Soma Süreci, İTÜ İşgali, Ugur Kurt Olayı Üzerine…
Salih İNCESOY
25 Mayıs 2014
Soma süreciyle ilgili bir değerlendirme içerisinde, İTÜ işgaline ve Uğur Kurt olayına kimi önem taşıyan sonuçlar çıkartmak adına özel olarak değinmek gerekir. Bu sayımızda, ders niteliğinde sonuçları olan İTÜ işgaliyle ilgili işgalcilerle yapılmış bir söyleşi de yer alıyor.
“İsyanla tekrar ne zaman buluşacağız?” “1 Mayıs, yeni bir Gezi açığa çıkartır mı?” Bir süredir bu sorularla meşgul olduğumuz hepimizin malumu. Ayrıca “siyasi iktidarın da en hassas gündemi budur” diyebiliriz ki 1 Mayıs’la birlikte başlayan sokağa dönük polis taktiklerine bakılırsa yeni bir isyanı başlatmamak için epeyce çalışmış görünüyorlar…
Bu sorular aslında Gezi süreciyle açığa çıkan halk hareketi dalgasının geri çekildiğinin de bir ifadesi aynı zamanda. Evet, bir süredir klasik kitlemizle sokaktayız. Derken Soma katliamı…
Soma süreci yeni bir dalga açığa çıkartır mı? Bunu göreceğiz. Fakat ilk sonuçlarına bakıp ilk elden şunu söylemek mümkün: “Devrimci kurumların, emek ve meslek örgütlerinin olağan zamanlarda harekete geçirebildiği kitleyi aşan bir hareket gelişmiştir.” Yani “Geziciler”le bir ölçüde de olsa sokakta buluşmamız söz konusu. Hatta Gezicileri de aşan toplumsal duyarlılık ve öfkeyle karşı karşıyayız. Bu durum karşısında ürken AKP, ilk günlerdeki saldırganlığını dizginleyip şirketten birilerini hedef tahtasına oturtarak paçasını kurtarmaya çalışıyor. Bu nokta önemli…
Gezi süreci “kent hakkı” gündemi üzerinden gelişmişti. En azından bugün için yoksullar, ana çelişkileri olarak hissetmedikleri bu gündeme kayıtsız kaldı. Ardından süreç AKP karşıtlığı üzerinden ilerledi ve ancak Alevilerin yaşadığı yoksul mahalleler bu sürece dâhil oldu. Siyasal islamın tuttuğu alanlarda Gezi havası esemedi.
Çarpıcı şekilde yoksulları vuran Soma süreciyse sınıfsal zemin üzerinden gelişiyor. Böyle olduğu için de etkisi siyasal islamın etki alanına kadar taşınmış durumda. Ve yine böyle olduğu için Gezi’de büyük ölçüde “kültürel zeminde kalan AKP karşıtlığı” yerine, “kötülüklerin kaynağı kapitalist sistemin sürdürücüsü AKP’ye karşıtlık” giderek ön plana çıkıyor. AKP’lilerin şirketle olan bağı, hükümetin sorumluluğunda olan iş güvenliği önlemlerinin patronun çıkarına bilinçli olarak savsaklanması; saklanamayan bu tablo sözünü ettiğimiz zemini güçlendiriyor. AKP’yi ürküten ve taktik değişikliğine gitmesine yol açan esas gerekçe bu. Madem öyle, devrimci hareketin de buradan yürümesi gerekir…
Devrimci hareketin sürece yaklaşımıyla ilgili olumlu şeyler söyleyebilmek mümkün değil. Gezi, “zihinsel kireçlenme” yaşamayan ve öğrenme yeteneğini yitirmeyenlere bir şeyler öğretti kuşkusuz. Kitlelerden kopan, kitlelerle etkileşimini kaybederek kendi içerisine kapanan ve dolayısıyla giderek apolitikleşen yapılar, yeniden kitlelerle ve dolayısıyla yaşamla bağ kurma şansını yakaladı. Fakat kitle hareketi geri çekildiğinde, yine o “biz bize” olduğumuz dönemin sıkıcı ezberleri ön plana çıkmaya başladı. Soma sürecine de böyle bir politikasızlık içerisinde girildi. Devrimci politika adına, kitle gösterilerinde kendini gösterme adına sergilenen medyatik şovlar ortalığı kapladı. Biri buna başladı mı, diğerleri de ondan eksik kalmadı… Harekete geçen kitlenin karakteri, onlarla bağ kurabilme, bu bağı süreklileştirebilme adına geliştirilecek söylemler ve örgütlenme biçimleri; şovlardan bunları düşünecek vakit kalmıyor. Yine biz bizeymişiz gibi düşünülüyor, davranılıyor. Devrimci hareket bu politikasızlığıyla gelişen hareketle bağ kurup büyüyemediği gibi, öncülük adına sergilenen aşırı zorlamalarla harekete zarar da verebiliyor, veriyor.
Devrimci hareketin politikasızlığı, taktik plan yoksunluğu, devrimci ortamda ciddi bir dağınıklık sonucunu da yaratıyor. Kendini göstermeye dönük şovlara daralmış pratik, ittifak zeminini baltalıyor. Tarihsel fırsatlar kazanıma dönüştürülemiyor. Bu gerçeklik, kendisini bir ittifak zemini olarak tarif eden HDK için de geçerli. HDK yönetimi gelişen süreçle ilgili genel bir açıklama yayınlıyor; bileşenler ayrı telden çalarak sokağa çıkıyor. Gerçekten de tarihsel bir rol oynama şansına sahip olan HDK’nin kâğıt üzerindeki tarifi bir yana sahadaki durumu bu. Bütün bunlar aşılabilir kesinlikle fakat bugün için ayağımıza dolanan bir ciddi sorun olarak varlığını sürdürüyor.
