Obama’nın Politik “Dönüşü”
Ayşe TANSEVER
27 Mayıs 2011
Usama Bin Ladin’in “öldürülmesi”* ABD açısından küreselleşmenin 3. dönemindeki olaylarla baş edebilmek için yeni bir dış politikaya başlama işaretiydi. Ardından Obama, büyük reklâmı yapılan ama içerik olarak yeni bir şey söylemeyen konuşmasını yaptı. Arap halklarının hemen hepsinin öfkesini biledi. Dün gece de G-8’ler toplantısı için gittiği Avrupa turunun ilk bacağı olan İngiltere’de parlamento ve mecliste ortak bir konuşma yaptı.
Konuşmasının içeriği ABD’nin “yeni” dış politikasının merkez ülkelere düşen kısmının dile getirilmesiydi. Tek cümle ile özetlenecek olursa, Bush politikalarının başarısızlığından sonra merkez ülkelere ‘birlikte dünya sömürüsünü sürdürmeyi’ önerdi. Bush’un “arkamıza geçin” çağrısının bir işe yaramaması ve ABD’nin tek süper güç olarak dünyayı zaptı rap altına almaktaki yenilgisinden sonra beklenebilecek bir çağrıydı. Kısaca, merkez ülkelerine “ben bu işi yalnız yapamadım, gelin birlikte dünya çıkarlarımızı, pazarlarımızı, enerji ve doğal kaynaklarımızı koruyalım” dedi.
Peki, pazar ve çıkarlar kime karşı korunacaktı? “İslam bizim düşmanımız değildir” diyerek Usama bin Ladin’in aşırı uç olduğunu ve onun taraftarlarının gerekli dersi aldıklarını belirterek, adeta Bush ile açılan “teröre karşı savaş” şiarını terk ettiklerinin işaretlerini verdi. Ancak bu konuya açıkçası hiç vurgu yapmadı.
ABD, merkez ülkelerine nasıl bir hedef gösterdi?
“Uluslararası düzen bu yeni yüzyılda yeniden şekilleniyor. Çin, Hindistan ve Brezilya gibi ülkeler düşe kalka ilerliyorlar. Bu gelişmeyi selamlıyoruz, çünkü yeryüzündeki milyonlarca insanı yoksulluktan kurtardı ve bizim gibi ülkelere yeni pazar alanları ve imkânlar sundu” diyen Obama; bazılarının bu gelişmeleri AB ve ABD’nin gerilemesi şeklinde tartıştırdıklarını ancak bu değerlendirmelerin yanlış olduğunu söyleyip “liderlik zamanımız şimdi başlıyor” diye ekledi.
“Batı hala dünyada rekabet gücünü, öncülüğünü kaybetmemiştir” demeye getirerek, “yeni parlayan ülkelere karşı bu savaş kazanılabilir” dedi. Bu konuda bildik eski lafları ve kapitalist kuralları tekrarladı. “Bu küresel ekonomiyi biz şekillendirdik. Bizim gibi ileriye yönelik özgür düşünen toplumlar daha yaratıcı, daha girişimci ve iş bilir olurlar. Bu bizim avantajımızdır… Dünyayı bilim ve araştırma ile yeni ilaç ve teknolojiler keşfederek yönettik. Vatandaşlarımızı okutuyoruz ve işçilerimizi dünyanın en iyi yüksek okul ve üniversitelerinde eğitiyoruz… Şimdi bu avantajımızı daha rekabet düzeyi artmış bir dünyada sürdürmek için bilim ve mühendisliğe yatırımlarımızı katlayalım ve iş gücümüzü daha iyi eğitelim” şeklinde konuştu.
Kısacası Çin, Brezilya ve Hindistan gibi ülkelerin ekonomik gelişimlerine karşı savaş açarak değil, ekonomik yenilik ve bilimin üretime uyarlanması ile dövüşebilecekleri umudunu vermeye çalıştı. Ama bu bilinen gerçeklerin tekrarı değilse ne anlama gelir? Ellerinde üretime sokabilecekleri yeni bir teknik, yeni bir sanayi alanı mı vardır? Böyle bir şeye ortak yatırım mı yapmayı mı öneriyor belli değildir. Eğer böyle somut bir şey yoksa, Obama hiçbir yeni dış politika önerisi getirmemiştir. Bundan sonra da pazar kapmak ya da korumak, üretim için gereken enerji ve hammadde kaynaklarını korumak için yine sıcak savaşlar yapılacaktır. ABD küreselleşmenin birinci döneminde rakipleriyle bu işi denedi ama silah sanayi dışında bu savaşı kazanamadı. O nedenle, Bush politikaları ile silahın gücü ile pazar kapma yoluna çıkmıştı. Şimdi Obama ile bu başarısız olunan alana geri dönülüyor.
