İSYAN!
Mehmet YILMAZER
4 Haziran 2013
Gezi Parkı isyanı politik ortama bambaşka bir renk getirdi. Bilinen politik güçlerin sürekli birbirini tekrar eden eleştirileri, karşıtlıkları bunaltıcı bir hava yaratmıştı. Buna son başlayan “barış süreci” de dâhildir. Tekrarın dışına çıkan fazla bir şey yoktu.
Taksim’de ağaçların sökülmesine karşı gösterilen tepkiden yaygın bir isyan çıktı. Herkesin, özellikle son otuz yıldır edindiği, ezberi bozuldu. Aslında AKP, 2001’deki seçim zaferinden beri ezber bozarak ilerliyordu; son isyanda en çok onun ezberi bozuldu.
İsyanda politik derinlik, güçlü örgütlülük aramak boşuna olur. İsyan, AKP iktidarı yıllarında biriken öfkenin bir kanal bularak açığa vurmasıdır. Tepkinin tümüyle AKP iktidarını bile kapsadığı şüphelidir, isyanın hedefi özellikle Erdoğan’dı. Elbette onun şahsında insanların kendi özgürlük alanlarına her gün yapılan müdahaleye, aşağılanmaya karşı biriktirdikleri öfkenin Gezi Parkı’nda patlayıp tüm ülkeye yayılmasıydı. Kendi politikalarına her eleştiriye tehdit ve aşağılamayla cevap veren Erdoğan, özellikle “ustalık” döneminde bunu günlük alışkanlık haline getirdi. Oy aldığı “çoğunluğa” ve kendi “kutsal” doğrularına ve elbette yeteneksiz bir muhalefetin sağladığı avantaja o kadar çok güveniyordu ki, özellikle son yıllarda kantarın topuzunu iyice kaçırdı.
Gezi Parkı isyanı onun bütün dengelerini bozdu. Önce özür dilemeye yeltendi, sonra eski alışkanlığına geri döndü, isyancıları “çapulcu” ilan ederek, “evlerde zor tuttuğunu” iddia ettiği yüzde elli çoğunluk ile tehdit etti. Ancak Taksim’de “korku duvarı çoktan aşılmıştı.”
Zaten bu isyanın en önemli özelliği de budur. Onda politik derinlik, siyasal hedefler aramak henüz çok erken olur. Ancak uzun yıllardır kitlelerin, özellikle gençliğin üzerine atılmış ölü toprağı bu isyanla havaya uçtu. Bugüne kadar gösteri, gazlanma ve geri çekilme sanki kader gibiydi. Taksim’de o kadar çok gaz kullanıldı ki, bu zalim araç etkisini kaybetti.
Gezi Parkı isyancılarının siyasal kimlikleri en çok sorgulanan konulardan birisidir. Orada ulusalcıların varlığı başlarda eylemlere yaklaşımda tedirginlik yarattı. Eylemler yaygınlaştıkça anlaşıldı ki, bu isyanda herkes vardı, ancak hiçbir siyasal yapı kendi damgasını vurmaya yeltenmedi. İsyanın 2001’de Arjantin’de başlayıp, ekonomik bunalımla birlikte Avrupa ve Amerika’da, daha sonra Arap ülkelerinde yaygınlaşan yeni kuşakların eylem tarzıyla büyük benzerlikler taşıdığı hemen görülebilir. Siyaseti ve örgütlülüğü kendi tarzlarında uygulayan bu genç kuşakların eylemleri, 20.yüzyılın mücadele alışkanlıklarıyla bakılınca yadırganıyor.
