“Ustalık Dönemi”ne Devam: “İktidar-Cemaat Çatışması”
Mehmet YILMAZER
7 Mart 2012
AKP’nin “ustalık dönemi” Uludere katliamı ile başlamıştı; MİT üzerinden “iktidar-cemaat çatışması”yla devam ediyor. Belli ki “ustalık dönemi” AKP’nin iktidar yıllarının en sancılısı olacaktır. Bu bir bakıma kaçınılmazdır. Çünkü AKP iktidarı en önemli üç sorunu kendi elleriyle sürekli olarak büyütüyor. Bunlar bilindiği gibi: Kürt sorunu; Bölge stratejisi ve Ekonomi’dir. AKP iktidarının ilk iki dönemi “askeri vesayete karşı savaş”la geçti. Yine bu dönemlerde Kürt sorunu en düşük gerilimi taşıyor, bölgede “sıfır sorun” stratejisi ile Türkiye “yıldızlaşıyor”; ekonomide ise AKP “mucizeler” yaratıyordu. Bu “güzel günlerin” hepsi bitmiştir.
Kürt sorununda çok sallantılı ve propagandaya dayalı süreçlerden sonra AKP, kendi gerçek özünü ortaya koymuş, ufkunun çok sınırlı olduğunu kanıtlamıştır. Ayrıca kendisi güçlendikçe Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye stratejisini pervasız bir şekilde uygulamaya başlamıştır. 6300 KCK’li tutukludur. Ülke her sabah yeni operasyonlara uyanıyor. Fakat AKP, 90’lı yıllarda 17 bin “faili meçhul” cinayet ile tasfiye edilemeyen Kürt Özgürlük Hareketi’nin son operasyonlarla hiçbir şekilde tasfiye edilemeyeceğini yaşayarak görecektir. Ancak bunun büyük bir siyasal bedeli olacaktır. Uygulamalarıyla AKP iktidarı bu bedeli ödeme sürecinin gerilimine her geçen gün daha fazla giriyor.
Bölge stratejisi sıfır sorundan tehlikeli oyunlara doğru değişmiştir. Bunun bölgedeki gelişmelerden dolayı AKP’nin iradesine rağmen olduğu düşünülebilir. Olaylara böyle bakmak hem bölgede olanları hem de AKP iktidarının amaçlarını kavramamak olur. Sıfır sorunla bölgede etkin bir güç olmayı planlayan AKP, bu olmayınca ABD’nin ekseninde “müdahale gücü” olarak aynı hedefe varmayı amaçlıyor. Bunun sonucu olarak dün dost olarak ilan edilen Suriye ve İran bugün düşman saflarda görülüyor. Elbette bu kayma hiç de kolay yaşanmıyor. İç politikaya her gün artan gerilimlerle yansımaya başlamıştır.
Son olarak, ekonomi mucize günlerini geride bırakarak kırılgan bir döneme girmiştir. Cari açık hızla artmaya devam ediyor. Rekabet gücü kazanamayan ekonomi hala sıcak para ile dönüyor. Geçenlerde dolar spekülasyonunun yükseldiği günlerde, Merkez Bankası Başkanı “biz bu doları yeneceğiz” açıklaması yaparak ekonominin nereye gittiğini en açık şekilde vurgulamış oldu. Dolar ancak faiz oranları yükseltilerek “yenilebilir” ve Merkez Bankası da bunu yapıyor. Böylece Türkiye’deki sermaye birikimi faizle artan oranda dışarı akıyor. Bu arada bir detay daha ortaya çıktı: Son yıllarda Türkiye’ye en çok yatırım yapan sermaye İran kaynaklıymış. Şirket sayısı olarak Almanya’dan sonra ikinciliğe yükselmişler. İran’da gerilim arttıkça sermaye Türkiye’ye geliyor. Fakat bu durum İran’la ilişkileri daha karmaşık hale getiriyor.
Böyle bir ortamda iktidar-cemaat çatışması patlak verdi. Aslında bunun işaretleri epeydir birikiyordu. En belirgin olarak kendini Mavi Marmara olayında ortaya koymuştu. Son olarak, Oslo görüşmelerinin basına sızdırılması da bir şeylerin habercisiydi. Olayın iki yönü vardır. Bu çatışmanın siyasal zemini olmalıdır. Teolojik, ruhani konularda bir tartışma ve ayrışma olmadığına göre, tamamen dünyasal konularda bir farklılaşma vardır. Öte yandan böyle bir çatışmanın devlet-iktidar sorunu açısından bir anlamı olmalıdır.