Diyelim böyle yeni bir teknik ya da üretim alanı bulundu ve yatırım yapmayı bekliyor. O zaman merkez ülkeleri ile birlikte mi ortak yatırım yapılacaktır? Kapitalist koşullarda bunu neden ortak yapsınlar ki? ABD’nin elinde böyle bir teknik var ise uygular ve rekabette öne geçer. Rakiplerinin ortaklığına neden ihtiyaç duysun? Tekniğe yatırım politikası, kuru laftan öteye gitmeyen, sadece “müttefiklere” bir umut, moral vermeyi amaçlayan sözlerden ibarettir.
Fakat Obama’nın konuşmasının arkasında belki başka bir gerçeklik vardır. O, sanki yeni parlayan bu ülkelere karşı ortak rekabet etmekten söz ederken bir yandan da onları bir tehdit karşısında uyarıyor ve ortaklık öneriyordur.
“Arap Baharı” kozu
Arap Baharı’nı şöyle değerlendiriyor:
Bu ülkelerin demir yumruklardan kurtulmaya çalıştıklarına işaret ederek: “Bu hareketler başlayalı daha altı ay olsa bile daha önce de Doğu Avrupa’dan Amerika’ya, Güney Afrika’dan Güneydoğu Asya’ya böyle şeyler yaşadık. Yani Arap Baharı denen şey yeni değildir. Bu dönemde artık bu iş yaygınlaşacak, giderek gelişecek. İnsanlar demokrasi diyerek sokaklara dökülecekler. Şimdiye kadarki sömürü biçimine itiraz edecekler. Artık sömürünün biçimini değiştirmek zorundayız. Bundan sonra çıkarlarımızı herhangi bir ülkede arkasına geçeceğimiz bir dikta rejimi ile korumamız zorlaşıyor. Yeni yollar bulmalıyız. Bunun için de güçlerimizi birleştirmek zorundayız.
Bu ülkelerde halklar bize karşılar, sevmiyorlar. Onları yıllardır sömüren ülke olarak bizi görüyorlar. Bu durumda ne yapmamız gerekir? Sokaklara şimdi yeni nesiller çıkıyor. Bunları kandırmak kolaydır. Bunlar eski sömürü dönemini belki okumuşlar ama yaşamamışlardır. Bu nedenle onlarla işbirliği yapmayı becerebiliriz. Ama bunun için el ele vermeliyiz. Bundan başka çaremiz yoktur.”
Bütün bunları söyleyen Obama, ondan sonra da Libya konusunda ağzındaki baklayı çıkarıyor. “Libya’da Kaddafi gitmeli” diyor. Ülkeye asker çıkartmayı düşünmediklerini tekrar ettikten sonra, Libya’da merkez ülkelerin ortak davranışa geçmelerinin bir örnek olabileceğini düşünüyor. Libya üzerinde ortak davranarak gelecek ilişkilerinin temelini kurmayı öneriyor.
Ancak böyle bir ortaklık NATO bayrağı altında Afganistan’da yaşandı. ABD şimdi Afganistan’dakinden başka bir ilişki modeli öneriyor olmalıdır. Belki önerisi, işbölümü yaparak ortak askeri saldırı gerçekleştirmektir. Ancak böyle diyerek bir savaş ortaklığından örnek veriyor. Demek ki yeni ABD dış politikasında silah ve savaştan uzaklaşılacak değildir. Ama belki Libya’dan çıkacak dersler ışığında ortak bir saldırı planlaması yapılacaktır.
Ayrıca tabi bir şey daha önemlidir. ABD ‘muhalifleri ayrı ayrı desteklemeyelim’ diyor olabilir. Çıkarlar yine savaşla korunacaktır. Ama söz sahipliğinin daha eşit olduğu, tüm yükün kendilerine kalmadığı bir savaş yapmayı öneriyor. Ayrıca savaş denilince ABD’nin kulvarın en önünde olduğunu da unutmamak gerekecektir.
Bu “yeni” ABD dış politikasının yeni ile bir ilgisi yoktur. Clinton döneminin başarısızlığı ispatlanmış politikalarıdır. Ama Bush politikaları da çarşafa dolandı. Şimdi merkezlerin ortaklığına umut bağlanıyor. Hem de kriz ortamında… Ekonomiler bir durgunluğa doğru sürüklenirken… Şu anda yapılmakta olan G-8 toplantısında bakalım merkez ülke liderleri nasıl bir anlaşmaya varabilecekler; Obama’nın “yeni” planına ne diyecekler.
* Bazı belgelere göre zaten 26 Haziran 2006 yılında hastalıktan ölmüştü.