Uzlaşma Söylentileri ve Gerçekler
Mehmet YILMAZER
5 Ağustos 2008
“Operasyonun” ilk perdesi kapandı. Siyasal İslam, AK Parti üzerinden ağır bir “uyarı” aldı. “Ulusalcılar” da Ergenekon davası üzerinden büyük bir yıpranma içine girdiler. AK Parti kapatılmaktan kurtuldu, Ergenekon davası ise “ordu ve MİT”le ilişkisi olmadığı tespitiyle devletin dışında tutularak “derin” köklerinin deşifre edilmesi bir başka bahara kaldı. Bunlar “uzlaşma”nın çok açık kanıtlarıdır. Ancak bu kadar! Sözü edilen uzlaşmada “derinlik” yoktur. Sorunlar olduğu gibi duruyor. Elbette “bütün bu oyun boşuna mı oynandı?” sorusu akıllara geliyor. Şüphesiz boşuna değil. Anayasa Mahkemesi kararıyla AK Partinin siyasal islamı besleyen derin kökleri kısmen budanarak liberalizm yönünde daha fazla derinleşmesi zorunlu istikamet haline getirildi. Ulusalcı çizgi için de benzer bir yönlendirme geçerlidir. Açılan dava ile bu çizginin AB’ne ve ABD politikalarına “ulusal çıkarlar” adına sözde karşı çıkışları ikibin beşyüz sayfalık iddianame ile siyaset zemininden çete-mafya ilişkileri zeminine taşınarak anlamsızlaştırıldı. Küreselleşme çağında liberalizm tanrısına tapmayanlar lanetlenir. Ulusalcı çizginin de gerisi tahkim edildi, liberalizm sularına açılması için zorlanıyor.
İlk perde kapandığına göre doğal olarak “gerçek gündeme” dönme bekleyişleri öne çıkıyor. Ancak gerçek gündem nedir? İçine girilen ekonomik kriz mi? Hala çözümlenmeyen “Kürt sorunu” mu? Hatta bazı aydınların gördüğü bir düş: “demokratik bir anayasa” konusu mu gündemleşecektir? Ya da ABD’nin dayatmalarıyla sorun haline gelmekte olan “İran’la ilişkiler mi? AK Parti hükümeti yukarıdaki gündemlerden hangisine el atsa, gerilim kaldığı yerden yükselmeye devam edecektir. Veya bütün bunların önüne epeydir sallanan AB sürecinin hızlandırılması mı geçirilecektir? Anayasa mahkemesinin kararı açıklandıktan sonra AB ve ABD ağız birliği etmişçesine “AB sürecinin hızlandırılmasından” söz ettiler. Abdullah Gül de aynı konuya vurgu yaptı. Belki de “operasyonun” tek önemli politik sonucu budur, AK Parti iktidarı bu gerilimli süreci en az zayiatla AB sürecini hızlandırarak atlatabilir. Ancak bu konudaki handikaplar olduğu gibi duruyor. Sonuç olarak, AK Partisi hangi yoldan yürüse kapatma davası öncesi geldiği yol ağzına çıkmaktadır. Mesele, AK Partinin bu sorunlara uyarıyı aldıktan sonra nasıl yaklaşacağındadır. Kapatma davasından sonra iç politikadaki “laiklik-irtica” gerilimi belli bir ölçüde yumuşayabilir. Zaten bu konu gerçek gerilimin su yüzündeki köpükleriydi. Esas konu, Türkiye’nin bölgedeki rolü, yani ABD ile ilişkileri çözümlenmemiş bir sorun olarak durmaktadır.
Bu konuda Türkiye ile ABD arasındaki konum farklarını bir kez daha vurgulamakta yarar vardır. Ali Babacan’ın 15 Temmuz’da Ankara’da yapılan “Büyük Elçiler Konferansı’nda yaptığı konuşma bazı ipuçları vermektedir. Ali Babacan’ın konuşmasında yaptığı bazı tespitler şunlardır:
“Dünyanın ekonomik ağırlık merkezinin giderek Batı yarı küreden Doğu yarım küresine doğru hareket etmekte olduğunu izliyoruz.”
“21.yüzyılda dünyanın gidişatı kimilerine göre “çok kutuplu” kimilerine göre de “kutupsuz” bir sisteme geçiş yönündedir.”
“BRİC ülkeleriyle (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ilişkimizi güçlendirmek istiyoruz.”“Rusya en büyük ticaret ortağımız haline geldi.”
“Asya kıtasının en etkili bölgesel kuruluşu haline gelmekte olan Şanghay İşbirliği Örgütü ile de daha yakın bir çalışma ilişkisi içine girmek istiyoruz.”
Bunlar AB ve ABD’nin canını sıkacak tespitlerdir. Ancak öte yandan günümüz dünyasının gerçekleridir. Dünyadaki güçler dengesi Washington’un tasarladığı gibi “tek kutuplu dünya” yönünde gelişmiyor. Fakat ABD, 2001’de başlattığı süreci bütün gücüyle sürdürmeye çalışıyor. Kendi içinde de bu konuda stratejik tartışmalar yoğunlaşmaktadır. Türkiye’de olanları dünya güçler dengesindeki sıkışmalardan ayrı düşünmek mümkün değildir.
Evet, iç politik güç dengelerinde fazla derinliği olmayan bir uzlaşma oldu, ancak bunun dünya ve bölge güç dengeleri açısından karşılığı henüz büyük ölçüde açık uçlu olarak kalmıştır. Türk devleti, dünya güç dengelerini “tek kutuplu” yani ABD yönünden okumaz da, “çok kutuplu dünya” yönünden okumaya kalkıp kendi manevra alanını büyütmeye çalışırsa “operasyon” devam edecektir. Ancak bu operasyonun sonucunu ABD dâhil kimse bugünden tahmin edemez.