İktidar ve cemaatin bazı siyasal konularda farklılaştığı açıktır. Bunlar yukarıda sıraladığımız üç alana da yayılmış durumdadır. Kürt sorunu, bölge stratejisi ve ekonomidir. Bu konularda detaylara girmek yanıltıcı olabilir. En genel hatlarıyla Cemaat stratejik olarak Washington’un takipçisidir. Bu tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. İdeolojik duruşu ve konumlanışı bunu zorunlu kılıyor. Ayrıca F.Gülen bunu defalarca açıklamıştır da! Ancak “tezkere kazası”ndan beri AKP iktidarının Washington’la ilişkileri git gelli olmuştur. Kürt sorununda iktidar hiçbir zaman Washington’dan istediğini alamamıştır. Bölge stratejisi konusunda “Arap Baharı”na kadar ABD ile sürekli bir açı farkı olagelmiştir. Şimdi açı kapanıyor gibi gözükse de, cemaatin İran ve Suriye konusundaki saldırgan tavrına karşılık iktidar, özellikle Libya dersinden sonra, bataklığın kenarında daha temkinli dolaşmayı tercih ediyor. Ekonomi konusunun detaylarını gerçekten bilmiyoruz. Pastadan pay alırken çatışma olmaması imkânsızdır. Fakat hepsine büyük açıdan baktığımızda farklılıklar uzlaşmaz değildir. Her biri kendi içinde önemli gerilimler taşısa da, mevcut koşullarda “iktidar-cemaat ittifakını” parçalayacak boyutlara çıkması olasılığı zayıftır.
Bu nedenle çatışmanın devlet-iktidar yönüne bakmak gerekiyor. AKP, derin devleti, yani devlet içinde devleti, ABD ve cemaatin yardımıyla kısmen tasfiye etti. Fakat bunda son otuz yılda yaşananların, yani Kürt savaşının devlette yarattığı bozulma ve çürümenin rolü de hiçbir zaman unutulmamalıdır. Derin devletin kısmen tasfiyesinden sonra ortaya devlet ve iktidar sorunu açısından yeni bir tablo çıkmıştır. AKP, iktidar gücünü doğal olarak tekleştirmeye çalışırken, yaptığı “ittifakın” doğası gereği ortaya başka bir ikili devlet yapısı çıkmıştır. Birisi, açık. Bir siyasal partinin iktidarı ile yürütülüyor. Diğeri gizli. Bir cemaatin bilinmeyen hiyerarşik yapısına göre şekilleniyor. Bu tarz iktidar paylaşımının fazla yürüme şansı iktidarın doğası gereği zaten yoktur. Askeri vesayetten kurtulma savaşı sırasında sorun olmayan gizli iktidar paylaşımı, bu savaş bittikten sonra aynı tarzda yürüyemezdi. Cemaat, devletin önemli kurumlarında örgütlenme ve iradeye sahip olduğunu düşünüp, kendi bilgi ve inisiyatifi dışında gelişen MİT’e hem el atmak, hem de haddini bildirmek için hamle yaptı. Ancak cemaat, devlet ve iktidarın doğasını, kendi iradesiyle aşabileceğini düşünerek önemli bir hata yaptı. Burjuva devletin teori ve pratiğini, istediği denli örgütlü olsun, Gülen cemaatinin değiştirebileceğini hayal etmesi onun büyük hatasıdır. Bu hatada ısrarcı olursa tasfiye gerçekliğiyle yüz yüze gelebilir.
Burjuva devletinin yarattığı derin devletin bir tarihi doğuş momenti ve bir de sınıfsal gerekçesi vardır. Özetle ikinci dünya savaşı sonrası “komünizm tehdidine” karşı, burjuva normlarla baş edilemeyen yükselen halk hareketlerini ezmek için yaratılmıştır. Burjuva egemenlik sistemi içinde, onun devamını sağlamak için yaratılan bir yapıdır. 90’lı yıllar sonrası kısmen işlevini yitirmiştir. Türkiye’deki derin devlet zirve noktasına, sınıflar mücadelesinin ve Kürt Özgürlük Mücadelesinin yükseldiği bir tarihsel dönemde (1970-2000) tırmanmıştır. Kürt Özgürlük Hareketinin uzun soluklu gücü onu bozulma ve çürümeye sürüklemiştir. Burjuva egemenlik sistemi için bile mevcut haliyle taşınamaz hale gelmiştir. Fakat şu gerçeklik unutulmamalıdır. Sınıflar ve halklar mücadelesi gerçekliği var olduğu sürece, bu mücadelenin şiddetine göre burjuva egemenlik sistemi koşullara uygun yeni derin devlet örgütlenmelerine gerek duyacaktır.
