Üç Kelebek’e Sevgilerle
Cezmi Abi, İstanbul Şirinevler-Bağcılar minibüs hattında yıllardır alınteriyle direksiyon sallayan, bıçkın, gözü kara, ne iyi bir abimizdi. Durağa yaklaşıp sıraya girdim. Etrafımdaki koşturmacanın baş döndürücü hızıyla ben de hızlı hızlı düşünüyordum. Kaçta dolmuş gelir, bu sıra ne zaman biter, trafik çok mudur, acaba kaçta evde olabilirim, ertesi güne yetiştirmem gereken işlerim nelerdir vb. diye? Tutunmayı başardığım andan sonra sosyal medyada gezinmeye başladım. Para üstü uzatanlar, henüz uzatmadığı için şoför tarafından taciz edilenler, ayakta kaldığı için hayıflananlar, arkaya doğru uzana uzana minibüste ayak koyacak yer kalmamacasına seyahate zorlananlar… Hepimiz bir minibüsü hınca hınç doldurmuş gidiyoruz işte. Kötü bir kadercilik duygusuyla o zamanı o kalabalıkla birlikte geçirmeye zorunluymuşuz gibi tıngır tıngır gidiyoruz. Minibüse bindikten sonra hayatın akışı da minibüsün yavaşlamasına paralel olarak yavaşladı sanki. İkinci bir Özgecan vakasıyla tehdit edilen bir kadın öğrencinin haberini okuyorum sonra. Minibüs şoförü mü? Tabii ki serbest. Konya Selçuk Üniversitesi’nde okuyan bir kadın öğrenci kampüs içinde güzergâh dışına çıkan minibüs şoförünü uyardığı için “Neden ikinci bir Özgecan vakası yaşanmasın” denilerek tehdit edilmişti. Şimdi o şoför serbest. Mahkemeden anladığımız tutuklanması için ikinci bir Özgecan yaşanmalı. Dolup boşalan minibüste sirkülasyon. Boşalan koltuğa oturmaya niyetlendiğimde bakıyorum ki aslında boşalan koltuk benim için değilmiş. Fark ediyorum ki bazı centilmen erkekler başı kapalı kadınlara yer veriyorlar. Ama bu çifte standardı hazmedemiyorum. Başı örtülü olmayan kadınlar “tacize uğramayı hak eder” muhafazakârlığı beni çileden çıkarıyor o an. “Hey Allah’ım ya!” deyip herkesle kavga edesim var. Ama etmiyorum. Başı kapalı kadınların da tacizden muaf olmadıklarını da biliyorum üstelik. Tacizin olmadığı bir dünya yaratana kadar bütün boş koltuklar kadınlar için olmalı diye tartışıyorum kendi kendimle. Derken araç yavaşlıyor. Yerde baygın halde yatan bir genç. Herkesin kafası dışarıya yöneliyor. Etrafında kuru bir kalabalık. Yardımcı olmaya çalışmaktan çok seyirci bir kalabalık olduğunu fark ediyorum. Otobüsteki insan sayısı kadar olasılık yaratılıyor. “Sanırım araba çarpmış.”, “Sara nöbeti mi geçiriyor o?” gibi seçenekler havada uçuşuyor. Sesin durulduğu anda ben de devreye giriyorum. “Madde bağımlısı olmalı. Bonzai illeti tüm gençleri esir aldı.” deyiverdim. Soğuk bir rüzgâr esti. “Hayır hayır sara nöbeti.’’ diye düşüncemi boşa düşürmek isteyenler çıktı. Neden gerçekleri görmemek yahut üzerini kapatmak ve oradan hemen uzaklaşmak ister gibiyiz. Kimse o gencin madde yüzünden orada yığılıp kaldığını düşünmek istemiyor. İneceğim durağa epeyce yaklaştım. Artık oturup oturmamak o kadar umurumda değil. Önümüzde polisin güvenlik çemberine aldığı bir noktada tıkandık kaldık. Araç artık ilerleyemiyor. Şoför “Ah!” dedi, “Cezmi Abi, sen ne yaptın?” Hepimiz merak içindeyiz. Sorduk. Ne oluyor diye. Sakin, üzgün ve düşünceliydi şoför. Bazı şoför arkadaşlarıyla konuşmaya daldı, sonra: “Cezmi Abi, İstanbul Şirinevler-Bağcılar minibüs hattında yıllardır alınteriyle direksiyon sallayan, bıçkın, gözü kara, ne iyi bir abimizdi.” dedi. “Ne olmuş evladım anlatsana” dedi bir kadın. “Teyze sıkmış kafasına intihar etmiş kendini. Hanımı da vurmuş. Şiddetli geçimsizlik yaşıyorlarmış. Sonra kendini öldürmüş.’’ dedi. Vah vah. Demek bir anlık gaflet. “Cinnet mi geçirmiş?” diye soranlar… “Kader tecelli etmiş” diyenler… Ondan sonrası kahredici benim için. Yaşanan bir kadın cinayeti. Cezmi Abi de aslında kadını öldürdüğü için intihar ediyor. Gaflet falan da yok. Cinnet anı da değil. Herhangi bir hal bu. Herhangi bir kadın cinayeti. Yaşamak için direksiyon sallayan bıçkın Cezmi abiler, kadın cinayetlerini daha görünmez kılan, karısını öldürdükten sonra intihar eden erkekler aslında. Kadının adı? Onu bilen yok maalesef. Soran da yok zaten. Peki, biz örgütlü mücadelenin içinde olmasaydık nasıl bakacaktık bu meselelere? Çocuğum garip, sara nöbeti geçiriyor… Cezmi Abi sen ne iyi adamdın… Mücadele etmenin bedellerle dolu olduğunu bilmek, çocuğun sara nöbeti geçirmiş olmasını daha makul kılıyor gibi. Ona inanmak daha yatıştırıcı çünkü. Ya da intihara sürüklenmiş iyi abi demek çelişkileri görmemek ya da görmezden gelmek anlamına geliyor. Mücadele etmek, bu olanlar karşısına diri bir şekilde, dayanışma içerisinde çıkmak, omuz omuza olmak dışında bir seçeneğimiz var mı? Varsa bilenler beri gelsin. “Yoksa sara nöbeti geçiren bir genç için de o saatte elimden bir şey gelmez, Cezmi Abi’nin karısı için de yapacak bir şey yok. İkinci bir Özgecan cinayeti de yaşansın varsın. Bir şey olmaz. Ben nefes bile alamadığım bu minibüste bir ömür bile geçirebilirim” mi diyorsunuz? Ya mücadele edeceğiz, ya öleceğiz. Ya örgütleneceğiz, ya da sonsuza kadar susacağız.
[button link=”http://www.sodap.org/elif-irmak-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]