Türkiye: Yeni Bir Ekonomik Krize Doğru Mu?
Selim KIRALİ
23 Mayıs 2008
Kimsenin yadsıyamadığı bir gerçek yada artık çuvala sığmayan bir mızrağımız var. Türkiye yeni bir ekonomik krizin eşiğinde. Hangi gazeteyi açsak, birileri yaklaşan bir ekonomik krizden söz ediyor. Durum gerçekten öyle mi?
Kimi -en dipteki- insanlarımız, “krizden çıkmışmıydık ki zaten?” diye bir soru da sorabilirler. Haklıdırlar. Kriz Türkiye’de yapısal; kendi dinamikleriyle gelişememiş bir kapitalizmden kaynaklandığı için krizsiz bir Türkiye’den çok; “sığ krizli” yada “derin krizli” Türkiyelerden bahsetmek aslında daha yerinde olur.
Türkiye kapitalizmi tekelcileşip, devletçilik denetiminden kurtularak “rüştünü ispatladığı” 1940’lı yılların ortalarından beri ekonomik krizler, salıncak gibi gelir, gider, gene gelir. Bu gel gitler elbette siyasi çalkantılarıyla birlikte yaşanır. Değişmeyen tek şey vardır: krizin sebebi ne kadar finans kapital düzeni olmuşsa, bedeli de o kadar emekçi yığınlara ödetilmiştir. Bu da kimi zaman 12 Mart ve 12 Eylül açık faşist diktatörlüklerinde olduğu gibi amansız bir baskı düzeniyle mümkün olabilmiştir. Eğer yeni bir kriz geliyorsa düzen bunun yükünü de her zaman olduğu gibi yine çalışan yığınlara yüklemek isteyecektir. Bununsa yeni toplumsal ve politik gerilimlere yol açması kaçınılmazdır. Sınıf savaşının yakın dönem seyri açısından konuyu değerlendirmeye gerek var.
Ekonomik krizi bize en iyi anlatacak olan rakamlardır. Bu yüzden yazımızda böyle bir saptamaya veri olabilecek rakamlara bakmaya çalışacağız.[1]
Türkiye ekonomisi büyüyor mu? Yani üretiyor, ürettiğini satıyor, yeni yatırımlarını yapıyor ve artılarıyla toplumsal, kültürel vs. gelişim de yaratabiliyor mu. Bakalım.
Ekonomik büyüme rakamları ne durumda?
Kriz yılı 2001’de -5,7 düzeyindeki ekonomik büyüme seyri daha sonra şöyledir.
2001 | 2002 | 2003 | 2004 | 2005 | 2006 | 2007 |
-5,7 | 6,2 | 5,3 | 9,4 | 8,4 | 6,9 | 4,5 |
2000’li yılların başında Ecevit/DSP hükümeti döneminde açığa çıkan ağır krizle birlikte, tamamen IMF denetiminde bir kriz programı hazırlanmıştı. Yine bu programın asıl uygulayıcısı olarak IMF memuru Kemal Derviş Türkiye’ye getirilmiş ve kendisine, neredeyse hükümet üstü bir yetki poziyonu verilerek işin başına geçirilmişti. Çok eski değildir anımsanır; kitlesel işten çıkarmalarla, giderlerin/harcamaların kısılması, ücretlerin (daha da) baskı altına alınması yani işsizlik ve yoksulluk dayatılarak krizi aşma yoluna gidilmişti. Bu açıdan düzen kendi açısından başarı da sağlamış, bu yoldan kısmi bir “düzelmeye” varılabilmişti. Rakamlardan bunu okumak mümkün. Ekonomik büyüme pozitife geçmiş, 2004’te tavan yapmış ancak daha sonraki yıllarda düzenli bir düşüşe geçmiştir. 2007’deki büyüme hızı artık 2004’ün yarısı bile değildir. Çok açık bir şekilde görülmektedir ki Türkiye ekonomisindeki büyüme hız yitirmiş, inişe geçmiştir.
Enflasyondaki o pek övünülen istikrar sürüyor mu?
Türkiye ekonomisi –evet– birkaç onyıl süren, kimi yıllar üç haneli enflasyon rakamlarından tek hanelilere düşmeyi başarmıştır. Ancak son veriler enflasyonda yeni bir yükseliş dönemine girildiğini göstermektedir. Son aylardaki enflasyon seyri aylık yüzde olarak şöyledir.
