Birisi kalksa size çalışmak mı istersin yoksa savaş mı diye sorsa gülünür. Böyle de soru mu olur diye düşünülür. Kim savaşı işe yeğleyebilir ki? Kim savaş ister ki? Kim savaşa gidip ölmek ister. Temiz temiz işimizde çalışalım da sağ kalalım diye düşünürüz.
Ama savaş ve çalışmanın birbiri ile karşılaştırılması ilginç değil mi? Çalışmakta bir çeşit savaş gibi oldu. İLO genel sekreteri Guy Ryder Frankfurt’ta 20. Dünya Kongresinde yaptığı konuşmada çalışırken iş kazalarından ölme olasılığının savaşa katılıp ölmekten daha yüksek olduğunu söyledi. Yani savaşta ayakta kalma şansımız daha yüksek. Çalışırken iş kazası ve çalışma kaynaklı hastalıklardan ölen insan sayısı dünyamızda giderek artıyor. Her yıl 2,3 milyon işçi iş kazası kurbanı oluyormuş. Bu durumda çalışma sırasında ölme riskimiz bu dünya da savaş gidip ölme riskinden daha yüksektir.
Ama bu riskin farkında bile değiliz. İnsanların bilincinde savaşın dehşeti işlenmiş bunu bilmeyen yok ama çalışma sırasında ölme riskimizin bu kadar yüksek olduğunu bilmiyorduk doğrusu. Neden? Çünkü basın vermiyor. Bunu bir tema haline getirmiyor. Ancak işte Soma gibi artık ölüm sayısının gizlenemeyeceği olaylar olduğunda iş kazasını duyuyoruz. Geçen sene Bengaldeş’te bir fabrika yangınında 1000 üstünde insan öldü. Onu duyduk. Ama aksi gibi tek tek yaşanan iş kazaları önemsenmiyor. Bizim televizyon kanalları trafik kazalarında ölenleri her gün dakikalarca vermesi gibi iş kazalarının ve hastalıklarının yol açtığı ölümler ve yaralanmaları da verilse elbette düşünceler değişirdi. Trafik kazaları veriliyor iyi yapıyorlar. İnsanlar trafik sorununa daha duyarlı hale geliyorlar. Peki, ayni şeyi iş kazalarında ve hastalıklarında yapsalar olmaz mı? Ama basın elbette ki para babalarının elinde ve bunun yapılması için işçilerin başka bir mücadele vermesi gerekecektir. O zaman işte savaşın kötülüğü kadar iş kazalarına karşı önlemlerin alınmamasının yol açtıkları insanların bilincinde daha iyi yer edecektir. İnsanlar bu konuda daha duyarlı olacaktır. Kapitalist düzende elbette böyle bir şey beklemek büyük eylem ve protestolar direnişlerin sonucu belki olabilir.
Ayrıca ILO başkanı Ryder iş kazalarının maliyetine dikkat çekiyor. Güvenliğe yatırılan her bir dolar fazlası ile geri dönüyor diyor. Tüm dünyada iş kazaları ve hastalıklarının maliyeti 2, 800 milyar dolarmış. Yani bu kadar büyük bir maddi değer her yıl halkların cebinden çıkıyor. İşverenlerin çalışma koşullarını güvenceli yapmaması sonucu bunca para boş yere gidiyor. İşverenin ödediği kısım elbette vardır. Ama bu da sonuçta gene gider olarak gösterilip işçilerin sırtına yüklenmiyor mu? Ayrıca bu boşu boşuna bir toplumsal değer ve emek sömürüsü değil midir? Bu da işin sadece maddi boyutudur. Manevi boyutunun ölçülmesine imkân yoktur. Para bir yana insanların çektikleri acıları düşünelim. Yakınlarını kaybedenlerden tutunda sağlığından olan, canından olan insanları düşünün.
Çalışma koşullarının güvenli hale getirilmemesinin nedeni para babalarının kar hırsı değil midir? Onlar ceplerini doldursun diye bu kadar para toplumsal zenginlikten alıkonuluyor. Bunca para ve emek başka insanlık için yararlı şeylere harcanabilecektir.
Elbette savaşlardan yana değiliz ama günümüz çalışma koşullarının savaştan daha çok can alması kapitalist toplumda yaşamanın ne kadar tehlikeli olduğunun göstergesidir. Kapitalizm her yanından vahşet saçıyor. Silah tekelleri insanları birbirlerine kırdırıyor. Onların kar üstüne kar için yarattığı üretim koşulları da savaşlardan daha betermiş. Bu duruma son vermek için daha ne bekliyoruz?