Taksim Gezi Parkı isyanı 21. yüzyılın mücadele tarzının ülkemizde ilk ve en yaygın uygulaması oldu. Çeşitli grup ve siyasal yapıların yan yana varoluşları, öfkelerini denetlemeyi bilmeleri, yaralılarına bakmak için birlikler oluşturmaları, eylem sonrası Gezi Parkı’nın temizlenmesi, hem Tahrir Meydanı’ndaki hem de İspanya’daki “Öfkeliler”in eylemlerini anımsatıyor. Elbette benzerlikler sınırlıdır. Avrupa’daki eylemler büyük ölçüde neoliberalizmin yarattığı yağmaya ve ardından gelen bunalıma karşı patlak verdi. Mısır ve Tunus ise kırk yıllık çürümüş diktatörlüğe ve neoliberalizmin azgınlaştırdığı yoksulluğa karşı ayaklandı.
Taksim’de bunların hepsinden parçalar vardı. Taksim, AKP’nin neoliberal yağmasının en çarpıcı halkalarından birisi olduğu için yıldırımları üstüne çekti. Gezi Parkı isyanı aynı zamanda artık insanlarda kusma duygusu yaratan AVM kültürüne karşıydı. Öte yandan, Türkiye’de Mısır’da olduğu gibi kırk yıllık diktatörlük olmasa da, her gün AKP iktidarı kendi diktatörlüğünün yollarını döşüyordu. Çoğunluk iktidarı olduğunu, sandıktan çıktığını ikide bir vurgulayan Erdoğan, kendi tarihinden hiçbir şey öğrenmediğini kanıtlıyordu. Menderes ve Demirel yılları böyle örneklerle doludur. Bu ülkede yıllardır insanların önüne sandık konulmasına rağmen, demokrasi bilincinin seçim sandıklarının dört duvarını aşamadığını bir kez de AKP iktidarı kanıtlamak zorunda mıydı?
Gezi parkı isyanının “Öfkeliler” ve Tahrir ile benzerlikleri hemen isyanın kaderinin de diğerleriyle benzeyip benzemeyeceği sorusunu akla getiriyor. Bu soru isyanın niteliği anlaşıldıktan sonra anlamlı değildir. Sorulması gereken, tam da şu momentte isyanın anlamı ve neler öğrettiği olmalıdır.
İsyanın anlamı AKP’nin giriştiği cumhuriyetin yeniden yapılandırılması hedefine tepkidir. İslami değerlerle cumhuriyetin yoğrulması, yeni anayasa ve yürütmenin yetkilerinin arttırılması ile mevzilerin sağlamlaştırılması hedefi artık sandıktan çıkmayabilir. Somut olarak, Erdoğan’ın 2014 taktik planı artık sıkıntıya girmiştir. Gezi Parkı isyanının kendisinin böyle bir hedefi olmasa da, yarattığı etki dalgaları böyle bir sonuç doğurabilir.
İsyanın öğrettiklerine gelince, en önemlisi otuz yıldır yaratılmaya çalışılan apolitik genç kuşaklar isyan etmeyi öğrendi. “Kafası kıyak” olduğu için değil, kafası kızdığı için isyan etti. Gençler kendi tarzlarında politika yapmanın önemli adımlarını attılar.
Neoliberalizmin kutsallaştırdığı piyasayı hergün soluyarak şekillenecek kuşaklar olmak yerine, isyanıyla gençlik, doğayı ve insanları sevmek için büyük bir çağrı yapmış oldu.
İsyan, kibrinden geçilmeyen AKP ve Erdoğan’ın itibarını birkaç günde yerle bir etti. Böylece genç kuşaklar bugüne kadar bu ölçüde denemedikleri güçlerini denemiş oldular. Dolayısıyla siyasetin en çetrefilli alanına, güçler ve taktikler alanına adım atmış oldular.
Gezi Parkı isyanının ortaya çıkarttığı bir büyük bir sorun vardır. Barış süreci ile bu isyanın ilişkisi aslında isyanın en önemli sorunudur. Kürt Özgürlük Hareketi’nden gelen ilk tepkiler ihtiyatlı ve tutarsızdı. İsyanın hedefinin AKP olması ve bunun en ateşli taraftarlarının “ulusalcılar” olması Kürt Hareketi’nde tereddütler yarattı. Çok kötü tepkileri bir kenara bırakalım.