İktidar-cemaat çatışmasında “derin” tarafta duran cemaat böyle yeni bir derin devlet rolüne mi sahiptir? Kesinlikle hayır. Ortada Cumhuriyet tarihinin kendine özgü hata ve çürümelerinin yarattığı bir ucube vardır. Bu yapı, burjuva egemenlik sisteminin iktidar yapısına uygun bir devlet- derin devlet ilişkisine denk düşmüyor. Tam tersine burjuva egemenlik sisteminin iktidar yapısını deforme eden gelgeç bir ikili yapı vardır. Sonuç olarak, son otuz yıldır yaşanan iktidar yozlaşmasından bir başkasına geçiş yaşanıyor. Fakat bu iktidar yozlaşmasının ömrü öncekinden çok daha kısa olmaya mahkûmdur.
Bu gerçekliklerden hareketle sorulması gereken soru, iktidar-cemaat çatışmasının nasıl sonuçlanacağı değildir. Bu çatışmadan bir siyasal kriz beklemek fazlaca abartılı olur. Ancak yaşananlardan hareketle büyük resme bakıldığında sorulması gereken soru şudur: Özellikle son otuz yıldır çürüyen ve bozulan burjuva egemenlik sisteminden, burjuva egemenlik normlarına daha uygun bir yenisine geçilebilecek midir? Son MİT kriziyle ortaya çıkan yeni yapıya baktığımızda bunun kesinlikle mümkün olmadığı görülebilir. Çürüyen bir egemenlik tarzından deforme olmuş bir başkasına geçiliyor. Bu süreçten modern bir anayasa beklemek, Kürt sorunu için çözüm ummak tam bir hayaldir. Bu gerçeklikten hareketle, AKP’nin “ustalık dönemi” böyle giderse onun çürüme dönemi olacaktır.
Yaşananlar siyasetin, cemaat tarzıyla nasıl yozlaştırıldığının örneklerini ortaya koyuyor. Açık bir siyasal ittifak, siyasal iktidarı da gücü oranında paylaşabilir. AKP-Cemaat ilişkisinde olduğu gibi gizli ittifakla devlet kurumlarının paylaşımı sonuçta iktidar ve irade çatallanmasına kadar gider. Birlikte yürütülen askeri vesayet savaşı bittikten sonra, sıra kaçınılmaz bir şekilde iktidar iradesinin paylaşımına gelmiştir. Bu savaşın nasıl geçeceğini kestirmek zor değildir. AKP, davul kendi boynunda asılıyken tokmağı kimseye teslim edemez. Ancak şu sorunun cevabı henüz açıktır. 12 Eylülle kurulan egemenlik tarzı tasfiye edilmek istendiğine göre, bu çatışmadan nasıl bir burjuva egemenlik tarzı ortaya çıkacaktır? Cevabı çok yakın gelecek verecektir.
Geleceğe fal açmanın bir yararı olmadığına göre, burjuva egemenlik tarzlarının tarihsel olarak nasıl şekillendiği konusunda bir hatırlatma yapalım. Burjuva egemenlik tarzının kurum ve organlarının şekillenmesine sadece burjuvazi sınıf olarak kendisi karar vermemiştir. Gönlünden böyle geçse de, sınıf gerçekliği, işçi sınıfı ve halkların mücadelesi bunu engellemiş, burjuva egemenlik kurumları aynı zamanda işçi sınıfının zoruyla da şekillenmiştir. Günümüz Türkiye’sinde burjuvazinin egemenlik tarzını yeniden tanımlamaya çalıştığı koşullarda, sahneye işçi sınıfı ve halklar çıkmazsa, bu egemenlik tarzı günümüzde yaşanan AKP -Cemaat ilişkisinin rengini taşıyacaktır. Bu ise tarihsel olarak yeni bir mücadele döneminin açılışı anlamına gelecektir. İşçi sınıfı ve halkların sahnede yerlerini aldığı yeni bir dönem!