun ön görünümü olarak değerlendirilebilir. Kriz ve faşizm arasında tarihsiz, doğrudan bağlar kurmak kolaycılık olarak değerlendirilebilir belki ama bir dalgakıran yaratamadığımız noktada toplumun nereye evirilebileceği de bu yaşananlardan kestirilebilir.
Savunma Bakanı’nın ulus devlet olmanın faziletleri ve mübadele/göçertilme/tehcir/katliam övgüsünü bir bunağın dil sürçmesi olarak okumamak olanağına sahibiz. Kürt Sorununun geldiği noktada birilerinin kafasında Güney/Kuzey arasında bir Türkmen/Kürt değiş tokuşunun canlı bir seçenek olarak tutulmaya çalışıldığının utangaç bir ifadesi olamaz mı bu söylenenler? Devasa bir Kürt meselesinin içinde bulunduğu düğüm olma halini belediye seçimlerinin ön muharebeleri olarak okumamızı isteyenler, çözülemeyen/çözüm rotasına sokulmayan/rahatlatılmayan/eski tarzda yaklaşılmaya devam edilen bir Kürt Sorunu’nun, insanlarımıza yaşatabileceği trajedinin boyutları karşısında yürekleri titremiyor mu acaba? Oysa bu insanlar, bunca yıllık acılar sonrasında biraz özgürlüğü, biraz insanca yaşamayı belki de hepimizden çok hak etmiyorlar mı?
Şimdi bu tabloya çok önemli bir müdahale aracına sahibiz. Halkımızın zamlara karşı öfkesini örgütleyebilmenin, bu tabloya müdahale edebilmenin anahtarı olduğunu hiç tereddütsüz kavramamız gerekiyor. Çok yakınında konumlandığımız işçi havzaları kıpır kıpır. Her doğan gün, onlarca Key Tekstil patlamasına gebe. İşten atılan on binlerce işçinin her biri sokaklara akabilecek öfke selinin potansiyel damlaları.
Bu aralar yerellerimizde de büyük bir hareketlilik söz konusu. Onlarca platform oluşumu yaşanıyor. Solcular hem birbirlerini hiç sevmiyor ama zorda kalınca da birbirinin yanına koşmaktan, bir araya gelme arayışını geliştirmekten geri kalmıyorlar. Her akşam bir yerlerde bir takım yürüyüşler, eylemler oluyor. Fakat bunların lokal etkileri yerelin sınırlarını aşamıyor. Oysa bir yandan bu yerel eylemleri, birlikleri örgütlerken bir yandan da hızlıca merkezi ırmaklar oluşturabilmemiz lazım. Ancak bu şekilde krizin olumsuz sonuçlarına yanıt olacak dalgakıranı inşa edebiliriz. En iyi yerel eylem bile, daha büyük birlikteliklerin, bir araya gelişlerin ön basamağı olamadıkça sessizlik havuzunda yankılanmaya mahkûmdur.
İşte 29 Kasım Ankara Eylemi bu merkezi, büyük, tüm topluma hitap eden platformumuzu inşa etmemizde ilk adım olabilir. KESK, önemli bir misyon yüklenerek biraz da yalnız bir şekilde kendini öne attı. Bayrağı açanın onlar olması bir şey ifade etmiyor. Önemli olan, böylesi bir ortak, büyük sese hepimizin ihtiyaç duyması. Bu zemini büyütmek için yapacağımız her şey bizi güçlendirecektir.
Kriz günleri hepimizden ekstra enerjiler, ekstra yoğunlaşmalar gerektiriyor. Politik gelişmeleri en üst seviyede takip edebilmek, sürekli teyakkuz halinde olabilmek gerekiyor. Sürecin kurbanı olmak istemiyorsak şu anki tempomuzu üçe, beşe katlamak durumundayız. Dostlarımızla omuz omuza, halkın “krize karşı direniş bayrağı”nı yukarılara çıkarmak için atacağımız her adım örgütlenme, yeni kitle bağları, yeni ilişkiler, sempatizanların hızla kadrolaşması olarak geri dönecek.
O zaman bir saniye zaman kaybına ve konsantrasyon dağınıklığına bile tahammül etmeden öncelikle 29 Kasım’da Ankara’ya daha güçlü gidebilmek için kolları sıvayalım. Alevi dostlarımızın mitingi nasıl sürece damga vuran bir müdahaleye dönüştüyse, geniş yığınların özgürlük taleplerinin sözcüsü haline geldiyse, bizler de emekçilerin adalet taleplerinin güçlü bir temsilini gerçekleştirmenin yolunu bulabilecek birikime ve heyecana sahibiz, sahip olmalıyız.- özellikle heyecan kısmına!-
SODAP
Sosyalist Dayanışma Platformu