“Türklerin sokakla, gazla tanışarak artık Kürtleri daha iyi anlayacağını” ileri sürmek; “ağaçlara hassas olunduğu kadar Kürt sorununa da hassas olunması” gerektiği yollu tespitler, isyanın ruhunu ve dönemi anlamaktan yoksunluktur. Binlerce genç, politikanın içine ilk radikal adımlarını atarken, onlara politikanın çok daha yüksek basamaklarından değerlendirmede bulunmak, bir türlü yoluna girmeyen ittifakın gerçekleşmesini kolaylaştırmaz. Genç kuşakların, 12 Eylül faşizm yıllarından beri etraflarına örülen apolitik veya şovenist duvarlardan, politikanın içine atlama çabaları iyi anlaşılmalıdır.
Ancak esas önemli olan, “olayların barış sürecini bozma” endişesidir. Olaylardan kasıt çözüm sürecine karşı şovenist eylemler ise bunları engellemek için mücadele etmek devrimci bir görevdir. Fakat bundan ötesi sorunludur. Dönemin özellikleri iyi kavranmalıdır.
Erdoğan’ın planlarına göre çözüm süreci için en ideal zaman içinde bulunduğumuz dönemdir. 2014’e hazırlık ve 2014 yılı AKP ve Erdoğan için stratejik bir öneme sahiptir. Bu zamanın mümkün olduğunca sakin ve olaysız geçmesi AKP için çok önemlidir. Bunun için en önemli koşul gerillanın sınır dışına çıkmasıydı. Bu süreç ilerliyor.
AKP ve Erdoğan için en uygun olan zaman diliminin genel olarak devrimci güçler için de en uygun zaman aralılığı olduğu söylenemez. AKP’nin hangi yoldan yürüyeceği 1 Mayıs olaylarında daha yeni kanıtlanmışken; bu kez Gezi Parkı isyanı sırasında Erdoğan’ın tavrının demokrasi ile bir bağının kalmadığını çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermiştir.
Tek başına anayasa yapmaya, topluma “kutsal emirlerle” şekil vermeye hazırlanan AKP karşısında önümüzdeki günlerde yeni isyanlar olması kaçınılmazdır. Dolayısıyla barış süreci barışçıl bir zaman aralığı olmayacaktır. Bu iktidarın hazırlandığı hedef ve siyasal gelişmelerden dolayı böyledir.
AKP, savaşı sınır dışına çıkardıktan sonra, kendi “çoğunluk” gücüne ve muhalefetin yeteneksizliğine güveninden dolayı pervasızca kendi hedefleri doğrultusunda yürümeyi planlıyordu. Gezi Parkı isyanı bu hesabı bozdu. AKP’nin böyle hesaplarının bozulması aynı zamanda barış sürecinin bozulması mı demektir? Kesinlikle hayır. Barış süreci, ortamı fazla germeden taleplerin elde edilmesi olarak algılanamaz. Tam tersine en meşru hakların kazanılması için AKP’ni zorlamak demokratik mücadele döneminin tek çıkar yolu olarak görünüyor. Gezi Parkı isyanı zorlamanın en güzel örneklerinden birisini ortaya koydu.
AKP, ya halkların, kültürlerin, yoksulların en meşru haklarıyla oynamayı bırakıp gerçek çözümlere yönelecek; ya da bu sorunların yarattığı zorlu politik dalgalarla kendisi çözülecektir.
Gezi Parkı isyanı politik ortama genç bir rüzgâr estirdi. Bu rüzgârın gücü ve soluğu nereye kadar esecektir? Bunu bilemeyiz, ancak siyasal olarak yeni bir dönem başlamıştır. Artık içe atıla atıla insanları bireysel olarak bunalıma sokan, saldırganlaştıran öfke, sokağa çıkmanın yollarını bulmuştur. Korku duvarı gaz bulutları arasında kaybolup gitmiştir.