2007 (Aralık) | 2008 (Ocak) | 2008 (Şubat) | 2008 (Mart) | 2008 (Nisan) |
0,22 | 0,8 | 1,29 | 0,96 | 1,68 |
Nisan ayındaki 1,68’lik enflasyonun son 5 yılın en kötü nisan enflasyonu olduğu yazılmaktadır. Genellikle bahar aylarında görece bir düşüş gösteren enflasyondaki bu yukarı doğru kıpırdanışa dikkat çekilmektedir.
Dış ticaret dengesi tutuyor mu?
Dış alım ve dış satım dengesi bir ülke ekonomisinin önemli göstergelerinden biridir. Bununla ilgili rakamlar ülkemiz açısından durumun pek de iç açıcı olmadığını gösteriyor.
İhracat($) | İthalat($) | Denge | İhracatın ithalatı karşılama oranı | |
2002 | 36 059 089 | 51 553 797 | -15 494 708 | 69,9 |
2003 | 47 252 836 | 69 339 692 | -22 086 856 | 68,1 |
2004 | 63 167 153 | 97 539 766 | -34 372 613 | 64,8 |
2005 | 73 476 408 | 116 774 151 | -43 297 743 | 62,9 |
2006 | 85 534 676 | 139 576 174 | -54 041 499 | 61,3 |
2007 (Geçiçi) | 107 213 692 | 170 057 214 | -62 843 522 | 63,0 |
Yıllık dış ticaret açığı, 2007 sonu itibarıyle yaklaşık 63 milyar dolara ulaşmıştır. İthalattaki artış ihracattan daha hızlıdır. Oransal olarak 2002 yılında Türkiye’nin ihracatı, ithalatın yüzde 70’ini karşılarken, 2007’de ancak yüzde 63’ünü karşılayabilmiştir. Üstelik dış ticaret Türkiye’nin en iddialı olduğu alanların başında geliyordu. Kriz yıllarında, “Şimdi dışarıya çalışıyoruz, sıra içeriye gelecek.” deniyor ve vatandaştan “sabır” isteniyordu. Pek “selamete” vardığımız söylenemez.
İç ve dış borçlarda durum ne?
Türkiye’nin söz konusu dönemdeki iç ve dış borç stoklarında aşırıya varan dercede artışlar vardır. Bu borçlar ödenecektir. Hatta ödenecek olan sadece borçlar değil aynı zamanda sürekli işleyen faizlerdir. Önce borçlanmalardaki rakamlara bakalım.
2000 | 2002 | 2003 | 2004 | 2005 | 2006 | 2007 | |
Toplam dış borç (Milyar $) | 118,5 | 129,7 | 144,3 | 160,8 | 168,8 | 207,4 | 247,2 |
Toplam iç borç (Milyar $) | 54,2 | 91,7 | 139,3 | 167,3 | 182,4 | 178,9 | 219,2 |
Kriz ertesi 2004-05’lerde yavaşlayan borçlanmadaki artış, yerini yeniden bir hızlanmaya bırakmıştır. Sadece 2006’dan 2007’ye 1 yıllık zaman diliminde, dış borçlanmada yüzde 20, iç borçlanmada yüzde 22 gibi aşırı bir artış görmekteyiz. Burada borç faizleriyle ilgili de bir iki söz etmemiz gerekiyor. ATO (Ankara Ticaret Odası) 2007 yılında Reel Faiz Reel Soygun başlıklı bir rapor hazırlamış. Rapor Türkiye’nin 1995 – 2006 dönemini kapsayan iç borçlanmadaki faiz politikasına yoğunlaşıyor ve diyor ki “Dünyanın en yüksek reel faizini ödemeye devam eden Türkiye, 1994 krizini izleyen 12 yılda yıllık ortalama yüzde 17.6’lık reel faiz ödedi. 1995-2006 yılları arasında toplam 303.1 milyar dolar olan Hazine’nin yaptığı iç borç ödemelerinin yüzde 45’ine yakın bölümünü faizin ‘reel kısmı’ meydana getirdi. Eğer reel faiz yüzde 5’te kalsaydı Türkiye 87 milyar, yüzde 8 düzeyinde kalsaydı 63 milyar dolar daha az faiz ödeyecekti.” (Rapordan)
Rapora göre “Hazine 1995-2006 yıllarını kapsayan dönemde toplam 774.3 milyar YTL anapara ve 302.5 milyar YTL faiz ödemesi yaptı. Anapara ve faiz olarak toplam iç borç ödemesi 1 trilyon 76.8 milyar YTL’yi buldu. İç borç anapara ödemelerinin ortalama yüzde 39’u kadar da faiz ödemesi yapıldı. Hatta 2000 yılında faiz ödemelerinin tutarı anapara ödemesinin yüzde 98.1’ine ulaştı. Bu oran 1997, 1998 ve 1999 yıllarında da yüzde 60’ın üzerine çıktı. 2006 yılında yapılan faiz ödemesi anapara ödemesinin yüzde 32.5’i kadar bir büyüklük oluşturdu.” (a.y.)