“İTÜ İşgal Okulu”ndan Ders Almalıyız…
Tam burada devrimci hareket için öğretici sonuçları olan İTÜ işgaline değinelim.
Devrimci gençlik örgütlerinin klasik etki alanını aşan bir bileşimle forum ortamında işgal kararı alındı. Yani Geziciler karar alma sürecinde vardı. Bundan dolayıdır ki devrimci yapıların kendi damgalarını vurma politik hastalığıyla darlaştırıcı klasik davranış özellikleri işgalde öne çıkan renk değildi. İşgalci öğrenciler, mevcut güçler dengesini doğru okuyan bir anlayışla genel kitle tarafından sahiplenilebilecek somut talepler öne sürdü. Gezicilerle birlikte karar alındı, somut talepler birlikte belirlendi, ortak bir sahiplenme yaratıldı, daha geniş bir kesime sahiplendirildi. Sonuç olarak, işgal tartışmasız bir şekilde kazanımla sonuçlandı. İşgalcilerin kendi iradeleriyle eylem sonlandırıldı.
Bütün bu kararlar, işgal forumunda tartışılarak alındı. Belki işgalin en yorucu kısmı saatlerce süren tartışmalardı. Tartışmalarda yine bildik soyut ve ileri hedefler öne sürenler oldu. İşgal sürecinde kendi renklerini belli etme gayretine düşenler oldu. Ama bütün bunlar işgalin belirleyenleri olamadı. Hatta kısacık işgal sürecinde yaşanan öğrenmelerle bu davranışlardan vazgeçildi. Aslında yeni devrimci kuşak, içerisinde bulundukları yapıların ana davranış özelliklerinin aksine yaşamdan öğrenme zihin açıklığını taşıdıklarını da sergilemiş oldu.
Ana başlıklarla ifade edilen her nokta, devrimci hareketin siyaset yapma tarzına dair önemli ipuçlarını içeriyor. Ortaklaşılan zemini gözetme, ortaklaşmayı öne çıkartma… Güçler dengesini doğru okuma… Kitlelere sahiplendirilecek ve kazanılabilecek somut talepler belirleyebilme… Kendi iradesiyle eylemi bitirme… Bu yönleriyle İTÜ işgali, hem öğrenmek isteyene ve öğrenme yeteneğini kaybetmeyene önemli bir okul oldu. Hem de yeni kuşağın, devrimci hareketin aşamadığı krizini aşabilmesinde rol oynayabilecek bir potansiyeli taşıdığını göstererek umudumuzu büyüttü.
Uğur Kurt’un Katledilmesiyle Birlikte…
Soma gündemi hükümeti sıkıştırmışken, Okmeydanı Cemevi’nde Uğur Kurt’un polis kurşunuyla hayatını kaybetmesi üzerinden gelişen olaylar Soma gündeminin önüne geçti. Normal olarak Alevi halkta büyük bir öfke oluştu. Öfke sokağa taştı. Sokağa önderlik etmek isteyen kimi yapılar, daha radikal bir eylem çizgisini medyatik görüntülerle zorlamaya başladı. Bu çizgi, sürece kendi damgasını vurma hastalığıyla birlikte yürütüldü. Gerilimin bu seviyesini taşıyamayan ve ayrıca bu “önderlik zorlamaları”ndan rahatsızlık duyan kitle, ya evine geri döndü, ya da sokağa temkinli çıkmaya başladı.
“Olay planlı bir provokasyon mudur, değil midir” açığa çıkacaktır. Fakat ilk sonuçlar üzerinden değerlendirdiğimizde, AKP’nin bu gündemi kaşımaktan memnuniyet duyduğu çok açıktır. Erdoğan’ın, Okmeydanı gündemi üzerinden yaptığı yaygara, Soma gündemini bastırmak içindir. Soma gündeminden telaşla sıyrılmak isteyen AKP, Okmeydanı gündemine sıkıca sarılmıştır. Yandaş medya, tam gaz rolünü oynamaktadır. Yine toplumsal hareket, devrimci yapıların hapsolduğu bildiğimiz mahallelere sıkışma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Üstelik öne çıkan zaaflı önderlik tarzından kaynaklı olarak da değil sıkışılan mahallelerin dışına taşmak, o mahallelerin halkıyla bile buluşulamamaktadır. Kültürel zemindeki saflaşma, AKP’nin en iyi becerdiği çatışma alanıdır. Böylesi bir gerilim üzerinden kendi etki alanını koruyabilmektedir. Soma, buradan bir çıkıştı; AKP’yi panikletti. Okmeydanı, devrimci hareket açısından sıkışılan siyaset alanına geri dönüştür. Buraya düşülmemelidir.
AKP’nin bu manevrası boşa çıkartılabilir elbette. Soma’yla Uğur Kurt olayının bağını kuracak, yalnızca Alevi mahallelerine ve Alevilik gündemine sıkışmayacak bir politika gerekmektedir. Çok sayıda dinamiği bir arada barındırmasıyla bunu sağlayabilecek potansiyel olanak HDK’dir. Roboski’den Soma’ya, Soma’dan Okmeydanı’na, işçileri, Alevileri, Kürtleri ve kapitalizmin sömürüsünün, zorbalığının hedef tahtasında olan tüm dinamikleri bugün için yan yana getirebilecek zemin HDK’dir. HDK, tarihsel rolünü oynamak zorundadır.