“Yeni Türkiye”nin Eski Yanları
Mehmet YILMAZER 01.08.2014
Bugünlerde en sık kullanılan kavram: “yeni Türkiye”dir. Elbette her şey aynı dururken bir tek cumhurbaşkanı halk tarafından seçildi diye Türkiye birdenbire “yeni” oluvermez. Fakat ikibinli yıllara, yani AKP’nin iktidar yıllarına bakıldığında “yeni”lerden söz etmek mümkündür.
Örneğin AVM’ler yenidir. Türkiye’de çılgınlar gibi AVM inşa ediliyor. İnsanlar hafta sonu gezilerini artık AVM’lere yapıyorlar. Aynı şekilde bildiğimiz çayı bile kredi kartı ile içmek de yenidir. Çok sayıda banka kartına sahip olup, karttan karta aktarmalar yaparak bol harcama yapmak yeni Türkiye’nin bir olgusudur. Kentlerde yeşil alan bırakmamacasına oturma bloklarının inşa edilmesi de yenidir. Hatta bu yolda İstanbul’a o kadar çok bina yığıldı ki, yazları hortum oluyor. İklimin böylesine abuklaşması da yenidir.
Büyüyen ekonomi ile kişi başına gelir de 3 bin’den 9 bin dolara çıkmıştır; fakat “sosyal yardımlar”, yani AKP’nin dağıttığı sadakaların, son on yılda 15 kat artması da tam bir yeniliktir. 2002’de 1.3 milyar olan yardımlar 2013’de 20 milyara fırlamıştır. Bir sadaka ekonomisi yaratılmıştır. AKP iktidarının varoşları dua ve sadakayla elinde tutması yeni bir olgudur; en az onun kadar, işsiz güçsüz kitlelere dua ve sadaka yetmedikçe çürüme ve yozlaşmanın zirve yapması da, AKP’nin en önemli yeniliklerindendir.
Siyasetten askeri vesayetin kalkması oldukça önemli bir yeniliktir. Fakat siyaset ve toplum vesayete o kadar müptela durumda ki, şimdilerde yerine ne konulacağı tartışılıyor.
En önemlisi her seçim sonrası yayınlanan haritalardan görüldüğü gibi Cumhuriyetin üçe “bölünmesi” de yenidir. AKP iktidarı esas olarak orta ve doğu Anadolu’dadır. Kemalist cumhuriyet ise batıdaki sahillere sıkışmıştır. Yıllardır coğrafya derslerinde Güneydoğu diye öğretilen yerin Kürdistan olduğunun itiraf edilmesi de çok önemli bir yeniliktir.
Bu politik haritadan anlaşılacağı gibi, yıllardır büyük kentler ve onların elitleri, tüm Anadolu’yu yönetmiştir. Köy ve kasabalardan göçenlerin büyük kentleri varoşlar biçiminde kuşatması, bu gerçekliğin politikaya, kültüre ve sosyal yaşama tüm yönleriyle yansıması da yenidir. Son on yıldır kasaba zenginleri ve politikacıları cumhuriyeti yönetmektedir.
Bu gerçekliğin içinden, gelecek yılların siyasal gerilimlerine yön verecek derin bir politik fay hattının çıkıp gelmesi, belki de cumhuriyetin yaşadığı en önemli yeniliktir. Siyasal iktidar “Anadolu kaplanları” olarak da anılan yeşil sermayenin elindedir. Elde ettikleri bu iktidar fırsatını ebedi kılmak için çılgınca uğraşıyorlar. Ancak sermaye gücü olarak hala yüzde yirmiler civarındalar. İkide bir azarlanan gerçek egemen “büyük sermaye” ise hala ekonominin, dış ticaretin yüzde 80’nini elinde tutuyor. Bu gemi bu yelkenle nereye kadar gider? Bu da siyasal ortam için yeni bir sorudur. Çünkü eski Türkiye’de bu sorunun cevabı belliydi: “Yeni bir askeri darbeye kadar!”
Bu kadar yenilikten sonra iki temel konuda hala güçlü bir şekilde var olmaya devam eden “eski” gerçeklere gelelim. O kadar AVM’ye, artan dış ticarete, şişen merkez bankası döviz rezervlerine rağmen değişmeyen bir ekonomik gerçek vardır. İhracat 2002’de 39 milyar dolar iken 2012’de 163 milyara ; İthalat ise 48 milyardan 229 milyara sıçramıştır. Büyüme her iki alanda da neredeyse 4-5 kattır. AKP iktidarı da ikide bir bu rakamlarla övünüp durmuyor mu?
Fakat cumhuriyetin son yarım yüzyıldır kurtulamadığı çok önemli bir sorun hala var olmaya devam ediyor. İki bin yılı başlarında bir liralık mal ihraç etmek için 1,2 liralık mal ithal etmek zorundaydık. Şimdi bir liralık ihracat için dışarıdan 1,5 liralık mal almak zorundayız. Yani AVM’lerde kredi kartları ile ne kadar çok mal tüketirsek açığımız o kadar büyümektedir. Ekonomi büyümüştür, ancak hala rekabet gücüne sahip değildir. Ya da iktisatçı deyimiyle yeterince “katma değer yaratan mal üretemiyoruz.” Bu yarım yüzyıllık eski gerçekliğimiz vitrinlerin bütün parıltısına rağmen inatla yaşamaya devam ediyor. Ekonomi şişiyor, ancak nitelikli rekabet gücü kazanmıyor.
Bir diğer Eski de devletin ve iktidarların keyfi yönetimidir. Bu topraklarda egemenler ve yönetenler için hukuk hep lafta kalmıştır. Kanunları istedikleri gibi uygulamışlardır. Uzun yıllar bu keyfiliğin baş uygulayıcısı derin devletti. Askeri vesayetin pratik gücü derin devlet, kanunları doğrudan veya dolaylı çiğnemekten hiçbir zaman çekinmemiştir.
Askeri vesayet gerilemesine rağmen AKP iktidarı yıllarında da, yönetenlerin keyfiliği bütün gücüyle var olmaya devam ediyor. Devlet kurumları hep olageldiği gibi iktidarın keyfine göre kullanılıyor, hukuk tarikatların savaş alanına döndü. Adalet içindeki tarikat savaşları aslında AKP iktidarının büyük bir yeniliğidir. Fakat sonuç, yani keyfilik, cumhuriyet kadar eskidir. Süleyman Demirel de iktidar yıllarında adalete küsmüştü. Günümüzde de iktidar ve adalet birbirine küsmüş durumdalar. Adli yıl açılış töreninde Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu’nun cumhuriyetin müzmin hastalığı keyfiliğe vurgu yapmak zorunda kalması rastlantı değildir.
Bu kadar “yeni”ye rağmen bu iki temel konuda hala eskinin kıskacından kurtulamamak, neredeyse cumhuriyetin alın yazısı olmuştur. Bu alın yazısından ne batılı ne de İslami sermaye partileri ile kurtulmak mümkün değildir.
Ancak Halkların örgütlü mücadelesi; dua ve sadaka ile uyutulan varoşların öfkesi üzerinden yeni Türkiye’nin yolu açılabilir.