Burada AKP hükümetlerinin de bütün o pek sevdikleri “AK”lıklarına rağmen, aynen kendisinden önceki diğer parti hükümetleri gibi faizci bir mutlu azınlığı besleyen kara soyguncular olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz.
Raporu sunan ATO başkanı Sinan Aygün, “niçin hala dünyanın en yüksek reel faiziyle soyulduğumuzu da sorgulayalım” diyor.
Bu soygun başka bir şekilde şöyle dile getiriliyor.
“ANKA’nın Maliye Bakanlığı verilerinden yaptığı hesaplamaya göre, 2007 yılının tümünde iç ve dış borç faiz ödemelerinin toplamı önceki yıla göre yüzde 6 artarak 48 milyar 731.6 milyon YTL’ye ulaştı… Geçen yılki faiz ödemelerinin 41 milyar 518.6 milyon YTL’si iç, 6 milyar 402.3 milyonu da dış borçlar için yapıldı.” (http://www.haberx.com/n/1079790/gunde-1335-milyon-ytl-faiz.htm) (25.01.2008)
İlginç değil mi! 247,2 milyar Dolar dış borca 6,4 milyar YTL faiz öderken, daha az bir seviyedeki 219,2 Milyar Dolar iç borca 41,5 Milyar YTL faiz ödüyoruz! Başka bir deyişle dış borç için (Dolar/YTL olarak) yüzde 2,6 faiz öderken, iç borç için yüzde 19, yani 7,3 kat daha fazla faiz ödüyoruz. Bu çapula ATO Başkanı bile feryat figan isyan ediyor!
Yine ANKA’nın hesaplamalarına göre “Faiz ödemeleri geçen yıl (2007)189 milyar 617.2 milyon YTL olan toplam bütçe gelirinin de yüzde 25.7’si düzeyinde gerçekleşti. Buna göre devletin bir yıl boyunca vergi ve diğer alanlardan elde ettiği toplam bütçe gelirinin dörtte birinden fazlasını faiz ödemede kullandı.”
İşte hâli pür melâlimiz budur! Ekonomik göstergeler; büyümedeki hızlı düşüş, dış ticaret açığının büyümesi, iç ve dış borçlanmalardaki artış, enflasyondaki yükselme eğilimi adım adım bir krize doğru yol aldığımızın açık belirtileridir.
Kriz kimin üzerine çöker?
Krizden çıkmak mümkün müdür? Elbette mümkündür! “Nasıl?” dediğimiz zaman önce sınıf çelişkisi çıkar karşımıza. Ezilenler açısından krizden tamamiyle çıkışın tek yolu vardır; iktidarı almak ve demokratik devrim programını uygulamaktır! Ezenler açısından ise çalışan yığınları daha da yoksullaştırarak elde edeceği sermaye birikimiyle, düzenine soluk aldırmaktır. Ancak bunun geçici olduğunu çokça gördük. Türkiye finans kapitalist ekonomisi, üretimi ve kaliteyi artırarak uluslararası pazarda rekabetle yada kendi nüfusunun alım gücünü yükseltip iç tüketimi artırarak bir sermaye birikimi yaratma yeteneğinde değil. Bunu beceremedikçe habire çalışan yığınlara yükleniyor. Bu çizgide oluşan gerilim devletin daha askercil, daha bürokratik; yani daha pahalı olmasını kaçınılmaz kılıyor! Pahalı devletse üretime akıtılması gereken sermayeyi eritiyor ve böylece düzen kısır bir döngüye mahkum oluyor. İşte yine bu kısır döngünün başlangıç noktasına doğru yaklaşıyoruz.
Düzenin krize karşı öngördüğü “önlemler” neler? Zaten pek o kadar gizli kapaklı değil ama yığınlar elbette her şeyi tüm açıklığıyla görebilme yeteneğinde değiller. Yakalaşan kriz görece durulan ama aslında içinden hiç çıkılamamış bir kriz. IMF ile planlanmış bir program çerçevesinde; hiç de o parti bu parti ayrımı olmaksızın bütün hükümetlerce uygulana gelen bir ekonomi politika.
“Türkiye, 19. stand-by anlaşmasını tamamladığı IMF ile dünden itibaren ‘Program Sonrası İzleme’ sürecine geçti. IMF’ye borcu olan ülkelerin mali durumlarının izlenmesine dayanan sistem…” (Cumhuriyet 11 Mayıs 2008)[2]
AKP hükümetince imzalanan 19. stand-by anlaşması kendinden önceki hükümetlerce imzalanan 17. ve 18. stand-by’ların organik devamıdır.
Bu süreci IMF nasıl izleyecektir? “Türkiye, IMF ile anlaşmayı; harcamaları kısma, personel alımını ve maaşları düşük tutma, özelleştirme yapma, elektriğe otomatik zam sözleri ile tamamladı.” (a.y.) Haber biraz açılınca içinden şunlar dökülüyor.
“Sağlık hizmetleri için… 0 ila10 YTL aralığında katkı payı alınacak… Sosyal güvenlik reformu, Ekim ayında yürürlüğe girecek… Emekli maaşlarında ayarlamalar yapılacak… Personel harcamaları azaltılacak… Bir kamu personel reformu yapılacak… Elektrikte otomatik fiyatlandırma sistemi 1 Temmuz 2008 tarihinde yürürlüğe girecek… Halkbank’ın yüzde 24’ü için ikincil halka arz yapılacak.” (a.y.)
Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz imzasıyla IMF’ye sunulan niyet mektubunda IMF’ye verilen sözler işte bunlar. Paralı sağlık hizmetleri, emekli ve çalışanların maaşlarının baskı altına alınması, işçi çıkarması, elektriğe otomatik zam uygulanacak, Halkbank satılacak.
Bu kadarla kalsa yine iyi! Haydi işsiz bırakıyor, ücretleri kısıyor… Ama gözleri hala yoksulun sofrasında! Son aylarda en sıradan besin maddelerindeki inanılmaz artış bir bakıma saldırının başladığının da ilanı demek oluyor! Soframızda neler oluyor, ona da rakamlarla bir göz atalım.
Nisan ayı enflasyonu TÜFE’de 1,68 olurken gıda maddelerinde 2,91 olmuştur. Bazı besin maddelerindeki artış oranları şöyledir. Nisan ayı itibarıyle
Artış oranları (%) | 1 Aylık | 4 Aylık | 12 Aylık |
Süt | 0,00 | -2,72 | 5,92 |
Peynir | 0,00 | 0,00 | 27,71 |
Dana Eti | 0,00 | 0,00 | 7,41 |
Tavuk | 5,96 | 64,86 | -4,04 |
Kuru Fasulye | 24,09 | 39,57 | 70,34 |
Nohut | 24,35 | 25,81 | 28,06 |
Kırmızı Mercimek | 47,69 | 69,01 | 105,13 |
Pirinç | 60,61 | 91,57 | 101,27 |
Bulgur | 15,52 | 67,50 | 91,43 |
(Türk-İş Sitesi – http://www.turkis.org.tr)
Bazı besin maddelerinde fazlaca bir kıpırdama yoktur ancak özellikle yoksul ve orta gelirlilerin ana tüketimini oluşturan kuru besinlerdeki artış akıl almaz ölçüdedir. Düzenin bunalımdan çıkmak için bir kez daha insafsızca yoksulların sofrasına saldıracağı görülmektedir.
Son olarak rakamlarla kredi ve kredi kartı borçlanmalarına değinelim.
Kredi kartı kullanımı Türkiye için çok yeni bir şey olmamakla birlikte son yıllarda hızla yayılmıştır. Yol ortalarına, mağazaların içlerine yada girişlerine kurulan tezgahlarla insanlar kredi kartı sahibi yapılmış ve tüketim zaafları da kışkırtılarak kredi kartıyla alışverişin “dayanılmaz hafifliğine” uçurulmuşlardır.
Yerli kredi kartları kullanımındaki gelişmeler
Yıllar | Kredi kartı sayısı | Alış-veriş milyon YTL |
2002 | 15,705,370 | 21,964.6 |
2003 | 19,863,167 | 35,672.1 |
2004 | 26,681,128 | 58,509.1 |
2005 | 29,978,243 | 77,417.7 |
2006 | 32,433,333 | 98,778.9 |
Artış % | 106.5 | 349.7 |
2007Haz. | 34,521,062 | 58,535.6 |
(Eski Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Hikmet Uluğbay) (http://www.ulugbay.com/blog_hikmet/?p=61)
Görüldüğü gibi kredi kartı sayısındaki artış 5 yılda yüzde 106 artmıştır. İlginç olan 2007’nin ilk 6 ayındaki kredi kartı edinimi, 2006 yılı toplamını geçmiştir. Diğer yandan alışveriş hacmi aynı zaman diliminde kart sayısından da hızlı, yüzde 350’ye varan bir artış gerçekleştirmiştir.
Kredi kartı alış-verişinin başka bir boyutuna bakalım.
Kredi kartları borcunu ödememiş kişilerin sayısı
Yıllar | Borçlarını ödemeyenler |
2002 | 2,179 |
2003 | 28,921 |
2004 | 45,326 |
2005 | 130,421 |
2006 | 167,771 |
Artış % | 7,699 |
2007 | 179,091 |
(Aynı sayfa)
Gerçekten insanın tüylerini ürperten bir tablo! Kredi kartları borcunu ödememiş (ödeyememiş demek daha doğru) kişilerin sayısı 5 yılda yüzde 7,699 artmış ve yine 2007’nin ilk 6 ayı, 2006’nın toplamını epeyce geçmiş durumda! O zamandan bu yana durumun çok daha vahim olabileceğini kestirmek için de kahin olmaya gerek yok. Tüketici Kredilerindeki gelişmeler (milyon YTL)
Yıllar | Konut | Oto | Diğer | Toplam |
2002 | 464 | 612 | 1,211 | 2,287 |
2003 | 872 | 2,153 | 3,023 | 6,048 |
2004 | 2,641 | 4,322 | 5,962 | 12,925 |
2005 | 12,357 | 6,089 | 10,029 | 28,474 |
2006 | 22,162 | 6,365 | 17,624 | 46,151 |
Artış % | 4,776 | 1,040 | 1,455 | 2,018 |
2007/11 | 30,092 | 5,730 | 27,713 | 63,534 |
(Aynı sayfa)
Geçmiş krizleri ve sonuçlarını anımsayınca gelen krizin olası bedellerinden ürkmemek elde değil. Özellikle 94’te pimi çekilmiş bomba hızında patlayıveren krizde, arabasının borcunu ödeyemeyeceğine inandığı için arabasını uçuruma sürenler olmuştu. Elbette tek tek insanların bu tür trajik sonlar yaşamamasını dileriz. Ama sınıf savaşı ezenlerin; bankaların, tefecilerin, fabrikatörlerin doymak bilmeyen sömürü hırsları ve insanlık dışı saldırıları yüzünden insanları şiddetli gerilimlerle karşı karşıya bırakabiliyor. Krizin ev ve araba kredileri üzerinden orta tabakaların iflasına doğru tırmanabileceği ve ağır tahribatlara yol açabileceği güçlü bir olasılıktır.
Gelen kriz, rakamlara bakılırsa çok sıradan bir kriz olmayacak. Düzen krizden çıkış için kendi çözümünü; yoksullaştırmayı, işsizliği, sömürüyü, baskıyı dayatacak. Ezdiği yoksul yığınların arasına etnik, dinsel, sosyal, kültürel nifaklar sokarak onların düzene karşı birliğini engellemeye çalışacak. Yetemediği yerde derhal açık zorunu dayatacak.
Bu saldırılara karşı özsavunma durumunda kalan ezilenler, en geniş kardeşliği ve birliği yaratabilecekler mi? Modern proletaryanın sınıf bilinciyle ve sınıf örgütüyle savunmasını ve direnişlerini yüksetebilecekler mi? Evet, bu mümkün! Direniş örgütlenmelerini güçlendirerek, doğru mevzilerde konuşlanarak, savunmanın ve direnmenin birliğini sağlayarak iyi bir sınav verebilir daha ileriye hazırlanılabilir. Bu mümkün!
[2] Türkiye, 1999-2002 döneminde 17. stand-by düzenlemelerini gerçekleştirdi. En son 18. stand-by düzenlemesine 4 Şubat 2002’de başlayan Türkiye, 4 Şubat 2005’te bu anlaşmanın sona ereceği tarihten az önce Ocak 2005’te 19. stand-by anlaşmasına gitti.